Atsız'ın üzerinde etkili olduğu o 'kayıp' nesil, 'Ruh Adam' nesli olarak bilinir.
Ruh Adam, içinde yaşadığı çağın 'kalıplarına' uymayan ve benliğini teslim almak isteyen 'gücün karanlık tarafına' başkaldıran yüce bir karakterin öteki adıdır.
'Dönüşüm' ile birlikte baş gösteren 'karakter zafiyeti' karşısında çıkış yolu arayan ve ruhundaki boşluğu 'Güntülü' adlı bir kızın çekik gözleri ile dolduran Yüzbaşı Pusat, bir gün aniden 'bin yıl öteye' doğru yolculuğa çıkar.
Genlerine nüfuz eden 'karakter' ile 'içinde yaşadığı' toplumun genel karakterini karşılaştıran Yüzbaşı Pusat, büyük bir hayal kırıklığına uğrar.
Bir tarafta 'ulvi değerler', diğer tarafta 'zamana boyun eğmiş' acı gerçekler vardır.
Uzun bir iç hesaplaşmanın ardından nihayet 'kendini titreten' gerçeğin farkına varır.
Yüzbaşı Pusat, içinde bulunduğu zamana ait değildir.
'Yanlış zamanda' dünyaya gelmiştir.
'Güntülü'nün çekik gözlerinde yakaladığı gerçeklerin acısına daha fazla dayanamaz.
Bin yıl öncesinden bugüne bir kapı gibi açılan duvardaki 'resim çerçevesinin' ortasında kaybolup gider.
***
Yüzbaşı Pusat'ı anlattığı 'Ruh Adam' romanı ile aslında 'kaderine damga vurduğu' bir neslin portresini çiziyordu Atsız.
Çocuk yaşta 'Bozkurtlar'ı, 'Deli Kurt'u, 'Yolların Sonu'nu, 'Makaleler'i, 'Ruh Adam'ı, okuyanlar, gençliklerinde birer 'Ruh Adam' olup çıkıyorlardı.
Çünkü, ortaya konulan 'ayırt edici' karakter, bu karakteri 'genlerinde' taşıyan insanları çok kısa süre içerisinde etkisi altına alıyordu.
Tarif edilen 'kahramanlık', 'cesaret', 'adalet', 'şefkat', 'merhamet', 'vefa', 'aşk', 'ahlak', 'haya' gibi ulvi değerler, bir zamanlar 'genler' kadar gerçek ve mutlaktı.
İçinde yaşamakta oldukları topluma yeni bir göz ile bakan ruh adamlar, 'gerçek değerlerin' nasıl birer birer aşındığını acı içerisinde izliyor; yerlerine dayatılan 'yapay değerleri' bir türlü içlerine sindiremiyorlardı.
Karanlık güç tarafından nasıl birer 'mankurt' haline dönüştürülmek istendiklerini anlayınca, adeta 'küllerinden' yeniden doğarak 'zamana' başkaldırdılar.
Böylece 'kayıp bir nesil' ortaya çıktı.
Ve bu nesil 'zamanın dişlileri' arasında ezilerek 'mankurtlaşan' çoğunluğun 'normal' kriterlerine uymadığı için 'anormal' olarak görülüp anlaşılamadı.
***
Söyle ey Atsız Ata söyle, bunu bize neden yaptın?
Bıraksaydın biz de herkes gibi 'sıradan' ve 'normal' bir hayat sürseydik.
'Vatan', 'millet', 'bayrak', 'din', 'töre', 'devlet-i ebed müddet' diye boğazlarımıza 'yağlı urgan' geçirip hayatlarımızı mahvetmek yerine 'yolumuza' baksaydık.
Bıraksaydın biz de 'kendi geleceğimizi' bir kenara bırakıp 'başkalarının yarınlarına' dair hayaller kurmasaydık.
Bıraksaydın biz de 'hırsızlık', 'vurgunculuk', 'soygunculuk' peşinde koşup 'sınıf atlamanın' yollarını arasaydık.
Bıraksaydın biz de 'papyon' kravat takarak; 'rugan' pabuç giyerek; 'yalılarda', 'yatlarda' dolaşarak 'farklı' olmanın keyfini çıkarsaydık.
Bıraksaydın biz de 'haksızlıklar' karşısında sussaydık, 'baskılar' karşısında pussaydık, her fırsatı 'hızır' bilseydik, her yanlışı 'görmezden' gelseydik, gelene 'ağam', gidene 'paşam' deseydik.
Bıraksaydın biz de üfürülen her yalanı 'düşünmeden', 'sorgulamadan' kabul etseydik; 'kışın' dondurucu soğuğunda açan çiçeği, 'yazın' kavurucu sıcağında yağan karı 'normal' karşılasaydık.
Teslim olmamayı 'delilik' olarak görüp, üstümüze vazife olmayana 'nemelazım' deyip, 'koyun' gibi güdülmeyi yeğleseydik.
***
Ne 'hayatımız' normal, ne 'davranışlarımız', ne de 'aşklarımız.'
Kim bilir, şimdi belki de 'uçmakta' köşkünün bahçesinde oturmuş, 'sefil halimize' ibretle bakıyor, belki de gülüyorsundur....
*
TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI TEBRİĞİ:
3 Mayıs 'Türkçülük' Bayramı'nızı en içten dileklerimle kutlar, 'Turan' ülküsünün en kısa sürede gerçekleşmesini ulu 'Tengri'den dilerim.