"İnsan için mu’teber bir nesne yok akıl gibi
Olmaya cihânda bir akıl sıhhat gibi... değişikliği fark ettiniz değil mi?"
Türk Milletinin doğu da batı da, güney de kuzey de yüzyıllardır yaşadıklarına bakıp ve halen bunlardan bir ders çıkarmadan yaşamanın dayanılmaz ağırlığı içindeyim.
Biz Türkler, dünya coğrafyasının her yerinde hatta vatan sathında hep aynı tuzaklara maruz kaldık ve kalmaya da devam ediyoruz. Ancak yaşamımızı da, sanki bunların hiç farkında değilmişiz gibi sürdürüyoruz.
Türkler, yüzyıldır niye bir “tehcir” meselesi ile uğraşmaktadır ya da niye “mübadele”ye maruz kalmıştır? Veya Kerkük'e yıllardır sırtımız neden dönüktür? Ahıska ve Kırım meselemiz niçin hiç olamamıştır? gibi soruları saymakla bitiremeyiz! O kadar çok hicran yaramız var ki!
Elimde Aydın Özgören'in yazdığı “Osmanlı'nın Son Döneminde Pontus Rumları” isimli kitap var. Dehşet içinde okuyorum!
Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun başta olmak üzere Karadeniz bölgemiz, Pontuslu Rumlar nedeni ile yabancı konsolosların, tüccarların, maden arayanların, seyyah kılığında ajanların cirit attığı bir yermiş... Ruslar gelip Trabzon'u işgal ediyor, Rumlara pasaport dağıtıyor, Fransızlar, İngilizler, Danimarkalılar, Hollandalılar konsolosluk açıyor yağma Hasan'ın böreği gibi Müslüman Türklerin her şeyini sömürmeye başlıyorlar.
1869 yılında bölgeye gelen Fransız Deyrolle, şehrin Hrıstiyan bölgesini “...bu civarda hanlar, kervansaraylar ve Fransız-İtalyan oteli ve üçüncü sınıf bir Türk şehrinde hiç beklenmeyecek kadar konforlu Levanten tarzında bir lokanta inşa edilmiştir. Gağur Meydanı'na komşu olan yerlerde tüm konsolosluklar, denizcilik şirketleri ve zengin Ermeni ve Rum tüccarların evleri bulunurdu.” diye anlatıyor. Fakirlik kontenjanı da, Türkler tarafından dolduruluyormuş!
Yani Karadeniz Bölgesinin hamalı, uşağı, hizmetkarı ve de kağıt üzerindeki sahibi bizmişiz ama efendileri ise Avrupalılar ve onların koruması altındaki Rum ile Ermenilermiş... Günümüzde en büyük fındık üreticisi Türkiye'nin bu fındığa sahip olamadığı gibi!!!!
Yine elimde dehşetle ve takdirle okuduğum bir kitap daha var. O da 1934 yılında kurulan İkinci Umumi Müfettişliğin başına getirilen İbrahim Tali Öngören'in hazırladığı “Trakya Raporu”...tıpkı basım olan bu raporu alıp mutlaka okumanızı öneririm. Orada acziyetimizin, fakirliğimizin, eğitimsizliğimizin ve bunların getirdiği çaresizliğin fotoğrafının ne kadar net çekildiğini göreceksiniz.
Eğer bu gün elimizde kalan Doğu Trakya halen Türk toprağı ise bu İbrahim Tali Öngören gibi devlet adamlarının varlığı ile onları sahiplenen Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyeti kuran kadrolar sebebiyledir. Keza aynı şeyler; Karadeniz Bölgemiz ve bu bölgede yer alan şehirlerimiz içinde geçerlidir.
Tehcir, iyi ki yapılmıştırki Türkiye'de nispeten huzurlu yaşıyoruz. Keza “mübadele”de öyle! Avrupalıların, ABD'nin ve Rusya'nın himayesine girerek ülkesine ihanet etmeye başlamış Ermeni ve Rumlarla, Türkiye topraklarında birlikte yaşama imkanımız yoktu.
Yine bizi sömürmeye dönük eylemlerde bulunan diğerleri ile de, birlikte olma olasılığımız kalmamıştı. Görüyorsunuz, dünün önemli meselelerinin yerine bugün kendilerini koyarak bölücülük meselesini başımıza peydah edenlerin; geçmişte olanlardan bizim enayiliğimiz dışında başka hiç bir farkları yoktur.
Günümüzde Türkiye; sosyal, kültürel, ekonomik ve dış tehditler açısından ağır bunalımlar yaşıyor ve ülkemizde yabancı varlığı kendisini Cumhuriyet öncesi dönemde olduğu gibi kesif bir şekilde yeni işbirlikçilerle hissettiriyor. Yalnız bugün taşeronlar değişmiş vaziyette!
Bugünün taşeronları ise etnik özürlüler, Suret-i Haktan gözükenler ile Türk Milletine karşı mankurtlaşmış olanlardır.
Bizi dünyanın enayisi yerine konulmaktan kurtaran Atatürk, silah arkadaşları ve Cumhuriyeti kuran kadrolardan milyonlarca kez Allah razı olsun. Bizleri okuyup, görüp, tefekkür eden ve bu gerçekleri haykıran kullarından eylesin.
Enayi yerine konulsanızda, sizler enayi değilsiniz...silkinin ve enayi olmadığınızı yine bütün dünyaya ispat edin. Bunu yapacak ruh kudretine fazlası ile sahipsiniz, hadi durmayın o zaman!
Özcan PEHLİVANOĞLU
07 Ocak 2018 / İstanbul