Uhrevi tarafı elbette ‘mahkeme-i kübra’ya ait… Fakat yaşananlara bakmalı, dersler çıkarmalıyız.

Hareket’in “mahrem” yönü ortaya çıkıncaya kadar, görünen fotoğrafı nasıldı? İyi eğitimli, saygılı, açık fikirli, medeni davranışlı dindar insanlar… İçlerinde profesörler, iş adamları, yüksek düzeyde uzmanlar vardı. Başarılı okullar açıyorlardı. Bugünkü iktidarda bir çok kimsenin çocuğu o okullarda okudu.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde “Türk Okulları” açıyorlar, bayrağımızı göndere çekiyor, İstiklal Marşını okutuyorlardı.

Türkçe Olimpiyatları”nda Türkçe konuşan dünya çocuklarını görmek elbette hepimize heyecan veriyordu.

İktidar da bu harekete “hasret” nidalarıyla sesleniyor, “ne isteseler veriyor”du…

İÇİ DIŞI FARKLIYDI

Bu hareket, bildik tarikatlardan, cemaatlerden farklıydı. İnsanları dünyadan koparmıyor, aksine eğitim yoluyla yükselmelerini sağlıyordu. ‘Anadolu kalkınması’nın yarattığı dindar iş insanları ve esnaf bu hareketi samimiyetle, yani “mahrem” tarafını bilmeden desteklediler.

Bu husus, “hukuken” de son derece önemlidir. Çünkü pek çok insan, sadece hareketin görünen tarafında oldukları halde, “irtibat ve iltisak” denilerek, hatta sadece “sosyal çevre” denilerek, siyasi kararlarla mesleki ve sosyal hayatta tasfiye edildiler. Hayatları karartıldı.

Mustafa Yeneroğlu açıklamıştı: 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 6 yılda, 1 milyon 763 bin 530 “silahlı terör örgütü” soruşturması açıldı.

Halbuki bunların pek çoğu işin sadece “samimiyet” tarafındaydılar. Delilsiz, yargısız KHK mağdurları… Kitlevi tutuklamalar… Mala mülke el koymalar…

Mahrem” tarafta FETÖ yani “Fethullahçı Terör Örgütü”nün darbeye teşebbüs eden örgütlenmesi vardı... Soru çalarak sınav kaybettirdikleri gençlerin, haksız tutuklamalarla hapse koydukları insanların hayatlarını kararttılar….

Sadece darbe değil, bu fiillerin failleri de suçludur.

Fakat bu eylemlerle ilgisi olmayıp sadece görünen tarafında bulunanlar hakkında da iktidar denetimsiz OHAL yetkilerini; “hukuk” zihniyetiyle değil, “siyasi tasfiye” zihniyetiyle kullandı. Siyasi kararlarla mağdur oldular.

Bu yargısız mağduriyetleri telafi etmek gerekir.

‘KÂİNAT İMAMI’

Gülen hareketi, sadece bir eğitim hareketi olarak kalsaydı, bir kısım seküler çevrelerin de de saygısını kazanırdı. Dış görünüşüyle böyle bir saygı çevresini kazanmıştı da… Abant Toplantıları’na katılan aydın ve akademisyenlerin büyük çoğunluğu seküler isimlerdi.

Ama hareketin içinde, sonradan ortaya çıkacaktı ki, “mahrem” bir örgütlenme vardı. Laiklik hassasiyeti bilinen ordudaki kadrolaşma ancak 15 Temmuz kanlı darbe girişiminde ortaya çıkacaktı…

Bu noktada iki temel soruna dikkat çekmek gerekir. Biri, Fethulah Gülen’in egosu; diğeri siyasi kültürümüzdeki “devleti ele geçirme” hastalığı…

Kendisine “kâinatın imamı” denilen ve “Peygamber efendimizle ruhani ilişki içinde” olduğu fısıldanan “gizemli” bir yapılanma…

Halbuki Ali Bardakoğlu Hocamızın yazdığı gibi:

Dinde gizem arttıkça dini duygu ve arayışların istismar edilme ihtimali de artar... Yüce Mevla bize esrarengiz ve şifreli bir kitap göndermedi.”

Ama hamasete yatkın olduğumuz gibi, “gizemli” şeylere, “kutb’ul aktab”lara, “kâinat imamları”na bağlanmaya da yatkınız!

Suriye’nin milli üniter yapısı korunmalı, sığınmacılar çiçeklerle uğurlanmalıdır Suriye’nin milli üniter yapısı korunmalı, sığınmacılar çiçeklerle uğurlanmalıdır

Acı tecrübelerle uyanabiliyoruz mistik ve karizmatik büyülerden...

DEVLETİ ELE GEÇİRMEK

Tarikatlarda yaşanan post kavgalarını, güç çatışmalarını görüyorsunuz değil mi? Gülen ölünce, zaten hayli küçülmüş olan ‘Gülen hareketi’nde de benzer kavgalar olacak nihayet sonu gelecektir.

İhtiras, güç tutkusu, “kâinat imamı” egosunda daha korkunç oluyor… Gülen’in sosyal medyadaki şu sözlerine bakın:

Senin iktidar dediğin şey nedir, ben yirmi yaşımda onu devireceğimi, yerine başkasını kuracağımı planlamış insanım...”

Bu nasıl bir güç hırsı?!

Bizim siyasi kültürümüzde “devleti ele geçirmek” amaç veya korku halinde yaygın bir hastalıktır.

Hiç aklımızdan çıkmamalı: Modern devlet, bir üstün hukuk kurumudur. Ne darbeyle, ne devrimci örgütlenmelerle ne de sistemli atamalarla “ele geçirilmesi” kabul edilemez. Devlet, milletin bütünündür. Bütün işlemleri hukukla bağlıdır, yargı denetimine tabidir, “şeffaflık” ve “liyakat” devlet işleyişinin temel ilkeleridir.

Modern hukuk devleti seviyesine çıkmış olsaydık, kim “devleti ele geçirmeye” kalkabilirdi ki? Bakın gelişmiş demokrasilere; mümkün mü?

Asıl almamız gereken ders budur.

Editör: Kerim Öztürk