Beni kimlerin aday olduğundan çok, liderlerin, siyasi partilerin veya ittifakların, Türk Milleti için ne gibi bir yol önerdiği ilgilendiriyor... Bu çerçevede 2002 seçimleri öncesinde yaptığım uyarıları ve bazı siyasilerin değerlendirmelerini hatırlatmak istiyorum...
***
Siyasi partileri iktidara taşıyan, öncelikle liderin kendine olan güvenidir. Lider kendine güvenirse, etrafına aynı güveni aşılar. İnanmış 40 kişi bir ülkenin kaderini değiştirebilir. İnanç ve güven, 40 kişi etrafında halkalar halinde yayılır ve toplumun tümünü etkilemeye başlar. Seçim motivasyonu da böyle sağlanır.
Güçlü bir motivasyona ulaşmak için, vizyonun da güçlü olması gerekir.
***
Türkiye, Atatürk'ün ölümünden hemen sonra, 1939 yılında İngiltere ile imzalanan anlaşmalar ile millî devlet, rayından kaymaya başladı. 1944'ten itibaren bu kayma hızlandı. 1950-60 arası, ekonomik, siyasi ve kültürel teslimiyetçiliğin yanında askerî teslimiyetçilik de başladı. 1960'ta ordudan büyük tasfiye yapıldı. 12 Eylül 1980 öncesi, Türkiye bu politikalar yüzünden istikrarsızlığa sürüklendi, 1980'den itibaren tam teslimiyet dönemi başladı. Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve ne kadar ulusallık iddiasında bulunursa bulunsun Bülent Ecevit hükümetleri ve sonunda AKP hükümeti tam teslimiyeti de aşarak, Türkiye'nin yönetimini doğrudan yabancılara devretti. Türkiye, artık, Koray Aydın'ın tespitiyle, "kendi meşruiyetlerini içerde kabul ettirmek için dışardan destek, hatta icazet almayı politika olarak benimsemiş, uygulamış partiler" veya liderler tarafından yönetilir oldu.
Ramiz Ongun ise bu durumu "Siyasetimiz dışarıdan bize dayatılanları kendi halkına kabul ettiren bir mekanizma durumuna gelmiştir. Türkiye'yi cılızlaştıran, mukavemet edemez hale getiren, bütün dış dayatmaları kabul etmeye mecbur eden yapının sebebi siyasi partiler ve seçim yasalarıdır" diye özetliyordu...
Nitekim AKP iktidarı, tam da Türkiye'ye dışarıdan dayatılanları Türk halkına kabul ettirme mekanizması olarak çalıştı ama bunu yaparken "Yeni Osmanlı'yı kuruyoruz" gibi sahte ve aldatmaya dönük vizyonlar kullandı.
Fakat Tayyip Erdoğan'ın o dönemdeki danışmanı Ömer Çelik, gerçeği açık açık yazıyordu...
Ömer Çelik, ABD'nin Fas'tan Endonezya'ya kadar bütün İslam Dünyası'nı kontrol altına alma stratejisine yani Büyük Orta Doğu Projesi'ne "Büyük vizyon" diyordu... Çelik, bunun ardından "Dünün coğrafi çıkardan bölgesel çıkarı ve bölgesel çıkardan küresel çıkarı tanımlayan 'tümevarımcı' yaklaşımı, yerini küresel vizyondan bölgesel yaklaşımı, bölgesel yaklaşım içinden ulusal çıkarı değerlendiren 'tümdengelimci' dış politika stratejisine bırakmış durumda" görüşünü öne sürüyordu. Kısacası "Biz ABD'nin küresel vizyonu veya ABD'nin coğrafi determinizmi çerçevesinde düşünürüz" itirafında bulunmuş oluyordu...
***
Esas olarak AKP, "Türksüz Türkiye" vizyonuna sahipti ama İslam şemsiyesiyle Türklerden oy almıştı... Oysa Türkiye'de uzun yıllardır, gizli Ermeni lobisi ile gizli Yahudi lobisi arasında bir savaş yaşanıyordu... Darbeler, Ergenekon, Balyoz davaları ve nihayet 15 Temmuz, böyle bir sürecin yansımalarıdır...
Türkler neyin ne olduğunu anlayana kadar gerçekten de "Atı alan Üsküdar'ı geçiyor..."
Şimdiki seçimlere de böyle bakıyorum...
Tabii, bu açıklama, kimilerine komplo teorisi gibi gelebilir... Böyle düşünen varsa, aday listelerine bu gözle bir bakıversin... Biz burada kişilere özel bir değerlendirme yapamayız ama genel olarak kimin neyi savunduğuna bakarak bir durum tespiti yapabiliriz. Yukarıda yaptığımız da budur...
***
Tabii tek tek sektörel vaatlerde bulunmanın ötesinde, ekonominin düzeltileceğine dair genel bir umut oluşturmak, bunun için de radikal çözümler göstermek de önemli ama gizli vizyonu veya gizli gündemi olan siyasilerle Türkiye'nin geleceği karartılır ancak...
Arslan Bulut / Yeniçağ