Taksim’den başlayan ve bütün yurdu saran olaylar sırasında Kosova’daydım. Gitmeden önce yazdığım yazıları değiştirmek imkânım vardı ama yapacağım değerlendirmenin sağlıklı olmayacağını düşündüm. Gerçi bir Türk kültür şehri olan Prizren’deki günlerim de “Türkiye’de ne oluyor?” sorusuna cevap vermekle geçti. Aydınlar Ocağı’nın Prizren’deki 39’uncu şurasına katılan delegelerin bir kısmı, özellikle kadınlar, aynı soruyu endişeyle bana sordu. Ben de,  “Hep, Türk halkının tepkisizliğinden söz ediyorduk. İşte şimdi halk, tepkisini sergiliyor. Bu, sağlıklı bir gelişmedir. Endişelenmeyin”  diye cevap verdim. Bu arada, “18 kişi öldü”  gibi uydurma haberler Prizren’e de yansıdı. Bu tür haberlere itibar edilmemesi gerektiğini söyledim. 
 
***
 
Kıvılcım, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesine tepki olarak tanınmış kişilerin düzenlediği çadırlı direnişin, polis tarafından biber gazlı, coplu saldırı ile bertaraf edilmek istenmesi ile sıçradı. Hani Tayyip Erdoğan, “Twitter denilen bir bela var!” diyor ya; tepkiler twitter üzerinden, başlangıçta çevreciler ve sol gruplar tarafından bu ortamın tek gündemi haline getirildi. Yandaş televizyonlar, tam bir sansür uygulayınca, evinde olan vatandaşlar, Doğan Haber Ajansı’nın görüntülerini yayınlayan Halk TV’ye kilitlendi ve tek kanaldan bilgilendi. 
Beşiktaş’ta polisin şiddetine maruz kalan eylemcilere, halk yardım etmeye başladı. Tepkisini göstermek isteyenler de pencerelerden sarkarak tencere ve tavaları birbirine vurmaya başladı. Eylem, Halk TV ve Ulusal Kanal’dan yayınlanınca, bütün Türkiye’nin ortak protestosu haline dönüştü. Yani başlangıçta bir örgütlü eylem vardı ama sonraki eylemler, kendiliğinden gelişti. 
 
***
 
Sonradan gelişen eylemlerin bir lideri, bir stratejisi ve en önemlisi bir hedefi yoktu. Tamam,  “Tayyip istifa” sloganı bir hedeftir ama yerine ne konulacağı konusunda kimsenin bir fikri bulunmuyordu. Tencere, tava sesleri, ekonomik gidişata bir tepkiydi.  “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı da benimsenmişti. Çünkü sokağa çıkan insanlar, Cumhuriyetin tehlikede olduğunu biliyordu. Üstelik, Tayyip Erdoğan’ın, sonradan aksini söylese de  “iki ayyaş” ifadeleri ile Atatürk ve İnönü’yü kastettiğini düşünüyorlardı. Hatta olaylar devam ederken, İnebolu AKP ilçe gençlik kolları başkanının  “AKM’den sonra Anıtkabir’i de yıkacağız” şeklindeki tepkisinin, iktidarı oluşturan pek çok odağın temel içgüdüsü olduğunun da herkes farkındaydı. Üçüncü köprüye, “Yavuz” adı verileceğinin açıklanması, Alevi kitleleri ürkütmüştü. Yine hayat tarzına fiili müdahalelerde bulunulan gençlerin öfkesi de birikmişti. Dolayısıyla yurdun her köşesinde sokağa fırlayıp merkezi bir yerde toplanan insanlar, AKP’ye, “bir adım daha ileri gidersen, iktidarını sona erdiririm” uyarısını vermiş oldu. Ve anlaşıldı ki halkın gücünü kullanması karşısında bir hükümetin gücü, pamuk ipliğinden bile zayıftır. Bence halk, AKP’ye sivil muhtıra vermiştir ve iktidarı değiştirmek için askerlere gerek olmadığını göstermiştir. Bundan sonra AKP iktidarı, ayağını denk almak zorundadır. 
 
***
 
Başlangıçta CHP, bu tepki rüzgarını arkasına almaya çalıştı ama, Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı ile görüşerek, sokaktan devlet protokolü çerçevesine döndü. Devlet Bahçeli ise kendi genel başkan yardımcısı ve il başkanı, Taksim’de 500 ülkücü ile birlikte basına açıklama yaparken, tek bir MHP’linin bile eylemlere katılmadığını söyledi! Sonra da olayları istihbarat servislerine bağladı. Oysa dünyanın hiçbir istihbarat örgütü, Türkiye’de bir ev kadınını veya bir genç kızı sokağa çıkaramaz. 
Eylemler, sadece iktidara değil, görevini yapmayan muhalefete de bir tepkiydi aslında!