Sadettin Tantan’dan tarihi uyarı! Sadettin Tantan’dan tarihi uyarı!

Öğretmen kökenli Avukat olmak bazen iyi bazen de kötü. Eğer müşterek çocukları senin öğrencinse o hepten kötü. Çalıştığım okul müdürümüz Allah rahmet etsin kalender, mütevazi, insan halinden anlayan, empati yapabilen, kısaca kendini aşmış herkes tarafından sevilen biriydi.

Odasına çağırdı, gittim.

- ‘’ Avukatım, sana yağlı bir dava yollayacağım. Bizim bir öğrencimizin de velisi zaten. Benden haber bekliyor. Senin için de o her türlü davayı almaz dedim. Yalnız işini sağlam tut, paranı almaya bak. Fazla da yüz verme biraz yapışkandır, sonra başın ağarmasın...’’ dedi.

Ben de teşekkür ettim. Mevzuyu sorup öğrendim. Kişisel özel bilgileri de aldım. Müdür Bey, ‘’ Çağırayım gelsin mi?’’ deyince, okulda olmaz ,büroma gelsin dedim. Zaten büro da okulun hemen karşısında.

Yarım saat geçmeden geldi. Anlattı, anlattı...

- Madem işler böyle, bir de eşinizi dinlesek dedim. Kabul etti. Hemen çantasından cep telefonunu çıkarttı.

- Alooo canım, avukatın yanındayım, hemen gelir misin buraya hayatım!

Dakika bir gol bir. Kocası hakkında demin ki anlattığı bu laflardan sonra, kocasına söylediği o ‘’ canım, cicim, hayatım...’’ gibi laflar, davanın bana pek inandırıcı olmadığını düşündürdü!

Bir de; o zamanlar cep telefonları yeni çıkmaya başlamıştı. Benim diyen herkeste daha telefon yok.

Biz de meslek icabı zorunlu olduğundan yeni telefon almak zorunda kaldık. Telefonum kemerimde asılı, gözüm gibi bakıyorum bir şey olmasın diye.

Fakat bizim telefon biraz ucuz, biraz da hantal olduğu için, araba takozu gibi mübarek. Tekerleğin önüne koysan, araba gitmez. O zamanlar moda olan ve yeni çıkan Ericsson telefonu kullanıyorum.

Zaten olanlarda da o cinsten telefonlar var. Şimdiki nesil bilmez, ağırlığı da yarım kiloya yakın nerdeyse.

Şunun için diyorum. Müvekkilim olacak namzetin telefonu hem küçük, avuç içi kadar, hem de cam gibi parlıyor. Sordum Almanya’dan özel gelmiş. İlk defa gördüğüm için, gözüm kaldı.

Şu dikkatimi çekti. Bir saate yakın anasının nikahını anlatıncaya kadar anlattı.

‘’...Şöyle yaptı, böyle yaptı, onu dedi, bunu dedi, şu oldu, bu oldu...’’ Arkasından bir kahkaha ve kocasına da sinkaflı küfürler çabası!.. Hiç boşanma havası yok, ama boşanmak istiyor. Demek ki, kibar, medeni insanlar diye düşündüm.

Hava da öylesine soğuk ki. Elektrik sobası beni ısıtmaya yetmiyor. Kalın paltomun fermuarını daha da çektim yukarı. Ben üşüdükçe müvekkil adayı zaten üstünde ince olan ceketi de çıkarıp aldı kucağına. Ne üşüme var, ne bi şey!. Gençlik başka şey canım dedim kendi kendime... Fakat desem de, yaşça benden fazla da genç sayılmaz!. Demek ki ruhumuz kararmış dedim içimden.

Her neyse, eşi de geldi. O da anlattı durdu bişeyler... Her iki tarafı dinledikten sonra dedim ki:

-Bakın, ben hakim değilim, savcı da değilim, burası da mahkeme yeri değil. Siz bana her şeyi gerçeği gibi anlatırsanız, tiyatro oynamayı bırakın. Ancak o zaman yardımcı olabileceğimi söyledim.

Müvekkil ilk defa duygusallaşma moduna girdi. Eşi de masum, masum önüne bakıyor. Sanki önümde her ikisi de verilen oyunu oynuyor. Ben de anlamaz yerine koyulan bir seyirciyim!..

Tekrar sordum.

-Sizin aranızda köprüler yıkılmamış. Sevgi bağları yok olmamış. Maşallah çifte kumrular gibisiniz. Birbirinizin gözünün içine bakıyorsunuz, böyle dava çekişmeli olmaz, anlaşmalı yaparız beş on günde biter. Hatta anlaşmalı için, avukat tutmaya gerek bile yok.

Çok bilmiş müvekkil ağzından kaçırdı.

-Avukat bey, eşim hemen hemen altı aydır işsiz, babamdan kalan evde oturuyoruz. Babam da sizlere ömür, vefat edeli iki yıl oldu, astsubay emeklisiydi.

Bir avukat dedi ki, davayı anlaşmalı değil, çekişmeli açarsanız sizin için daha iyi olur ileride dedi... Der demez yanında oturan eşinden bir ikaz tekmesi yemesi bir oldu.

Ne ilgisi var babanızın ölümüyle, sizin boşanmanız dedim. Dedim ama konuyu da anladım tabi ki...

Bu sefer kitabın tam ortasından konuştum.

- Sizin özel hayatınız beni ilgilendirmez. Fakat sonunda muvazaalı bir boşanma olduğu anlaşılır, aynı çatı altında oturursanız ve aklınızdan geçen şeyi yaparsanız sonra çok sıkıntıya girersiniz, benden söylemesi. Beni bu tür vebale ortak etmeyin. Görüşmemiz de herhalde bitti sayılır...

Laf ağzımda kaldı. Sanki mahkemenin hakimi benim gibi. Davanın konusuna ve taraflar arasındaki ilişkiye inansam ne olur, inanmasam ne olur!. Fakat gerçek maksatlarını açıklayınca davayı almayacağımı da biliyorlar. Yine bir sürü mizansenlerin ardından müvekkilim son noktayı koydu ve konuyu bağladı.

‘’ Artık sevmeyeceğim, zaten bütün kabahat benim...’’

........

Allah, Allah!.. Bu sefer de ben dayanamadım, sordum.

-Müziği seviyorsunuz galiba. Türk sanat müziğini bilhassa?

- Aaa, nerden biliyorsunuz, çok severim hem de...

-Çok güzel anlattınız da o yüzden. Yalnız bir kelime fazla oldu.

-Valla bi şey anlamadım doğrusu, hangi kelime ki acaba?

- ‘’ Zaten’’ kelimesini çıkartınca, tam da Neşe Karaböceğin söylediği şarkı gibi oldu sözlerin.

Artık sevmeyeceğim,

Bütün kabahat benim,

Ne kadar ağlasan boş...

.........

Bir kahkaha attı ki, kahkahası meşhur, üç pirzola yerine geçer sanki. Eşi de, ben de , hepimiz gülüyoruz...

- Bakın avukat bey nasıl güldürdüm sizi, artık çayları söyleyin de hepimiz biraz ısınalım...

***

Anlaştık, vekalet geldi.

- Siz davayı açın biz masrafları öderiz, yarın öbür gün dedi.

Gözü fıldır, fıldır döndüğünden ve müdür beyin de nasihatlarını hatırladığım için kabul etmedim.

‘’ Şiddetli geçimsizlik nedeniyle’’ boşanma davasını açtık. Tanıklarımızı bildirip, delilleri sunduk. Karşı taraf bir tanık bildirdi.

Tanıklarımız taraflar arasında geçimsizlik olduğunu, hatta bir gece yarısı, karşı tarafın don, gömlekli bir şekilde merdiven başında müvekkille tartışarak bağırıp, küfür ettiğini, bilgiye ve görgüye dayalı olarak gördüklerini, gece yarısı sık, sık nara atarak sarhoş olarak eve geldiğini, komşuları bile rahatsız ettiğini, müvekkilimin ise bunca sene idare ettiğini bildirdiler... Anlatılanlara nerdeyse benim bile inanasım geldi.

Hakimin eli çabuk ve itiraz da olmayınca davamız süresinden çok önce bitti. Taraflar boşandı. Kağıt üzerinde biraz tazminata da hükmedildi.

Aynı zamanda bizim de öğrencimiz olan müşterek çocuğun velayeti de anneye bırakıldı. Her şey tamam dava bitti ve kesinleştirdik.

Aradan birkaç ay geçti. Gelen giden, arayan soran yok. Ben de bekliyorum, bir şey demiyorum. Bayağı da indirim yaptığım davadan masraflar haricinde tek kuruş avukatlık ücreti alamadım henüz. Birkaç defa telefon ettim, bugün, yarın getiririm dedi, ama getirmedi ve sürekli sallamaya başladı.

Aradan bir ay daha geçti, geçmedi. Bir gün büromun perdesinin arkasından camdan yola bakarken, bizim kumrular el, ele büronun altından geçiyor.

Maşallah dedim içimden. Tam bu sırada müvekkil yukarıya doğru bir bakış attı, arkasından da kahkahayı bastı... Beni görmedi ama acayip canım sıkıldı. Kendimi kullanılıp, bir kenara atılmış enayi gibi hissettim...

Artık paranın derdinde değilim. Kendisini uyanık, beni enayi gibi düşünmesine canım çok sıkıldı.

Kararımı verdim. Bir çok fakir öğrencimiz var okulda. Alıp ihtiyacı olanlara dağıtırım. Ama yine de onda bırakmayacağım, niyetim kesinlikle bu...

Beş, on dakika sakinleştikten sonra aradım ve borcunu derhal getirmesini, aksi halde icra takibi yapacağımı çok sert bir şekilde dedim. Birazdan geleceğini ve borcunu ödeyeceğini söyledi. İnanmadım ama, içimden de sevindim.

Cuma saati yaklaştığından, bir yandan da abdest alıp hazırlık yapıyorum. Kollarım henüz sıvalı ve ıslak olduğu halde, bizim ki yıldırım hızıyla pat bürodan içeriye girdi , kapıyı kapattı ve hemen camı açtı. Ne oluyor bile diyemeden:

-Bana bak... Bu ne ya, para, para, kaçtık mı?..

Şimdi bu camdan dışarıya bir bağırırım, bir bağırırım anladın mı? Yetişin, Avukat beni taciz etti diye, sülaleni satsan sonra kendini temizleyemezsin anladın mı? Benden bu kadar!..

........

Dedi ve yine o hızla kapıyı çarpıp gitti. Ne olduğunu bile anlayamadım, bir kaç dakikada oldu her şey.

Olayın şokundayım. Nutkum tutuldu, adeta basiretim bağlandı. Tek kelime bile edemedim...Ağzım açık kaldı, neden sonra kapattım!..

Az sonra da Cuma ezanı okudu. Yüzüm kıpkırmızı. Ne kıldığımı, kaç rekat kıldığımı da bilmiyorum.. .

Tavuğun yem toplaması gibi tık, tık yattım, kalktım. Aklım namazda değil artık. Farza kalktık, daha doğrusu millet kalkmış, ben hala oturuyorum.

Nasıl intikamımı alırım diye plan program içindeyim, paranın peşinde değilim. Bu şantaja boyun eğmem ben...

Neden sonra yanımdaki ayakta diziyle, omuzuma vurarak kendime geldim. Herkes ayakta elleri bağlı, imam sure okurken, yerde tek oturan benim. Kalktım ayağa, uydum imama!..

😀

Sadece şeklen uydum imama, yatıp, kalkıyorum, aklım hep başka yerde... Bu bana yapılır mı diyorum...

Camiden herkesten önce çıktım. Çıktım bile sayılmaz kaçtım sanki!. Tekrar bu bana yapılır mı, bu bana dedim!.. Sinirden titriyorum. Biraz dolaştım sağda , solda. Bir avukat arkadaşla dertleştim biraz.

‘’Ucuz atlatmışsın, verilmiş sadakan varmış...’’ diyerek başladık ikimiz de gülmeye. Gülmek iyi geldi, kendime geldim. Ama hiç aklımdan çıkmıyor olay. Artık o şoku atlattım.

Adi karı, param yok de, vermiyorum de, yine anlarım...

Aynı şeyi müdür bey de dedi. ‘’...Verilmiş sadakan varmış diye, ya bağırsaydı. Hadi seni biz tanıyoruz, komşuların tanıyor, yoldan geçen herkes de seni bilmez ki...’’ diye hem teselli etti, hem de gülmekten kendini alamıyor...

Yine de Müdür beyin fazlasıyla canı sıkıldı. Her ikimiz de ne olursa olsun, biz bu olayın altında kalmayacağız diye teselli ettik...Müdürümüzün hak edenlere karşı kelime dağarcığı biraz genişti, Allah rahmet eylesin.

Ona dedi;

‘’... Şunları, şunları söylersen kafanı rahatlatırsın...’’ ve aklıma yattı. Fakat, bunca sene öğretmenlik hayatımda bile tek bir öğrencime ‘’ Lan’’ bile demediğimden, bu hak ettiği sinkafları her ne olursa olsun söylemeye karar verdim.

Karar verdim de anasının suçu yok, sülalesinin, gelmişinin geçmişinin de bu olayda suçu yok... Şahsa münhasır küfür nasıl olur diye düşünürken onu da buldum...

Açtım telefonu, ama cepten aramıyorum ev telefonundan arıyorum. Alo dedim, sert bir şekilde.

-Alloooo, kiminle görüşüyorum efenim...

- Avukatın, tanımadın mı?

-Buyur canım

-Senin canına başlarım şimdi desemde

Başladı kıkırdamaya... Kendime yakıştıramazsam da , açtım ağzımı,yumdum gözümü, başladım küfür ve hakaretlere.Yıkyım köprüleri artık...

O da ne? Mübarek biraz olsun hakaret ve küfürlere kızacağına, sırf keyf oldu, dört köşe!.. Güldükçe, gülüyor!...

Ben daha çok kızdım, bu sefer. Hakaret ettikçe iyice coştum. Ben coştukça o gülüyor... Belki de o zamana kadar hiç kimseye kullanmadığım hakaret ve sinkaflı sözleri verdim, veriştirdim.

Sanki içimden hakaret ve küfür etmekten hoşlanan bir canavar çıktığını anladım. Genişledikçe, halka halka yayıldı. Özele olan o münhasır sözleri, sülaleye, gelmişe, geçmişe, eşiğe, beşiğe ve genele yaymadan itinayla seçiyorum, özel sözlerimi, ama yok, herkes girdi içine...

Oh bee!..

Dünya varmış yahu... Kapattım telefonu. Öyle bir rahatladım ki üzerimden bir ton yük kalktı sanki. Dünya umurumda değil artık. Parayı, marayı zaten unutmuştum. Rahatladım, boşaldım, hafifledim.

Eve gelince bizim hatuna da az çıtlattım olayı. Kendileri yüksek kadınlık duyguları ve ön sezileriyle hemen fetvayı verdiler.

- Bir daha o terbiyesizden paranı da isteme, büroya da gelmesin sakın tamam mı?..

Tabii ne demişler, ''bekara kadın boşaması kolay...'' Yağmurda, çamurda, karda, kışta, elde çanta, adliyelerde koşturan biz. Üstüne bir de şantaja uğrayan yine biz!.

Tüm bu olanları öğrencime hissettirmedim. Zaten çalışkan, zeki, terbiyeli bir öğrencimiz. Herhalde anlatmadılar ki, bana karşı tavırları ve bakışları değişmedi. Mahcubiyet içinde olmadı...

Dedim ki; böyle bir aileden ve ana babadan, böyle bir çocuk nasıl yetişti diye sordum kendi kendime.

Yıl sonu geldiğinden matematik not ortalamasına kanaat kullanarak bir numara fazla verdim. Ana, babasının ortalamadan zaten ilgisizlikten haberleri bile olmaz. Ne yaparsa öğrencimiz kendi yapıyor, başarı tamamen kendisinin...

***

Neyse efendim, herhalde aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Ben zaten rahatladım artık unuttum çok şeyi derken, yine müdür bey çağırdı.

-Avukatım, seninkilerin kuyruğu fena halde sıkışmış, korkudan ve utançlarından yanına da gelemiyorlar.

Kim onlar diye sordum. Anlattı, daha beter olsunlar dedim. ‘’ Alma mazlumun ahını, çıkar aheste, aheste...''

Boşanmalarından sonra, esasen boşanma bile yok. Kadın davadan hemen sonra SGK’dan babasının emekli maaşını üzerine bağlatmış, alt kat komşusuyla kavga ettiklerinden o da bunların boşandıkları halde birlikte yaşadıklarından şikayet etmiş...

SGK’da bu durumu tespit etmiş olduğundan, hem maaşı iptal etmiş, hem de aldıkları emekli maaşını yasal faiziyle birlikte geri istemiş. Ayrıca Kamu kurumlarını dolandırmaktan dolayı da haksız kazanç ve dolandırıcılıktan hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Olay bu.

Birileri bunlara, sağdan, soldan bu işi halletse, halletse sizi boşayan avukat ancak işin içinden çıkar deyince, süt dökmüş kediden beter soluğu müdür beyin yanında almışlar.

Biraz düşündüm, aslında yüzüne bile bakmaya tahammülüm yokken dur dedim. ‘’ Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu...’’

Büromda istemem onları buraya gelsinler dedim. Her ikisinin de yüzlerinde çarıktan kösele var sanki, kadın hala utanmadan yüzüme bakıp tebessüm ediyor.

-Nasılsın avukat bey, ne olur artık barışalım mı?

İntikam saati geldi, fitil fitil alacağım burnundan. Tamam hallederiz dedim. Önce şu bizim şantaja uğrayan paramızı alalım, sonra konuşuruz ötekini dedim.

-Getirdik paranızı, çantada dedi. Hiç utanmadın mı yaptığın hareketlerden. Tabi ses yok, özür üstüne özür...

Müdür bey, önceden işi halletmiş olduğundan, çantadan çıkarıp paramı verdiler. Olmayan sakalıma parayı sürdüm. Bunu müdür beye veriyorum. İhtiyacı olan öğrencilere üst baş alacak, yeter ki siz de kalmasın ve kalmadı, bu bir.

Parayı aldıktan sonra, öteki işe gelince dedim. Sizin bu işinizi de benim avukat arkadaşıma veriyorum o ilgilenecek. Parayı da çok sever, bana hiç benzemez. Peşin vermeyi kabul ederseniz belki davanızı alır dedim...

-Ama avukat beyyy, siz görecektiniz bu davamızı da öyle demiştiniz.

Ben öyle bir şey demedim, söz de vermedim size. Ne demişler? ‘’ Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu.’’  

Av. Faruk Ülker - 04.07.2023

Editör: Kerim Öztürk