Bu günlerde çok kültürlülüğün ve farklılıkların gökkuşağının renk armonisi ile tariflendirildiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu ortamda, Cumhuriyetin değerlerini savunanlar, metruk bir bina olarak gösterilen Türk Milli Devleti'nin camlarını kıranlara karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu cam kıranlar, bu ülkeyi yönetmeye talip olduklarını söyleyenler, Türkiye'nin bir çiçek bahçesi olduğunu iddia edenler, PKK'nın meclisteki kravatlı temsilcileriyle işbirliği yapanlar, açılım politikalarının savunucuları, emperyalizmin yerli işbirlikçileri ve İslam dinini kullanarak siyasallaştıran maskeli Balo'nun mensuplarıdır.
Bu yazıda, bu grupların nasıl ve neden bu noktaya geldiklerini, Türkiye'nin siyasal manzarasını nasıl şekillendirdiklerini ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine nasıl zarar verdiklerini analiz etmeye çalışacağım.
Ayrıca, bu gruplara karşı nasıl bir tavır alınması gerektiğini ve Türk Milli Devleti'nin nasıl korunması ve güçlendirilmesi gerektiğini de tartışacağım. Bu yazıyı bir blog postu olarak kaleme alıyorum, uzun ve profesyonel bir ton kullanarak.
Çok kültürlülüğün ve farklılıkların gökkuşağının renk armonisi ile tariflendirildiği bu günlerde ‘farklılıkların farkında olarak, bu ülkeyi yönetmeye’ talip olduklarını söyleyenler; Metruk bir bina olarak gösterilen Cumhuriyetin bir camını kırmışlardı. Dün söylenenlerin ve eylemlerin sonucunun meydana getirdiği bu günkü siyasal iklim Türkiye’nin ‘farklı farklı renklerde ve tonlarda ve boylardan oluşan bir çiçek bahçesi’ olduğunu söyleyenler sayesinde, AKP hükümetinin 36 ayrı etnik unsur vurgusuna temel teşkil etmesine zemin hazırlamıştır. Bu günkü siyasal manzaranın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Türkiye’nin bir çiçek bahçesi olduğunu söyleyenler, o gün bu tarifi neden ve nasıl yapmışlardır ve devamında ‘meclisin renklerini birleştirme’ iddiasını ortaya atarak, sosyalleştikleri PKK’nın meclisteki kravatlı temsilcileriyle bu gün her önüne gelenin metruk bir binaya benzetilen Türk Milli Devleti’nin camlarına taş atmalarına sebep olmamışlar mıdır?
Açılım politikalarının gündeme öyle bir günde gelmediği konuyla ilgili her kesin malumu. PKK’nın neredeyse bir terör örgütü olmadığını dahi söyleyebilecek kadar ileri gidenler son günlerde peyda olmuştur. Bu güruh PKK’nın aslında 100 yıldır süre gelen bir sorunun doğal sonucu olarak ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Bunlar temelde Marksist-Leninist-Stalinist ve Maoist gelenekten gelen, geçmişte ‘Türk Milliyetçileri’ tarafından birçok defa mağlup edilmiş Liberallerdir.
Günümüzde ‘ılımlı İslam’ savunuculuğunu yapan bu Liberaller aslında emperyalizmin yerli işbirlikçileridir. Bu işbirlikçiler her dönemde farklı pozisyonlarda, farklı maskeleri yüzlerine geçirmişlerdir. Bukalemun gibidirler. Şimdilerde ‘siyasal İslamcılara’ yol gösteren konumunda soğuk savaş sürecinde talim yaptıkları Beka Vadisinde bağlandıkları merkezlerin güdümünde Kuzey Irak- Kandil-Erivan-Diyarbakır hattı üzerinde, Bürüksel-Washington’a bağlı olarak hizmetlerini efendileri adına sürdürmektedirler.
Bu zevatın her dönem mücadele ettiği tek bir ‘gerçek olgu’ vardır ki, bu gerçek olgu Türk Milliyetçiliği’nin zaferle taçlandırdığı Türk İstiklal savaşı sonucu kurduğu milli, üniter Türk Devletidir. Makyevelist bir anlayışı kendilerine rehber edinmiş olan bu zevat, ‘hedefe giden her yol mubahtır’ felsefesine sıkı sıkıya bağlı bir şekilde milli devleti dönüştürerek, çok dilli, çok milletli, kültürlü etnik bir yapıya dönüşmesini efendilerinin menfaatleri adına ‘bize de iyi gelir’ diyerek talep etmektedirler.
Bu bağlamda hükümete 1984’de başlayan ve toplamda 39 yılı dolduran kürtçü terörle mücadele yöntemi olarak ‘daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi’ açılımını rehber edinmelerini salık vermektedirler.
Terörle ‘mücadele’den terörle ‘müzakereye’ geçenlere Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alarak geliştirdiği ve bu siyasal İslamcı zevatın rehberi, akıl hocaları ABD’nin kendi ülkesinde uyguladığı suçlarla mücadele yöntemini önermek, konuyla ilgili her kesin dikkatini çekmeyi bir Türk vatandaşı olarak görev saymaktayım.
Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın?" sorusuna Guiliani'nin cevabı: “Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen orada kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım."
Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları birbir yakalayıp haklarında işlem yapmış.
Polis bu kararlılığıyla "Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, yeraltı treni istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz." demiş.'Kırık Cam Teorisi' ABD'li suç psikologu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alarak geliştirilmişti. Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerin birer 1959 model Oldsmobile bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı.
Olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar) da olaya dâhil oldu. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.
"Demek ki" diyordu Zimbardo, "ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz. "
Osman ÇELİK