PKK birkaç günden bu yana Türk kamuoyunu esir almış durumda. Ancak sadece Türk kamuoyunu değil, Türk devlet
mekanizmasını da baskı altında tutmayı beceriyor. Terör örgütü, devlet binalarına saldırıyor, insanları öldürüyor,
işkence ile cinayetler işliyor, kitlesel gösteriler ile terör estiriyor. Gerekçe, Türkiye’nin “Kobani” deki PKK-
PYD’lilere yardım etmemesi imiş. 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Terörizm ve Anti-terörizm Araştırmaları Merkezi
Başkanı Merve Önenli Güven, PKK terörü konusunda deneyimli bir akademisyen/araştırmacı. Önenli-Güven, PKK’nın son
terör eylemlerini tahlil etti. Önenli-Güven şöyle diyor:
“PKK tarafından sözde, IŞİD’in Ayn el-Arap (Kobani) saldırılarını protesto etmek için günlerdir yapılan şiddet
eylemleri ve yağma devam ediyor. Bu eylemlerde PKK’nın şehirlerdeki örgütlenmelerini nasıl gerçekleştirdiği açık
bir şekilde görülmektedir. Bu olaylar öncesinde ana akım medya kanallarında pek yer verilmese de İstanbul, Mersin,
Adana, Diyarbakır, Şırnak gibi illerde, geceleri türeyen, ne amaçla çıktıkları belli olmayan, bulundukları
yerlerden halkın tepkisini çeken, genellikle genç ve çocukların oluşturduğu grupların, güvenlik birimlerine yönelik
taşlı ve molotof kokteylli saldırıları gerçekleştirilmekteydi. Aslında bu sokak eylemleri, bugün gerçekleştirilen
eylemlerin provasıydı. PKK’nın izlediği en önemli stratejilerden birisinin ‘serhildan’ (ayaklanma) adı altında,
şehirlerdeki yapılanmaları üzerinden eylemler gerçekleştirilmesini sağlayarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgeleri’nin kırsal alanlarından merkezi yerleşim bölgelerine doğru kazandıkları hareket serbestisini,
metropollerde de kazanmak olduğu bilinen hususlardandır.
Bu bağlamda bugün yapılan eylemlerde, PKK’nın bu stratejisinin bir taktik unsuru olarak kullanıldığı görülmektedir.
Sınırda ve büyük şehirlerde yapılan eylemlerde söz konusu grupların bahanelerinin mesnetsiz bir özellik taşımasına
rağmen, grubun mobilizasyonu dikkat çekicidir. Bu durumun asıl sebebi PKK’nın kimlik üzerinden güdülediği, nesilden
nesile mağduriyet psikolojisinin ilmek ilmek işlendiği grubun, seçilmiş zaferler üzerinden kendisini şuursuzca
sadece inşa edilen ve verilen üzerinden ifade etme şekli olarak ortaya çıkmaktadır. IŞİD’in Kobani saldırısını
protesto adı altında kamu malına, Türk bayrağına, Atatürk büstlerine zarar vermek, bu durumun en önemli
göstergelerindendir. Bu durum aslında şov nitelikli bir gösteridir. Amaç, PKK’nın şehirlerde de örgütlenmesini
ciddi anlamda sağladığını ve güvenlik birimlerinin kendilerine karşı yetersiz bir durumda olduğunu göstererek,
gücün kendilerinde olduğunun gösterilmesi ve kendilerine karşı gösterilecek tepkilerden doğacak herhangi bir durumu
mağduriyet psikolojisini perçinlemek için kullanmaktır.
Yarattıkları şiddet ortamının doğuracağı şiddetten beslenerek Türkiye’de iç çatışma çıkartmakta diğer
amaçlarındandır. Söz konusu hususlar çerçevesinde, eylemci grupların gayet organize bir şekilde eylemlerini
gerçekleştirdikleri, taş, sapan ve molotof kokteylinin yanı sıra ellerinde çeşitli patlayıcı silahların da
bulunduğu görülmektedir. Ayrıca “IŞİD’liler tutuklansın, sınır kapatılsın ama Türkiye-Suriye arası koridor
kurulsun” gibi birbiriyle çelişkili taleplerin sahibi HDP’li milletvekilleri de TBMM’de tabanını temsil etme
hakkına sahipken bunun yerine bu güruhu sokaklara çıkmaya çağırması, sonra da Abdullah Öcalan’a gidip son dakika
mesajları falan almaları traji komik olaylardır. Hala Abdullah Öcalan çok etkili, asıl adam, o söylerse şiddet
başlar, o isterse şiddet durur şeklindeki çabaları da artık kabak tadı vermiştir. Son dönemde ne kadar PKK masum,
kahraman gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında IŞİD’e karşı çok da bir gücünün olmadığı görülmektedir. Irak’ta
peşmergenin yanında aslan kesilenlerin bugün yetersizliklerini Türkiye üzerinden kapatmaya çalıştıkları gün gibi
ortadadır. Bu samimiyetsiz, kin, öfke kokan ortamın yaratıcıları ve bundan beslenen bu grubun üyelerinin hangisi
çözüm sürecine taraf olabilecek niteliktedir acaba?”
Sonuç, PKK ile Açılım Süreci adı altında devam ettirilen AKP Hükümet politikalarının hızla değiştirilmesi gereğinin
artık Cumhurbaşkanı-Başbakan ikilisi tarafından anlaşılmasıdır. Dileriz bu hususta hızla adımlar atılır. Aksi halde
Türkiye durdurulamayacak şekilde kötü bir noktaya sürüklenmektedir.