Günlerdir Filistin’e Lübnan’a bomba yağdıran İsrail’le savaşmak, İsrail’le değil, ABD’yle, İngiltere’yle, Almanya’yla, Fransa’yla bilumum Avrupa ülkesiyle savaştıklarını bilmeleri gerekir. Mücadelelerini bütün bunları bilerek “akılcı” yürütmeleri gerekir.

İsrail denen bu Siyonist zalimler, çocuk, kadın ve yaşlı on binlerce masumu Gazze’de katlettiler, katletmeye de devam ediyorlar. Şimdi de küresel suç ortaklarıyla birlikte aynı katliamı diğer İslam beldelerine yayarak, dünyayı savaş alanına çevirmek istiyorlar. 

Bop Eşbaşkanlığı ve cesaret madalyası iade edilmedikçe İsrail tehdidi iddiası trübüne oynamaktır! Bop Eşbaşkanlığı ve cesaret madalyası iade edilmedikçe İsrail tehdidi iddiası trübüne oynamaktır!

Ülkemizin kurucu iradesinin başı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Yunana karşı verdiği kurtuluş savaşlarında Yunanın arkasında desteğini veren aynı ülkeler değil miydi?
*
Evet; Birçok İslam ülkesinin emperyalist devletlerin sömürgesi altında olduğu bir dönemde; Kurtuluş Savaş’ını başlatarak hem Müslüman dünyasına umut ışığı olan hem de demokrasi, bağımsızlık, eşitlik ve kadın haklarını esas alan Cumhuriyet rejiminin kurucusu Ulu Önder Atatürk’e ve Cumhuriyet rejimine yönelik sistematik saldırıları destekleyen aynı ülkeler değil mi?
*
Diğer bir ifadeyle bu emperyal odakların bitmek bilmeyen aç gözlülüğünü, Ortadoğu’daki petrol ve doğal gaz rezervlerine karşı kabaran iştahlarını hayata geçirmek için çeşitli oyunlar içinde olduklarını görmekteyiz. 
*
Yeniden çizilmek istenen haritalar, kontrol edilebilir kanton devletçikler… Irak, Libya ve Suriye’de olduğu gibi bir şekilde Türkiye’nin de yumuşak karnından işlenerek iç savaşa itilmesi senaryolarının hayata geçirilmek istendiğini görmekteyiz. Oyun kurucular aynı. Ortadoğu coğrafyasında düne göre niyetlerde değişen bir şey var mı?
*
Okuduklarımızdan bahisle;
Balkanlardan Yemen çöllerine, Kafkaslardan Fiz an’a kadar cümle emperyalist güçlerle mücadele etmiş bu toprağın çocukları 2 milyon 600 bin şehit vermiş, 
Siz bir de bu acı tablonun üzerine Rus- Ermeni ittifakı ile meydana gelen ocak sönmelerini, aile dramlarını ekleyin ve Anadolu Türk’ünün içinde bulunduğu trajediyi öyle hissetmeye çalışın…

Evet, ‘’Halife’’ vardır ve fakat Sarayından burnunu çıkartmamaktadır. Çünkü İstanbul, İngilizlerin işkâlı altındadır.
Anadolu’nun hemen her yanı Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar tarafından çiğnenmektedir. Buna bir müddet sonra Yunan çizmeler ide eklenecektir.
Türk milleti ve vatanının düşeceği bu hali gören bir tek kişi vardır, o da Mustafa Kemal’dir. Yönettiği ordulardan kurtarabildiği silahları ile birlikte Anadolu’ya çekilmiş, kendisi İstanbul’a geçerek, dirayetsiz ve ürkek Vahdettin’den Harbiye Nazırlığını koparıp ipleri ele alabilmek için Sara’ya damat olmayı bile istemişti.

Saray ise Mustafa Kemal’den çekiniyor, Kazim Karabekir’e güveniyordu. Ve saray, güvenmediği Mustafa Kemal’i Anadolu’ya geçirmemek, İstanbul’da tutmak için her tedbire başvurmuştu. Mustafa Kemal bir yandan Saray, diğer yandan İngilizlerle görüşerek meşruiyet sınırları dâhilinde çözümler ararken, diğer yandan da, Anadolu’daki teşkilatlanmasını güçlendiriyor, hemen her ilde milli hassasiyetlerden emin olduğu eski silah arkadaşlarına ve onların tezkiye ettiği vali ve kaymakamlara Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurduruyor.
*
’’Hattı müdafaa yoktur, sathi müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır’’ emrini vereceği günler için il il, ilçe ilçe, sokak sokak vatan savunmasının temellerini atıyordu. 
*
Vatan savunması başladığında ise ‘’İstanbul’’ve ‘’Ankara’’diye iki başlılığı ortadan kaldırmak için ise, Vahdettin’den aldığı yetki ile İstanbul’u terk etmenin gerekliliğine inanmaktaydı.
*
Lakin Vahdettin’in Mustafa Kemal’i İstanbul’dan çıkartmak gibi bir niyeti yoktu, bunun böyle olmasını İngilizler de istemiyordu.
Çünkü Atatürk Londra ile irtibata geçmiş, İngiliz halkının Çanakkale Savaşlarındaki hezimet dolaysıyla hükümetlerinin Anadolu’da yeni bir maceraya girmesine kesinlikle karşı olduğunu öğrenmiş, hele bu maceranın Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal’e karşı ‘’yeniden’’ deneneceğini öğrendiğinde, zaten kalmayan halk desteğinin hepten ufalanacağını çok iyi görmüştü.

Onun için Vahdettin ve İngilizler Mustafa Kemal’i İstanbul’da Tutmak istedi. Neticede Vahdettin, Anadolu’yu İstanbul’da iken karış karış teşkilatlandırıp Kuvay-ı Milliye ruhunu şaha kaldıran Mustafa Kemal’i teskin etmek gibi bir görevle, İstanbul’dan çıkartmaya mecbur kaldı. Ona bunu icbar eden bizzat Mustafa Kemal’dir. İngilizler, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya ne niyetle geçtiğini bildikleri için onu durdurmaya çalışmış ama başaramamıştır. Zaten Mustafa Kemal’de, Bandırma vapuru kaptanına, böyle bir tehlike olduğunda en yakın yerde gemiyi karaya oturtma talimatı vermiştir. Geminin karaya oturması demek Mustafa Kemal’in Samsun’a olmasa bile herhangi bir noktada Anadolu’ya ayak basması demektir. Anadolu ise, İstanbul’da yapılan Teşkilatlanma vesilesiyle zaten Mustafa Kemal’i beklemektedir.
*
Gelelim halifelik meselesine. Bu işi bilen Müslümanlar ‘’Hilafetin’’kılıç gücüyle değil ‘’Velayet yoluyla’’olduğunu bildiğinden, hilafetin kaldırılması konusunda hiç ses çıkartmamışlardır. 
Halk ise, İstanbul’da oturan Halife’nin yediği önünde yemediği ardında bir hayat yaşarken, mesela Vahdettin’in aylık masrafının 80 milyar lirayı bulduğu o yıllarda ‘’kuruşa’’ hasret kalmakta, açlıktan, salgın hastalıklardan ölmekte, öküzünün teki yerine boyunduruğu kadınını koşmaktadır. Toprağa atacak tohumu, sofraya koyacak ekmeği yoktur. Meşe palamutları öğütenler, kabuk yiyenler…
*
 Sultan ve onun Anadolu’daki temsilcileri olan devlet yöneticilerinin baklava börek, kuzu tavuk yemelerini, onlar yutarken kendilerinin yutkunmasını içine sindirememiş Mustafa Kemal’i bağırlarına basmıştır.
Neticesi de kısa sürede tarlalardan traktör seslerinin gelmesi, fabrikaların açılması, uçak üretiminin bile başarılmasıdır.

Yani ‘’Atatürklük’’seçim kazanmakla olmuyor. Atatürk olmak için böyle bir mazi mecburiyeti var vesselam…

Sürdürülebilir kalıcı sulhun/ barışın ise, ekonomik, iktisadi, sosyal, askeri her yönüyle devletimizin güçlü kalmasından, ulusal birlik ve bütünlüğünün sağlanmasından geçtiğini tarihi tecrübelerimizden görmekteyiz.

O eşsiz liderin, günümüzün sandıktan çıkmış siyasi muktedirlerini disiplinsize edecek temel sorumluluklarını vurgulayarak ders veren uyarısıyla yazımızı taçlandıralım:
‘’ Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur’’. 
‘’Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.’’
A.Kemal GÜL
( Eğitimci- Mühendis)

Editör: Kerim Öztürk