GÜNCEL

Atatürk vefat edince ne “emperyalizmle mücadele” ne de “devrim ilkeleri” kaldı

“Yasadışı yabancı okul” tartışması, Osmanlı döneminin misyoner okulları ve sonrası (7)

*******

Tarihimizde genel bir algı var:

İsmet İnönü dönemi, Atatürk döneminin devamıdır.

Yanlış bir algı…

Tamamen yanlış!

Bugün kısaca anlatayım, ama söz en kısa zamanda size İsmet İnönü dönemini (1938-1950) bütün ayrıntılarıyla yazacağım.

Şaşıracaksınız, nasıl daha önce 19 gün boyunca köşeme aldığım Demokrat Parti dönemini okurken şaşırdıysanız, İsmet İnönü dönemini okurken de “Biz bu dönemi de böyle bilmiyorduk” diyeceksiniz.

Önce şu gerçeği kabul edelim.

Atatürk dönemi, Atatürk’ün yaşama gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938’de sona ermiştir.

Türkiye, bu tarihten itibaren “Atatürk’ün izinde yürümeyi, emperyalizmle mücadele etmeyi ve gerçekleştirilen devrimleri korumayı” bırakmıştır.

Bakın, şöyle özetleyerek anlatayım.

Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra yani 11 Kasım 1938’de, TBMM yeni cumhurbaşkanını seçmek için toplantıya çağırıldı ve İsmet İnönü oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçildi.

İnönü, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda 53 yaşındaydı.

Yeni hükümeti kurma görevini Celal Bayar’a verdi.

Yeni kabinede sadece iki değişiklik yapıldı, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın yerine Dr. Refik Saydam, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’ın yerine ise Şükrü Saraçoğlu getirildi.

İsmet İnönü, bu değişikliklere, “Dış siyasette ve içişlerinde işlerin iyi gitmediğini görüyordum” sözleriyle açıklık getirdi.

Ancak asıl neden, değiştirilen iki bakanın “Atatürk’e çok yakın ve Atatürk’ün değişmez kadrosunda” bulunmalarıydı.

İnönü’nün tartışmasız ve oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçilmesinde, “2.Dünya Savaşı’nın yaklaşan ayak seslerinin” de elbette etkisi büyüktü.

Yeni cumhurbaşkanı, hem Atatürk’ün devrimlerini devam ettirme ve tamamlama sorumluluğunu üstlenecekti, hem de yaklaşan Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin kaderini çizecekti.

Bu süreçte Türkiye’yi en iyi kim yönetebilir, bu düşünülmüştü.

Atatürk’ün ölümü ile ortaya çıkan boşluğu, elbette uzun yıllar birlikte çalıştığı, onun düşüncelerini en iyi bilen, yardımcısı İsmet İnönü doldurabilirdi.

Ancak ortada bir gerçek vardı; İsmet İnönü asla bir Mustafa Kemal Atatürk değildi.

Ve İnönü ilerleyen günlerde Atatürk’ün sürekli çevresinde bulunan kişileri; Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Cevat Abbas Gürer, Hasan Rıza Soyak, Naşit Hakkı Uluğ ve Tahsin Uzer’i milletvekili adayı göstermeyerek TBMM dışında bıraktı.

Ayrıca Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya’nın da milletvekili olmasını engelledi.

İnönü, “Atatürk ve cumhuriyet karşıtlarını” çevresine topluyor

İnönü, Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarını tasfiye etti de, çevresine kimleri topladı?

İlginçtir; saltanatçıları, hilafetçileri, mandacılığı savunanları, cumhuriyet ve devrimlere karşı çıkanları, özetle Atatürk’le “yıldızı barışık olmayan” ne kadar kişi varsa, çevresine topladı ve bunları etkin görevlere getirdi.

Bunun adını da “kırgınlıkları gidermek” olarak koydu.

Kendine göre, madem yeni bir dönem başlıyordu, eski kırgınlıklara son verilmeliydi.

İsmet İnönü’nün, “kendi dönemi başlarken” oluşturduğu kadrosunda kimler vardı?

Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Halide Edip Adıvar, Dr. Adnan Adıvar, Hüseyin Cahit Yalçın…

İlk üç isim; Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir, Atatürk’ün Nutuk’ta “muzır teşekkül” olarak tanımladığı “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nın kurucu ve yöneticileriydi.

Üçü de saltanat ve hilafetin devamını istiyor, cumhuriyetin ilanına karşı çıkıyordu.

İnönü, “kırgınlıkları gidermek” adına yanına aldığı bu “Atatürk ve cumhuriyet karşıtı” isimleri, devlette önemli görevlere getirdi.

Kazım Karabekir’i 6 Ocak 1939’da İstanbul’dan milletvekili seçtirdi.

Bununla da yetinmedi, 1946’da Karabekir’i TBMM Başkanlığı koltuğuna oturttu.

Karabekir 26 Ocak 1948’de ölünce, bu defa Ali Fuat Cebesoy’u 30 Ocak 1948’de TBMM Başkanı yaptı.

“Kırgınlıkları tam gidermek” için Rauf Orbay’a da bir görev vermesi gerekiyordu, ancak ortada bir “pürüz” vardı.

Orbay’la ilgili Ankara İstiklal Mahkemesi’nce 1926 yılında verilen bir “mahkûmiyet kararı” vardı.

Rauf Orbay yurt dışında olduğundan bu karar infaz edilememişti.

Formül bulundu, araya af yasası girdiği gerekçesiyle mahkûmiyeti yok sayıldı ve Orbay 22 Ekim 1939’da yapılan ara seçimde Kastamonu’dan milletvekili yapıldı.

İsmet İnönü’nün “kırgınlıkları gidermek” amacıyla düzenlediği en büyük etkinlik, 24 Mart 1939’da Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği 1700 kişilik çay partisiydi.

Bu partiye tüm “kırgınlar”, daha doğrusu ne kadar “Atatürk ve cumhuriyet karşıtı” kişi varsa, hepsi davetliydi.

Eski sadrazamlardan Salih Paşa ve Cafer Tayyar Eğilmez de davetliler arasındaydı.

Atatürk ve devrimlerine karşı olduğu için Türkiye’de barınamayarak eşi Halide Edip Adıvar’la birlikte yurt dışına giden Dr. Adnan Adıvar da, ülkeye dönerek çay partisine yetişti.

Halide Edip ise, çay partisinden iki gün sonra Türkiye’ye dönebildi.

Dönüşünden kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne atandı.

Halide Edip, bizim tarihimizde “kahraman” olarak tanıtılır.

Oysa birinci sınıf “Amerikan mandacısı”dır.

Sivas Kongresi’nden (4-11 Eylül 1919), “bağımsızlık savaşı kararı çıkmasını engellemek” için, Atatürk’e gönderdiği 10 Ağustos 1919 tarihli mektup, Halide Edip’in gerçek kimliğini ortaya koyan önemli bir belgedir.

Mektubundan birkaç satır, Halide Edip’in “kahraman” mı, yoksa “mandacı” mı olduğunu ortaya koymaya yeter de artar:

*”…… Amerika’nın fikri, hafi (gizli) olarak şudur: …. Umumi ve bir tek manda istiyorlar…”

*”Sivas Kongresi inikat edinceye (toplanıncaya) kadar Amerika komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Hatta kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeye de belki muvaffak olabileceğiz.”

*”…….. kendimizi Amerika’ya müracaata mecbur görüyoruz.”

*”Sergüzeşt (macera) ve cidal (savaş) devri artık geçmiştir.”

Halide Edip, “ Türk Dil Devrimi”ne de karşıydı, “bu tür devrimlere sadece totaliter devletlerin başvurduğu” görüşünü savundu.

Sonuçta İnönü, “kırgınlıkları giderme siyaseti” çerçevesinde “Amerika mandacısı” Halide Edip Adıvar’ı da “vatana” kazandırdı, ama Halide Edip de tıpkı Ali Fuat Cebesoy gibi 1950 seçimlerinde İnönü’ye sırt çevirerek Demokrat Parti’yi destekledi ve bu partiden milletvekili seçildi.

Gazeteci, yazar Hüseyin Cahit Yalçın’a gelince…

Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’daki hükümeti ağır şekilde eleştirdiği ve hilafetin kaldırılmasına karşı çıktığı bilindiği halde, İnönü tarafından CHP’ye alındı, 1939-1954 yılları arasında Çankırı, İstanbul ve Kars milletvekili olarak TBMM’de bulundu.

Özetlersek…

******

İsmet İnönü dönemi…

*Atatürk devrimlerinden ve Cumhuriyet ilkelerinden uzaklaşmaların başladığı dönemdir.

*Türkiye’nin “Karşıdevrimcilere” ve “ABD Emperyalizmine” teslim edildiği dönemdir.

*İlk kapitülasyon antlaşmasının (1 Nisan 1939) yapıldığı dönemdir.

*Köy Enstitülerinin kurulduğu, ancak ABD’nin baskısıyla içinin boşaltıldığı dönemdir.

*Toprak reformunun fiyaskoyla sonuçlandığı dönemdir.

*23 Şubat 1945’te ABD ile tarihin ilk ikili antlaşmasının yapıldığı dönemdir.

*Türkiye’yi aşağılayan 10 milyon dolarlık kredi antlaşmasının yapıldığı dönemdir.

*Türkiye’de ABD rezaleti ve ABD yalakalığının başlamadığı dönemdir.

*Türkiye’nin, ABD emperyalizminin emrindeki “Tuzak” kuruluş IMF ile ilk antlaşması ve ilk devalüasyon kararını aldığı dönemdir.

*Dinin “Komünizme karşı” silah olarak kullanılmaya başladığı dönemdir.

Liste, böyle uzayıp gidiyor…

Yazımın başında belirttim, söz, mümkün olan en kısa zamanda size İsmet İnönü dönemini “farklı ve gerçekçi bakış açısıyla” yazacağım.

Bugünkü yazımı şöyle bitireyim…

Bugün ülke olarak yaşadığımız sıkıntıların tohumları ne yazık ki 1938-1950 arasında (özellikle 1945-1950) atıldı, Demokrat Parti ve diğer sağ parti iktidarları dönemlerinde atılan bu tohumlar iyice yeşerdi, son 22 yılda ürün vermeye başladı.