Gözümüzün gördüğü zanneder dururuz dünyayı, oysa gözümüze değen güneş gündüzünün bir de henüz gözümüze ilişmemiş ay gecesi vardır... Sonra nasıl söylenebilir ki , bütün bilgi; bildiğimiz kadardır...? Bir de karanlıklar vardır, içinde ışığı barındıran, aydınlıklar diyarına ulaştıran... Yani ki görünenin zıttında bir yolu ayaklarımıza yaklaştıran... Hal böyle iken, nasıl denir ki karanlığa kara! Kanayana yara! Anlam verirken görünenlere, görünmeyenleri düşünmeli önce...
Sessizlik, ya haykırışın tükendiği noktadadır yahut başlangıcında, ortası bulunmaz kavramların tam ortasında!... Suçlu kabul edilmemeli insan! hissine "sus yaftası" yapıştığında... Dili öğrenmeli dinleyen, bilmeli sessizliğin anlatışını da... Uzak durmanın en yakın olmak kadar samimi olabileceğini göz ardı etmemeli his dağarcığında... Öyle ki, İnsan sığınmalı bilinmezlik yamacına, çekinmeli atıp tutmaktan çoğu zaman bilmedikleri hakkında!...
Görünen köye gerekmez mi kılavuz ? Unutma, uzaktan gördüğün kadar yakın değildir mesafeler! Davulun sesi gür gelir uzaktan, ayrıca... Yakın gelmesin hiç bilmediğin iklimler mevsimine, bir bilene danış önce... Sonra anlatanın anlattığını dinlediğin kadar, sustuğunu da dinle...  Umut; yolcunun azığıdır ve yolda bilmediklerini öğrenir durur, yolun muallimliğini kabul etmese de...  Tevazu sahibini yüceltir bilmeden! 'mağrurluk' bilinen bir ateştir de ...İşte böyle de,  gördüklerini küçümseme... Gördüğün kadar bilme... Gördüm deme...
 
20.02.2012
YAKUP PASLI