Bir insan, hele bir akademisyen bilgi ve belgeden önce mantığını kullanmalıdır. Dağdaki çobanın, çiçek satan çiçekçinin, kullandığı mantığı. Düşmanı olan bir şey, var demektir, ona hiç yok diyebilir misiniz? Olmayan bir şeyin nasıl düşmanı olur? Mantıktan sonra vicdanlarını kullanmalıdırlar diyecektim ama vazgeçtim. Çünkü buna fersah fersah uzaklar. Yalnız şunu söyleyeceğim: Türkler size ne yaptı? Bu düşmanlık niye? Türk ırkı yoktu da Allah Resulü’nün kaldığı çadır olan Türk çadırındaki (Kubbetü’t-türk) Türk, Arabistan’da bir sentez mi idi? “Onlar size dokunmadıkça siz Türklere dokunmayın” hadisindeki Türk kimdir?
Mevlâna Celaleddin’e o zaman da niye Farsça yazıyor, demiş olmalılar ki, buna dair bir dörtlüğü var. Latin harfleriyle:
Bigâne megirid mera zin kûyem,
Der kûy-ı şüma hane-i hod mîçuyem,
Düşmen neyem her çend ki düşmen rûyem,
Aslem Türk est, eğerçi Hindu gûyem.
Son iki mısranın Türkçe’sini söyleyelim.
Her ne kadar düşman yüzlü görünüyorsam da düşman değilim,
Her ne kadar Hintçe (Farsça) söylüyorsam da aslım Türk’tür.
Mevlâna Türk ırkının olmadığını kastederek mi aslının Türk olduğunu söylüyor?
“Türkler öldürülebilir, fakat mağlup edilemez” diyen Batılı mütefekkir, kimi kastediyor? “İdraksiz Türkler” diye hakarete yeltenen İranlı kimden söz ediyor?
Orhan abidelerinde geçen Türk kimdir? Çin kaynaklarında geçen Türkler kimlerdi acaba? Onlarca Batılı-Doğulu bilim adamının sözünü ettiği, araştırıp sonuçlarını yayınladığı Türk yok mu? Bugün gözle görüp elle tuttuğumuz Azeriler, Kırgızlar, Kazaklar, Özbekler, Karakalpaklar, Tatarlar ve diğerleri, ayrı ayrı ırk olmadıklarına, çünkü aynı biyolojik gruptan, kök olarak aynı dil grubundan, aynı örf ve adetler zümresinden olduklarına göre, bunlar aynı ataların çocukları değil midirler ve bu atalar kimdir? Tarihin bize öğrettiklerini inkâr mı edeceğiz? Atalar grubu kollara ayrılmışsa, yahut hayat yolu üzerinde aralarına başkaları karışmışsa, bu atalar yok mu oluyor? Saf ırk yoktur demek başkadır, şunlar şunlar yoktur demek başkadır. Irkçılık yapılmamalı demek başkadır, ırkları yok farzetmek başkadır. Teker teker şahısların geçmişte kim olduklarının, kesin olarak bilinemiyeceğini, soy soplarının belirlenemeyeceğini söylemek başkadır, fakat bunların aidiyetini ifade eden bir kavmin varlığını belirsizleştirmek daha başkadır. Hepsine müşterekleri yerleştirmiş olan bir gerçek, beşeri varlık değil de bir hayalet midir? Gelip Anadoluyu Türkleştirmiş ve müslümanlaştırmış olanlar, gökten yere inmediler. Kim, neden, nasıl buradakileri kendilerine benzetti? Neden kendileri bunlara benzemediler de, onları kendilerine benzettiler? Bunu yapabilmiş olanlar, yoksa gerçekte yok muydular? Var idiyseler kimlerdi? Anadolu bir kültür teknesi ise, maya kimdir? Mozaik bir topluluktan böyle bir sonuç çıkar mı? Bu bir sentez midir, yoksa unsurlar olarak zenginleşen ve fakat bir merkez etrafında toplanan millet adayı mı idi? Anadolu neden Türkleşti de, Araplaşmadı, Ermenileşmedi, Rumlaşmadı? Mozaik de olmadı. Bir yerde gerçekten mozaik varsa, o, bir toplum olmamıştır. Sosyolojide müzaik diye bir toplum tipinden söz edilemez. Çünkü gerçeği yoktur.
Bazı densiz akademisyenlere, okur-yazarlara, işlerine gelsin gelmesin, genel çerçevede ve bir nebzecik antropoloji ve sosyoloji dersi de vermelidir.
İki tür üreme teorisi vardır. Biri tek kökenden, bir tek çiftten üreme (monojenez), diğeri çok yerde, bir birinden ayrı çiftlerden üreme (polijenez). Tevhid dini birincisini ifade etmiş, bilim de bunu kabul etmiştir. İdeolojiye veya art niyete esir olmayan antropologlara, Carle Zimmerman, P. A. Sorokin, Hans Freyer gibi büyük sosyologlar başta, yüzlerce sosyologa bakılırsa, insanlar bir çiftten üreyip yayılmışlardır. C. Zimmerman, ki aile sosyolojisinin büyük uzmanıdır, ilk grubun bir aile olduğu üzerinde durur. Yer yüzüne dağılırken, kardeşler, yeni kardeşlere, aileler yeni ailelere ayrılıp durdu, dallanmalar sürüp gitti. Gerçekte aynı kökten gelen insanlar, dal budak sarınca, yeni kardeşler ve onların çocukları, kendilerini, çok uzağa değil, daha yakın (iki üç bin yıl gibi) atalara bağlamışlardır. İki kardeş düşünelim. Bu örnek geçmişe veya şimdiki zamana ait olabilir. Bu iki kardeşin çocukları ve onlardan üreyen torunlarının torunları birbirini tanırlar mı? Bugün tanıyorlar mı? Dal budak salmış aileler farklı birer grup oluşturmuşlarsa, bu gerçeğe ırk deyin, etnik grup deyin, başka bir ad verin, ne fark eder? Oluşum bir gerçektir. Çok gerilerde de akraba olan bu gruplar, iklimin, beslenme şekillerinin, kestiremediğimiz tabiat ve topluluk şartlarının etkisiyle, çoğu kez hücre içi mutasyonlarla (ani sıçramalar, değişimler) oldukça farklılaştı. Deri renkleri, kemik yapıları, göz renkleri, boy posları farklılaştı. Bugün iki kardeş birbirinden farklı değil mi? Örf-adet, dil, alışkanlık, inanç sistemi gibi paralel farklılaşmaları, yani kültürel farklılaşmaları söylemeyi bile zait görüyoruz. Böylece kavimler teşekkül etmiştir. İnsanlık hiç bir zaman sürü hayatı yaşamamış olduğuna göre, bunlar yol üzerinde zaruri oluşumlar olmuştur. Göçebelikten tarıma geçince, yerleşik medeniyetler kurunca, ileride vatan kavramı gerçekleşince, bu gruplar millete doğru gitmiş olacaktır. Geriye doğru gittikçe, farklı değil, aynı yere çıkılıyor denecekse, bu, bütün kavimler için geçerlidir. Irak yoktur derken bu kastediliyorsa, bu durum herkes için geçerlidir. Türklere neden tahsis edelim. Bu bakış tarzıyla Grek de yoktur, Germen de yoktur, Arap da, Fars da, Hint de, Latin de vs. yoktur demek gerekir. Sadece Türk ırkı yoktur demek, bilimsellikten uzak, ya bir cehaletin, ya bir kasıtlı projenin ifadesi olmaz mı? Gerçekte yoktur dediklerimizin hepsi vardır, birer doğal ve sosyal sürece tabi olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu açıdan Türkler, hem bir ırk, hem iri kıyım bir etnik grup (kavim), hem millettirler. Millet olabilmiş diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, kavim, millet, her biri süreçte oluşmuş safhalardır. Şu anda dünyada çok sayıda etnik grup var. Fakat bunların bazıları millet olabilmiş, birçoğu da milletlere katılıp kültür zenginliğini oluşturmuşlardır.
Bana öyle geliyor ki, bazı kimseler, kin ve nefretlerini gizleyip, alttan alta iş görmenin dayanağı olması için belli alanlarda akademisyen olmuşlardır. Bazılarının da siyasete girmesi aynı sebeptendir. Bunlar ve diğerleri, ya dini, ya bilimi istismar etmektedirler. Fertler gibi, toplumlar, siyasi organizasyonlar hayatlarında az veya çok hata yapabilirler ve yapmışlardır. Bunun dışında kalmış bir kimse ve millet yoktur. Fakat bunları bahane ederek, kin ve intikam hırsına kapılmak, din veya bilim gerçeğini perde yaparak saptırmak, düşmanlık etmek, adalet fikrini yıkar. Kutsal kitabımız öyle diyor: “... Bir kavme olan kin ve düşmanlığınız, sizi adaletsizliğe itmesin ...” (Maide 8).