GÜNCEL

Biz gerçekten nasıl vefasız millet olduk! Yürek burkan bir hikaye!

“.. 1976 yılında okula başladım, birinci dönemin sonunda birinci sınıfın birincisi olduğumu öğrendim, tatil dönüşü bana birinci sınıfların baş çavuşluğu rütbesi taktılar, üç yıl boyunca sınıf birincisi oldum, sonunda okulu birincilikle bitirdim, dönemin muhabere okul komutanı Tuğgeneral Lütfü Sel diploma töreninde bana bir saat hediye etti.

“.. 1976 yılında okula başladım, birinci dönemin sonunda birinci sınıfın birincisi olduğumu öğrendim, tatil dönüşü bana birinci sınıfların baş çavuşluğu rütbesi taktılar, üç yıl boyunca sınıf birincisi oldum, sonunda okulu birincilikle bitirdim, dönemin muhabere okul komutanı Tuğgeneral Lütfü Sel diploma töreninde bana bir saat hediye etti.

‘Ortaokulu bitirdiğim yıl nişanlım boy atmış tam bir genç kız olmuştu. Ailesi bizim kızımız daha dört sene bekleyemez ya alın ya da vazgeçin diye baskıya başladı. Nişanlım beni ölesiye seviyordu.(….)

‘Annemle babam evlenmem konusunda beni ikna için muska yapmaya karar verdiler. Aynı odada yattığımızdan aralarındaki konuşmaları duydum. Ve yaptıkları muskayı çayıma koyarak içirmeye karar verdiler. Normalde bizim milli kahvaltımız pekmez ve ekmekten oluşurdu, annem de kahvaltı hazırlamak yerine ‘pekmez orda, ekmek orda, alıp yiyin’ derdi. Annem bana bir bardak çay doldurarak içmemi söyledi. Ben içmemekte ısrar edince anamla babam göz göze geldiklerini ve üzüldüklerini görünce çayımı içtim. İçimden de gülerek bana etki etmez benim evlenmem mümkün değil, dedim. Fikrimde değişiklik olmadığını görünce başka hocadan muska yaptılar. (….)

‘Bu arada üçüncü sınıfı bitirdiğimiz yıl mesleki branşlarımızın belli olması gerekiyordu. En çok istenilen branş, sıhhi cihaz tamir teknisyenliği idi. Bu sene sadece dört kontenjan vardı ve kura çekildi. Bu branşın kurasını çeken dört kişi GATA’da staj yapacaktı. 182 mevcudumuz vardı ve o dört kontenjandan birini çektim. Bu kura ile kaderim de değişmeye başladı.

‘ (…) Astsubay okulu 3. Sınıf ikinci döneminden sonra, son sınıfı bitirmeden bir ay önce ailem telefonla ve mektupla geliş tarihimi ısrarla soruyordu. Nedenini bildiğim için sürekli geliş tarihimi netleştirmiyordum. En sonunda çaresiz geleceğim tarihi bildirdim. Benim tahminim gittiğimden iki üç hafta sona beni evlendireceklerdi. Ama öyle olmadı. Akşam üzeri Adıyaman’a vardım ve elimle valizle mahalleye doğru yürümeye başladım, iki üç yüz metre kala bir davul sesi duydum. Mahallede düğün vardı. Merak ettim benden önce kim evleniyor diye. Sonra bana doğru yürüyen bir çocuğa düğün kimin diye sordum. Çocuk beni tanımıyordu. Düğün sahibi olarak babamı söyledi. Onun oğlu astsubay okulunda okuyormuş onun düğünü deyince benim düğünüm olduğunu anladım. İki üç hafta bekleyememişler! İki adım ileri bir adım geri nihayet sokağın başına vardım. Beni görünce bir kıyamet koptu. Davulcu, zurnacı ve herkes bana doğru koşturdu. Tebrik edenler, hayırlı olsun diyenler, karmaşa içinde düğünümüz yapıldı. Kaderimin çizildiği, altı üstü toprak olan yeni bir odaya evimizi yerleştirdiler!

‘Astsubay okulunu birinci bitirince üniversite sınavına girmemi telkin ediyorlardı, ancak üniversite sınavına girebilmek için düz lise diploması almam gerekiyordu. Ortaokulda da dersleri çok yetersiz almıştık, Astsubay meslek lisesinde fizik, kimya ve biyoloji gibi dersler hiç yoktu. Parasını ağabeyim ödedi bir dershaneye kaydolup biyoloji matematik gibi daha önce hiç görmediğim derslere çalıştım. Arkadaşlarım birinci sıraya Tıp ikinci sıraya hukuk yazmamı telkin etti. Sınav sonucu Türkiye 1594’üncüsü olarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım.

‘GATA komutanı merhum profesör Tabip Tümgeneral Necati Kolan Paşa benim tıp fakültesini kazandığımı duyunca çok şaşırdı, ve ‘evladım hangi liseyi bitirdin’ diye sordu. Astsubay Hazırlama Okulu’ndan mezun olduğumu ve yedi yaşından beri yatılı okullarda okuduğumu söyledim, şaşkınlık içinde ‘oğlum, fizik, kimya, biyoloji ve matematik de görmemişsin, normal bir eğitim alsaydın bu kadar şaşırmazdım’ dedi. Beni GATA’da acil servis gece emniyet subaylığına görevlendirdi. Gece çalıştım, gündüz Ankara Tıp Fakültesinde okudum.

‘Tıp Fakültesini altı yılda iyi bir derece ile bitirdim, bitirdiğim yıl tabip teğmen rütbesi ile atamam yapıldı, tabip teğmen olarak göreve başladıktan sonra hızımı hiç kesmeden TUS’a hazırlandım, bana iyi bir doktor olacaksan çok iyi seviyede İngilizce öğrenmen gerek dediler, 29 yaşında hiç alt yapım olmadan dil öğrenmeye başladım.

‘Üsteğmen Yıldıray Çevik’in de katkılarıyla ve gerçekten çok azimle dil problemini çözdüm. TSK Genel Dil Sınavını geçtim. Yapılan TUS sınavı sonucu tek tercihim olan GATA beyin cerrahisi bölümünü kazandım ve ihtisasa başladım. Beyin cerrahisi uzmanı olduktan sonra Diyarbakır Askeri Hastanesi Beyin Cerrahisi Klinik Şefliğine atandım.

‘1998 yılında staj tahsili için Amerika Birleşik Devletleri The George Washington Üniversitesine gittim. Orada önce TOEFM sınavını verdim ve Amerika Birleşik Devletleri Tıp Fakültesi bitirme sınavı  olan USMLE’yi geçerek Amerika’da doktorluk yapma hakkı kazandım.

‘Bu sınavdaki başarımdan dolayı Amerika’daki dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü beyin cerrahlarından biri olan hocam Prof. Dr. Laligam Sekhar bana ‘artık burada da doktorluk yapma hakkın var, yanımda kal seni star yapayım’ diyerek beni çok heyecanlandıran bir teklif yaptı.

‘Dünyada hiçbir beyin cerrahı bu teklifi kolay kolay red edemez. Bu teklifi ailemle paylaştım, hem eşim hem çocuklarım düşünmeden teklifi kabul etmemi söylediler. Ben bir haftalık düşünceden sonra beni ilkokul birinci sınıftan itibaren, ortaokul, Astsubay Hazırlama ve Üniversiteyi okutan ülkeme ve kendi ülke insanıma hizmet etmenin daha uygun olacağını ve bu durumun vicdanımı rahatlatacağını düşünerek ülkeme dönmeye karar verdim.

‘Ben bu kararı verince oradaki hayat şartlarına yeni yeni adapte olan ilkokul ve ortaokulda okuyan kızlarım ağlamaklı oldular. Kararımdan vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak kararımı kesin vermiştim. Vergileriyle okuduğum Türk Milletine hizmet etmem daha doğruydu. Herşey para ve şöhret değildi. İnsanın vatanı her şeyden daha değerli idi. Hem, her ne kadar zor şartlar altında bitler içerisinde okuduysam da devletim olmasaydı o imkanları dahi bulamayıp okuyamayacağım gerçekti.

‘Amerika’dan döndükten sonra sırasıyla Diyarbakır ve Ankara Mevki Asker hastanelerinde beyin cerrahi uzmanlığı ve cerrahi bilimler başkanlığı yaptıktan sonra 2010 yılında doçent oldum. 20110/2014 yılları arasında Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesi ve Kayseri Asker Hastanesinde baştabip olarak görev yaptım.. (….)

‘Amerika’daki hocamla irtibatı hiç kesmedim, o da beni sevdiği için beni sorarak takip ettiğini hissettirmiştir, mektubundan sadece şu kısmı şöyle (Aslı İngilizce): ‘Sevgili Abdurrahman, Türkiye’den gelen farklı insanlara daima seni soruyorum. Sen ülkene döndün ve halkına hizmeti seçtin. Büyük bir vatanseversin. Bulunduğun yerde elinden gelenin en iyisini yap! Allah’ın senden istediği bu. Sonuçlarını ve çıkarlarını düşünmeden görevini yap. Bir gün umarım Türkiye’ye gelirim o zaman seni görürüm, sana ve ailene en iyi dileklerimle!

‘On iki yıl emrinde görev yaptığım sayın Emekli Tuğgeneral Şahin Tarlan’ın hakkımda söylediği: ‘askeri tababette, çalışkanlığın, gururun ve fedakarlığın simgesi olarak hatırlanan bir isimdir Abdurrahim Bakır. (….) Kendisini tanıdığımda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sağlık güvencesi olan Diyarbakır Askeri Hastanesinin Beyin Cerrahi Kliniğinde, klinik şefi olarak görevini yürütüyordu. Hizmet alanında disiplini bilgisi ve çalışkanlığı ile dikkati çeken, yaşam ümidi olmayan beyin yaralanmalarına acil müdahale ile nice canlara hayat veren, gece gündüz demeden fedakarca çalışan bir tabip subaydı… (…) Yürüttüğü çalışmalarda üstün başarılarını gördüm, kendisine teşekkürlerim ve takdimlerim artarak devam etmiştir…’

İşte beyin cerrahi profesör Abdurrahman Bakır’ın çok kısaltılmış özet hikayesi!

Ancak büyük oscarlık film dramatik hikaye şimdi burada başlıyor!

Bunca hikayeyi uzunca anlatmamın sebebi?

Profesör Abdurrahman Bey, yaklaşık kırk yıldır birebir yüzlerce değil binlerce değil mübalağasız onbinlerce Adıyamanlı’ya dokunup Türkiye’nin dört bir yanından kendisine ulaşan herkese elinden geldiği kadar hizmet etti.

Abdurrahman Bey’in ne zaman odasına gitsek kapısında Adıyaman’dan gelip kuyruk olmuş çaresiz hastalar görürdük!

Ve Abdurrahman Bey’le aramızda arkadaşlarının ve benim şakayla karışık şöyle konuşmalar olurdu:

-Yahu hocam, bir muayene açsaydın şimdiye kadar iki sokak dolusu apartmanın olurdu.

-Yahu hocam, senin şu bitmeyen hastaların her birinin ameliyatı (bugünün parasıyla) dörtyüz bin beşyüzbin lira, çoktan köşeyi dönersin…

Abdurrahman Bey, -ben Adıyaman’ın çocuğuyum, parasızlığın ne olduğunu bilirim, hastalarımdan beş kuruş para alamam…

-Hocam, her sabah kapına dayanmış onlarca Adıyamanlı hasta, baş etmen mümkün değil…

Abdurrahman bey: -Üstüme gelmeyin şakasını dahi yapmayın, hayatım bu meslekten beş kuruş fazla kazanmadan doğduğum memlekete hizmetle bitecek!

Ve..

Gelelim bu muhteşem güzellikte memleket evladının finaline…

Adıyaman’da ‘deprem’ olduğunda Abdurrahman Bey nihayet Adıyaman’dan bağımsız vekil olarak siyasete girmeye karar verdiğinde aramızda şöyle konuşmalar geçti:

-Abdurrahman Bey, lider sultası var, bağımsız aday olmanız hüsran olur!

Abdurrahman Bey: -Olur mu, Adıyaman halkı kırk yıldır beni tanır, zaten beni bağımsız vekilliğe zorlayan kapıma kırk yıldır gelip giden dostlarım!

-Abdurrahman Bey, bir parti adı olmadan bölgede ileri gelen mezhep aşiret adı olmadan seçime gidersen hayal kırıklığı yaşarsın. Görmüyor musun bölgede vekillik babadan oğula hatta toruna geçiyor, sen iyisi mi büyük parti liderleriyle bir görüş!

Abdurrahman Bey: -Hayır bağımsız gireceğim, bunca yoksulluktan gelip Amerikalar’da takdir kazandım, kırk yıldır hizmet ediyorum, kimsenin adamı olamam, Adıyaman beni tanır, bağımsız gireceğim. Lider sultasına girdikten sonra vekilliğin ne anlamı kalır! Ben istiyorum ki hemşerilerim hasta oldukları zamanki gibi rahatlıkla yanıma gelip gitsinler, birinin adamı birinin partisinden olmak vicdanıma sığmıyor!

-Sen bilirsin hocam ama hiç değilse müsaade et de sana gücümüz yettiğince medya desteği verelim, röportaj yapalım hayat hikayeni anlatalım…

Abdurrahman Bey: -Hayır, siz bu işe girmeyin, beni bir görüşün adamı sanırlar!

-Bak hocam, lider sultasını aşamazsın bölgedeki feodaliteyi yenemezsin, gel sana programlar yapalım…

Dinletemedik!

Abdurrahman bey, ısrarla, inadım inad, lider sultasını aşmanın tek yolu, bağımsız aday olarak girmektir, onun bunun adamı olduktan sonra vekillik işe yaramaz, dedi ve bağımsız aday oldu!

Yine de Abdurrahman Bey’e güç verdik, -hocam, senin nasıl okuduğun nasıl hizmetlerin olduğu ortada, kesinlikle şansın çok, yolun açık olsun, deyip uğurladık!

Ve, peşinden, -Hocam, yalnız senden bir ricamız var, seçim çalışmalarında şu bize anlattığın fıkralar var ya seçmenlere o fıkraları anlat, evliya menkıbesi gibiler, inan çok işe yararlar!

Ve kırk yıllık emeğin karşılığı!

Adıyaman’ın toplam seçmeni 300 bin civarında, AKP 4 vekil CHP 1 vekil çıkardı.

Eşi benzeri olmayan mucizevi bir başarı öyküsüne bir  CV’ye sahip Beyin Cerrahi Abdurrahman Bakır son seçimde Adıyaman’dan tamı tamına 3088 oy aldı.

Seçimde kendisine oy veren bir seçmeni, Abdurrahman Bey’e, şöyle diyor: -Hocam siz bu CV’yle Cumhurbaşkanı dahi olabilirsiniz ama Adıyaman’da seçim kazanamazsınız!

Abdurrahman Bey’i son gördüğümde heykel gibi suskun, ağzını bıçak açmıyor!

Eski, neşeli coşkulu Abdurrahman Bey yok oldu gitti!

Teskin edelim, moral verelim diye, arkadaşlarla, günbegün ziyaretine gittik…

Abdurrahman beyin saf çocuk neşesi, fıkraları, şakaları gitmiş, ne söylesek yere bakıyor!

Sanki içinde bir intihar yaşamış, onu böyle suskun görmek, bir yazar olarak ‘insanı’ paramparça ediyor!

Sonunda dayanamadım, -hocam karşı çıksan da çıkmasan da oturup hikayeni yazacağım, dedim.

Abdurrahman Bey: -Sakın tek kelime yazma, beni hemşerilerim karşısında mahcup durumda bırakırsın…

Gür sular gibi konuşan etrafa hep neşeli şakalı fıkralar anlatan Abdurahman hocanın kafası durmuş.

Zümrüt gibi parıldayan gözleri, coşkusu, heyecanı sönmüş, gözleri hep kaçamak yerlere bakıyor, bir insan bir seçim sonrası bu kadar ‘değişir mi’?

Bu izin alınmamış satırları şimdi sizinle birlikte okuyacak!

Memlekette herkesi kör, herkesi kanser, herkesi küskün, herkesi eli kolu bağlı çaresiz yapıveren, ve hepimizi ürküten boğan sessizleştiren, en bilge deha insanların dahi aklını alıveren, çok karanlık sosyal bir hastalık var!

Yapıp ettiklerimiz, isyanımız, şakalarımız, fıkralarımız bir avuç entelektüel okuyucunun zihinsel eğlencesine hizmet etmekten öteye gidemiyor!

Genel Yayın Yönetmeni Erdem Atay’ın yazıya notu:

Bu muhteşem yazıyı okuyunca hemen Nihat Ağabeyi aradım, “Ağabey, en önemli ayrıntıyı atlamışsın” dedim. O ayrıntıyı da ben ekleyeyim. Abdurrahman Bakır, FETÖ’nün gazabına uğrayanlardan… Ne oldu biliyor musunuz? 2014 yılında Kayseri Askeri Hastanesi’nin başhekimiyken FETÖ’cüler tarafından Selimiye 1. Ordu Komutanlığı Veteriner Hekim kadrosuna alındı. Orada denetleme üyesi yapıldı.

Cumhuriyet mucizesi olan beyin cerrahı Prof. Dr. Abdurrahman Bakır, FETÖ’cü olmadığı için hayvanlara bakması için görevlendirildi.

Bu ayrıntıyı da yazmadan olmazdı.

Nihat Genç 
Veryansın TV”
https://www.veryansintv.com/yazar/nihat-genc/kose-yazisi/iyi-insanlar-da-var/

Paylaşandan son söz: Vicdan, ahlak ve idraki olmayan bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda vefa olmaz ve bu gibi toplumlar tarih sahnesinden silinmeye mahkumdur.