Hafta başında, gündemin alev alev yandığı bir anda, duruşuna, görüşlerine ve analizlerine çok saygı duyduğum ve çok sevdiğim dostum, ağabeyimden bir elektronik posta aldım. İletinin girişine not düşmüştü; “Bir masal gönderiyorum sana. Fazla düşünmek zarar getirir, düşünme dua et..” diye.
Okurlarımızla paylaşmak içinde bilinçli olarak hafta sonunun gelmesini bekledim. Vatan gazetesinden Sanem Altan’ın yıllar önce bir yazısından alıntılarda vardı içinde.. Aynen şöyleydi, ağabeyimin kaynaklardan derlediği elektronik postası;
“DÜŞÜNEN ADAM”...
Modern heykel sanatının en ünlü eserlerinden Düşünen Adam’ın dünyanın birçok yerinde kopyası bulunmaktadır. Bu kopyalar, günümüzde Asya, Avrupa ve Amerika’da birçok önemli yapının bahçesine anlam katmaktadır.
Bu heykel diğer ülkelerde çoğunlukla müze, sanat galerileri ve üniversitelerde yer alırken; Türkiye’de akıl hastanesi bahçesine yerleştirilmiştir.
Biz o heykeli 1951 yılında neden akıl hastanesi bahçesine koyduk? Bu ülkede düşünmenin delilik olduğuna inandığımızdan mı? Düşünenin delireceğine olan inancımızdan mı? Düşünmenin delilere mahsus bir şey olduğunu sandığımızdan mı?
Yoksa düşünmekten ve düşünen insanlardan korktuğumuzdan mı?
Aslında hepsi.
Çünkü;
Düşünenler her şeyi sorgulamaya başlıyor. Oyunu verirken toplumsal çıkarları hesap ediyor. Din uyuşturucusuna karşı direnç geliştiriyor. Biat etmeyip hak arıyor.
Hükümetin politikalarını sorguluyor. Yedikleri rüşvetleri yiyenlerin boğazına dizdiriyor.
İktidarın yalanlarını yüzüne vuruyor. 1000 küsur odacıklı binayı “saray” diyerek milleti aydınlatıyor. Kısacası koyun gibi güdülemiyor.
‘Bu büyük suçları işleyenleri Allah taş keser’ dercesine heykeli oraya dikmişiz.
‘Düşün düşün, sonu b..r bu gidişin’ Rodin’cesi. Bu memlekette o heykelin dikilebileceği daha uygun bir yer var mı?
GERÇEK HİKAYESİ
Rodin’in onca heykeli varken “Düşünen Adam” heykelinin kopyasının akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dan çıkmış. 1953 yılında bir dergide heykelin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga, heykelin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunmuş. Aslında güzel sanatlar mezunu olmayan, Bakırköy’de yaşayan Künmat, eli yatkın olduğu için Rodin’in eserini yapmayı kabul etmiş. Bakırköy’deki taş ocaklarının birinden çıkartılan devasa kaya, askeri birliklerin de yardımıyla bugünkü heykelin durduğu yere getirilmiş. Düşünen Adam’ı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az kala ‘Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim...’ demeye başlamış. O dönem başhekim yardımcısı olan Faruk Bayülkem, Künmat’ın, Düşünen Adam için 40 bin lira istediğini söylüyor. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde zaten ‘heykel ödeneği’ olmadığı için Künmat’ın talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine alıngan heykeltıraş, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakmış. Başhekim Göktulga, Künmat’ın hastaneden çekip gitmemesi için ikna edilmek üzere yardımcısı Bayülkem’i görevlendirmiş. Künmat’a para verilmemiş ama özel odalarda yatırılmış, gömlek alınıp hediye edilmiş. Bakırköylü Rodin, emeğinin karşılığını alamayınca heykeli öylece bırakarak gitmiş. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş.
Hastane yönetimi kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söylemiş. Bayülkem, heykelin diğer yerlerini de bozmasından korktuğu Yüzbaşı’ya başka bir kaya parçası vererek bir kol yapmasını istemiş. Yüzbaşı güzel bir kol yapınca, Düşünen Adam yeni ustasına havale edilmiştir. Hastane yönetimi ‘Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.’ diye vaatte de bulunmuş. O da kabul etmiş. Bakırköy’deki Düşünen Adam’ın elini çenesinin altına koyduğu, dirseğini de dizine dayadığı sağ kolu işte bu yüzbaşı tarafından tamamlanmış. Yüzbaşı, heykeli tamamladıktan sonra gerçekten taburcu edilmiş. O dönemde heykelden çok gazetecileri bir düşünce almış. ‘Neden düşünen adam heykeli dikildiği’sorgulanmaya başlanmış. Bayülkem gülerek gazetecilere, “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.” yanıtını verdiğini söylüyor.
Heykel, zamanla Türkiye’de Cehennem Kapısı’ndaki Dante’yi bile unutturup bambaşka anlam kazanmıştır. Yarım asır önceki gazetelerin ‘Dikkat! Tımarhaneden azılı ve tehlikeli bir deli kaçtı, aramızda dolaşıyor’ manşetlerini attığı günlerden Yeşilçam filmlerine kadar ‘akıl hastalığı’ ile adeta özdeşleşmiştir.”
Günün anlam ve önemine binaen..
İsteyenin, istediği taraftan bakması serbest!..