Bir özel günde -bir dostumuzun mutlu gününde- bir grup iş adamı ile yuvarlak masa etrafında misafir edildik. Başlangıçta gayet resmi tavana bakmalar, buz gibi bir ortam, havadan sudan sohbetler ve ilerleyen dakikalarda söz İmralı sürecine geldi. Birbirleri ile yarışırcasına siyasal iktidara verilen destek beyanları ile AKP'ye oy verdiklerini ifade ettiler. Buna elbet denilecek bir şey yoktu. İnsanların hür iradesi ile geçmişte oy verilmişti. İlerleyen dakikalar kazın ayağının hiç de öyle olmadığını ortaya koyuyordu. Masada bir gariplik hissediliyordu. İnsanların  yüz hatlarına yansıyan ifadelerde bir çelişkinin olduğunu fark ediliyordu. Sohbetin ilerleyen anlarında, oluşturulan sanal iyimser havanın ülke piyasa şartları ile uyuşmadığını gösteriyordu. Gerçeklerle değil takdim edilen her türlü medya bombardımanı korku ortamının bir gereği olarak kulaklarımıza fısıldanan ifadelerde gördüm. İnsanlar korkuyor ve beraberinde iktidarla iyi ilişkiler ve iyi geçinme beklentisi etkili oluyordu. İkbal hesapları bir rüzgar gibi iş dünyasını ve toplumun bir çok kesimini etkisi  altına almıştır. Sokakların samimi kanaati bu iktidarın ömrünün fazlasıyla dolduğuydu. Alternatif lafları çok sık biçimde dillendirilmektedir. Türk milleti elbette çaresiz değildir, kimseye mecbur veya mahkum da değildir. Bir işaret fişeği gibi ülkede siyasal dengelerin her an değişeceğidir. 
Ortaya çıkan İmralı koalisyonu ile MHP; teslim alınamayan son kale, tek ümit, tek adres haline gelmiştir. Bu hakikat beyinlere kazınırcasına ortaya koyuluyordu. Burada tekrarlamakta yarar gördüğümüz konu, kısaca ülkenin beş paralık olan bölgesel ve evrensel itibarıdır. Bu ülkeye ne bölgede ne dünyada ne İslam dünyasında ne de Türk dünyasında kimse güvenmez. Fakirliğin, çaresizliğin, işsizliğin, KPSS ile devletin iş aş kapısı olmasının, küçülen devlete koca  belediye saraylarının, TOKİ devleri ile nasıl keyfiliğin, çelişkinin, zihin karışıklığın, her alanda ilkesizliğin hakim kılındığının sayısız örnekleri vardır. Bu satış, peşkeş, yağma ve keyfi uygulamalar nereye kadar gidecektir? Aslında saygın işadamı dostlarımız kendi etraflarında korumaya alınan ve imtiyaz gören, etraflarındaki  iş adamlarını isimleri gibi biliyorlardı. Kimlerin nasıl nereden nereye geldiğini, daha dün esemesi okunmayan birden zengin olan iş adamlarının kim olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Bu isimler birer birer kulağımıza fısıldanıyordu. Bu gayet saygın iş adamlarının isimleri tarafımızca malum. İş hayatları konjonktürel değil reel olan itibarlı iş adamlarımızı takdirle anıyorum. Peki niçin bu insanlar serbest piyasanın hakim olduğu, rekabetin hakkıyla yapıldığı ortamda ticaret yapamazlar? Arz ve talep kalite, iş hayatının evrensel ve ülke koşullarına göre yapıldığı, dün başkalarının bugün başkalarının himaye görmesi kader midir? Kamunun nemalanma, beslenme, zenginleşme alanı olduğu masadan ayrılınca kulağıma fısıldanıyor. Acı bir tebessüm yüzlerine yansıyor; dudaklarından içli, hüzünlü, endişeli cümleler dökülüyordu. İnsanları sohbet ortamında farklı, birebir kalınca farklı konuşturan bu korku imparatorluğu kesinlikle dağılmalıdır. Biz de ülkeyle alakalı sizin gibi düşünüyoruz, demeye mecbur eden bu baskı, dayatma ve imtiyazlılar dönemi kesinlikle bitirilmelidir. Bu, ülkede yaşayan her iş adamının doğmamış bebeklerin yararınadır. Milyarder iş adamı sıralamasında dünyanın gelişmiş ülkelerinden Japonya'nın bile iki katına çıkan bu zenginleşme sırrının bu ülkeye izah edilmesi gerekmez mi ?ANAP döneminde belli bir kesim iş adamı grubu, CHP döneminde farklı  bir kesim, AKP döneminde yine yandaşlar korumaya alınır, imtiyazlı olursa adalet bunun neresindedir? Yıllarca elit korumaya alınan laik, dayatmacı, jagoben bir kesim işveren imtiyaz görmüştür. Bütün baskılar inançlı insanlara yapılmıştır. Şimdi bu işverenlerin "kral öldü yaşasın yeni kral" anlayışı ile el üstünde tekrar tutulup ayrıcalıklılar kervanına katıldığını ibretle izliyoruz. Bu ülkede ticareti ve siyaseti, sınırlarını ayırarak kendi döngü ve tutarlılığı  içerisinde yapmak mümkün değil midir? Bunu başaran ülkeler gelişmiştir, biz hala kimlik tartışmaları ile bir asır geriden geliyoruz. Bu ülkeye yazıktır, "Dediğim dedik, çaldığım düdük," dönemi süratle kapanmalıdır. En kısa zamanda ortak aklın ve milli iradenin etkili ve yetkili olduğu, gerçek müteşebbis hürriyeti dönemi başlamalıdır. Ferde refah, müteşebbise meşru karın dışında Türk milletinin hayat müdafaasına yönelik bir iş adamı anlayışının hakim kılınması şarttır. 
Toplumun her kesiminde başlayan bu sorgulama ve itiraf ile, iktidara olan güven hayal kırıklığına dönüşmüştür. Özeleştiri ve sorgulama dönemi kaçınılmazdır. Bu yürek parçalayan kanlı, irinli İmralı limanı da tuzu biberi olmuştur. Bu ülkede "Siyasetçiler sık sık yalan söyler, siyasetçilere güvenilmez, akşam ak sabah kara derler." ifadeleri siyaset kurumunu hatta bu ülkenin geleceğini  yaralamıştır. Sahi çocuklarımızı,  siyasetçinin dürüst, sözüne güvenilir insanlar olduğuna ; başbakanların,  bakanların, milletvekillerin yalan söylemeyeceğine inandırabilecek miyiz?  Bu makamları bu kadar  dejenere etmeye ayağa düşürmeye hakkınız var mıdır? Üç günlük siyasi ömür ve iktidarda kalma adına bu kadar ilkesizlik, çizgisizlik olur mu? U dönüşüne, zikzak çizmeye ne gerek vardır? Gerçekten bizim bilmediğimiz kendilerinin bildiği hakikatleri, zorlukları, bilmek de hakkımız değil midir? Bu gerçekleri milletle paylaşınız ve lütfen en kısa zamanda istifa ediniz. 
Bu ülke illa sizin aklınıza, çözümünüze, yolunuza, dayatmanıza mecbur mudur? PKK, Öcalan, Barzani, Kandil bayram ediyor, İsrail ve gizli mahfiller bayram edip ellerini ovuşturuyor. Bu millet kan ağlıyor, karalar bağlıyor; bu ülkenin şehitlerini yeniden tekrar öldürüyorsunuz. Buna hakkınız yoktur. Bu ülkenin yakasından lütfen düşünüz. Takdiri millete bırakınız. Sizin bitmek bilmeyen başkanlık sistemi ve benzeri makam iktidarı sürdürme manevra ve tasarruflarınız ülkeyi kaosa, kargaşaya sürüklüyor. İş adamlarımızla bütün bunları ortak aklın gereği aklın yolu tektir gerçeğinden hareketle  etrafa bakarak sözler boğazlarına düğümlenerek hüzünle yaşadık. Bu ülkede partilere göre değişmeyen gerçeklerle yaşamak istiyoruz.
    
Bu ortamdan ayrılırken iş adamları kulağımıza nemi fısıldadı.?

İşte o sözler;

'' Bizde sizinle aynı fikirdeyiz,hassasiyetlerinizi paylaşıyoruz.''  
''İçimiz kan ağlıyor bizi böyle sindirenler utansın ''