Geride bıraktığımız hafta sonu yaşananlar, aslına bakarsanız bundan sonra yaşanabilecek gelişmelerin ipuçlarını veriyor.
Olan bitene baktığınızda, doğru bir tahlil sürecini hafızalarınızdan süzdüğünüzde atılacak her adımın artık sadece Suriye'nin geleceğinin değil, Ortadoğu'nun, hatta Dünya'nın nasıl şekilleneceği sonucuna kapı araladığını gösteriyor.
Elbette tüm bunlardan Türkiye'nin etkilenmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz.
AKP iktidarı böylesi bir dönemde yapılmaması gereken bir yanlışın içerisine düşmek üzere.
Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Münih'te düzenlenen Güvenlik Konferansı'nda verdiği demecinde Suudi Arabistan'ın savaş uçaklarının İncirlik'e geleceğini söylemesi ve "Kara operasyonu da lazım" sözlerini kullanması, Türkiye'nin son derece tehlikeli bir iş içerisine girişmek üzere olduğunu işaret ediyor.
Geride bıraktığımız hafta Suudi Arabistan yönetimi, özellikle Halep'in kuzeyinde bulunan ılımlı muhalifler olarak bilinen grupların kontrol ettiği sahaların, Rusya'nın havadan destek vermesiyle sonra Esad yönetiminin eline geçmesinin ardından ABD'ye "Suriye'de düzenlenecek kara operasyonuna asker gönderebileceğini" açıklamıştı.
Belli ki yakın zaman öncesinde Suudi Arabistan'a giden Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı, tüm bu olan bitenleri önceden Suudi yönetimiyle konuşmuş.
Zira bu derecede önemli olan gelişmelerin bir çırpıda gündeme gelmesi ve hayata geçmesi için hazırlık adımlarının atılması, öyle birkaç günde olabilecek meseleler değildir.
Suriye'de yaşanan insanlık dramı, Rusya'nın hava bombardımanını sıklaştırması, Esad'ın Halep'i çevrelerken, sivil halkı Türkiye'ye doğru göçe zorlaması, Suriye'ye komşu olan ülkelerden şüphesiz ki en çok Türkiye'yi etkilemektedir.
* * *
Diğer yandan PKK-PYD'nin Rusya-Esad-İran ittifakına paralel olacak şekilde hem Afrin bölgesinde, hem de Azez-Cerablus sahası arasında faaliyetlerini artırması da, sınırlarımız boyunca uzanabilecek bir "PKK koridoru" tehlikesini artırmıştır.
Bu gelişmelerin hepsi Türkiye'nin egemenlik haklarını ve milli güvenliğini tehdit etmektedir.
Ancak bu tehdidi bertaraf etmek için Suudi Arabistan'a ait savaş uçaklarına hava sahamızı açmak, üslerimizi kullandırmak, hele ki Suudi Arabistan ile ortak kara operasyonuna girişmeye kalkışmak, Türkiye'yi öngörülmesi zor olan son derece problemli şartlara taşıyabilir.
Zira Suudi Arabistan ile beraber kara operasyonu yapmak demek, Türkiye'yi sadece Suriye'de değil, hali hazırda mezhepsel gerilimlerin yaşandığı tüm coğrafyalarda Suudi Arabistan'ın gerilimin bir tarafı olduğu düşünüldüğünde; Irak, Yemen, Lübnan, Bahreyn, Afganistan, Pakistan, Basra Körfezi gibi yerlerde de sahaya sürmek anlamına gelecektir.
Bunun bizlere ne gibi bir sonuç açacağı belli değildir, belli olmadığı gibi beraberinde getirdiği riskler oldukça yüksektir.
Türkiye İslam coğrafyasındaki gerilimin tarafı değil, bütünleştirici, birleştirici ve kucaklaştırıcı makbul makamı olmalıdır.
Sınır komşumuz olan Suriye'de vahim olarak değerlen kırılmalar yaşanırken, Türkiye farklı kollardan yoğun bir terör kuşatmasına sokulmak istenirken, buna bir de mezhepsel gerginliklere taraf olacak ve nihayetinde İran'ı tümüyle karşımıza alacak politikalar eklenirse, bu kadar ağır bir yükü kaldırmaya muktedir olmamız imkânsız olur.
Nitekim İran, Suudi yönetiminin Suriye'de kara operasyonlarına katılabileceğini açıklamasının hemen ardından son derece sert bir şekilde bu gelişmenin karşısında olacaklarını duyurmuştur.
* * *
Aslına bakarsanız sorun sadece bu kadarla da sınırlı değildir.
24 Kasım günü hava sahamızı ihlal ettiği için düşürdüğümüz savaş uçağı nedeniyle, ilişki seviyemizin sürekli gerilediği ve gerginliğin tırmandığı Rusya ile ilgili olarak da ciddi bir sürecin içerisinde bulunuyoruz.
Moskova yönetimi ne olursa olsun Esad'ın yanında durmaktan imtina etmediği gibi İran ile sadece Suriye'de değil, Irak ve hatta Güney Kafkasya coğrafyasında da ortaklığını git gide yükseltiyor.
Türkiye kendi topraklarına Suudi savaş uçaklarının konuşulacağını, bu ülkeyle beraber kara operasyonuna girilebileceğini bizzat iktidar yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarla beraber tartışmaya başlarken, Moskova'dan iki önemli hamle geldi.
Bunlardan ilki Rusya'nın Karadeniz'deki askeri yığınağını artırması oldu. Putin, Karadeniz kıyısına 40 savaş uçağı ve helikopter gönderdi. Ayrıca Rusya Savunma Bakanlığı acil koduyla Karadeniz ve Hazar Filosu'nun içerisinde yer aldığı ortak bir askeri tatbikatın başlatıldığını duyurdu.
Diğeri ise bu hareketlilikten çok daha ilginç ve önemliydi.
Rusya Başbakanı Medvedev "Suriye'de başlatılacak olası bir kara harekâtının dünya savaşına davet çıkarma anlamına geleceğini" söyledi ve "ABD, Rusya, hatta Türkiye'nin bu savaşın çıkmasını önlemelidir" dedi. Medvedev'in şu sözü Rusya'nın bölge denklemini nasıl okuduğunu anlamaya yardımcı oluyor: "Suudi Arabistan, Suriye'ye karadan girdiği takdirde bölgedeki başka ülkeler de otomatik olarak ihtilafa iştirak edecektir. Bu yüzden hem ABD, hem de Suudi Arabistan onlarca yıl devam edecek ve hatta tüm dünyayı içine çekecek yeni bir cihan harbi çıkmasını istiyor mu?"
* * *
Bu açıklamaları hafızanızın bir yanında tutarak, Ahmet Davutoğlu'nun 11 Şubat'ta Hollanda Televizyonu'nun (NOS) sorularına yanıtlarken söylediği "Rusya'yla NATO'nun çatışma riski var" sözlerini lütfen beraber değerlendirin…
Türkiye'yi yöneten zihniyet son derece vahim hatalar yapmak üzere olduğunu idrak etmelidir.
Milli menfaatlerimizi milli imkânlarımızla, gücümüzü yetirerek korumayı ilke edinen bir anlayış yerine, İslam coğrafyasını baştan sona kan deryasına sürükleyecek adımları atmaktan uzak durmalıdır.
Aynı coğrafya içerisinde Türkiye'nin de olduğu unutulmamalı ve sonunun hesaplanamadığı eylemlerden mutlak suretle kaçınılmalıdır.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin bu gelişmeler yaşanırken sıcağı sıcağını yaptığı açıklamasında kullandığı "Dışişleri Bakanı 'kara operasyonu lazım' sözleriyle AKP'nin nasıl bir anlayışta olduğunu deşifre etmiştir. Elbette hükümet ülke güvenliğini korumak, sınırlarımızın ötesinden kaynaklanan vahim tehlikelere karşı etkili ve caydırıcı önlemler almak mecburiyetindedir. Bu aynı zamanda milletimizin beklentisidir. Ancak küresel projeleri temin ve takviye için herhangi bir askeri operasyon planlıyor ve bu maksatla Suudi Arabistanla yan yana geliniyorsa netice çok kötü, tahminlerin ötesinde feci olaylara kapı aralayabilecektir.
Türkiye yabancı başkentlerde kurgulanan şiddet ve vahşet senaryolarına taşeronluk yapamayacak, aksi halde akıbet korkunç olabilecektir. Ve de Ortadoğu'daki mezhep kutuplaşması şiddetlenerek tüm ülkeleri ateşe verebilecektir…Bölgemizde, farklı ülkelerin katılımıyla çıkacak bir savaşın çok acı verici insan ve toprak kaybına yol açacağı da unutulmamalıdır." ifadeleri Türk Milleti'nin beklentisi, yaşanan iki büyük dünya savaşının sancılarını çekmiş bir milletin aklı selime olan davetinin ortak sesidir.