Askerin başına çuval geçirmek, halının altına süpürülmeyip kullanılmak, Obama'nın sopasıyla hizaya gelmek, Barzani'yi şeref misafiri yapmak, vatan-millet düşmanlarını sevindirmek, Ermeni iftiralarını kabul etmek ve taziye sunmak, Kıbrıs'ı Ruma peşkeş çekmek için fırsat kollamak, HDP'den dağa kaçırılan çocuklar için himmet beklemek, Kandillilerden yol haritası istemek, İmralı canisinden çözüm dilenmek, tarihin gördüğü en büyük yolsuzluk ve rüşvet iddialarının muhatabı olmak gibi, ibret veren bir sicile sahip olanların şeref hanelerine, Türk bayrağını indirtmek de eklendi. 

 

Hiç olmazsa sus

Bu alçaklık karşısında hiç olmazsa susmak yerine, hala ahkam kesmeye ve bu kepazeliği bir yerlere fatura etme çabası karşısında hakikaten söyleyecek söz bulamıyorum. Aynı konuşma içinde kendi kendini yalanlayan bir zihniyetin ülkeyi getireceği yer, bayrağın indirilmesi oluyor. Ancak, çok şükür ki, ülke bunlardan ibaret değil. Özden yanan, o bayrağın inmemesi için seve seve canını feda etmeye hazır olan ülkücü ve milliyetçileri var. Bu rezilliğin ortaya çıkmasından hemen sonra, bayrağa nasıl sahip çıkıldığını gösterdiler. Ülkü Ocakları'nın bayrak yürüyüşleri bütün yanan yüreklere su serpmiş, hainlere, işbirlikçilerine, çözümcülere korku vermiştir. Ülkenin sahipsiz olmadığı gösterilmiştir. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli grup konuşmasında Türk milletinin hislerine tercüman olmuştur. Bu konuşmanın tamamı haber sayfalarımızda yer alıyor. Bazı bölümlerini özellikle hatırlatmayı bir görev sayıyorum:

 

Görülmemiş hıyanet

Başbakan geçtiğimiz yılın 27 Nisan günü terörün bittiğini utanmadan, sıkılmadan, en ufak rahatsızlık duymadan açıklamıştır. Fakat işin garip yanı dağa gidenler çiçek toplamak yerine silaha sarılmış, gezmek ve eğlenmek yerine nefret ve şiddet akıntısına kapılmıştır. Başbakan çiçek-böcekle uğraşırken, PKK yılan ve çıyanları mağaralara doldurmuş, kanlı planların yapıldığı kamplarda vampir imalatına girişmiştir. İnlerine gireceğiz diyerek kendi kucağında büyüttüğü ve palazlandırdığı çevrelere hakaret eden, gözdağları veren Başbakan çoktan Kandil'deki inlerde baş sedire oturmuş, burayı siyasetinin ana karargâhı haline getirmiştir. Üzülerek söylemek isterim ki; Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ın düşmanla aynı fikre, aynı niyete ve aynı amaca sahip olması, üstelik bunu devlet politikası haline getirmesi 1919'lu yıllardan beri görülmemiş bir hıyanet, duyulmamış bir rezalettir. Başbakan'ın bölücü canilere Türkiye'yi peşkeş çekme arzusu, Türk milletini feda etme ısrarı ancak ve ancak yeminli bir Türk düşmanına has küçülme halidir.

Hiç mi vicdan azabı duymadınız? 

Sancak düşerse vatan düşecektir. Bu oluyorken, 2.Hava Kuvvet Komutanlığı'nda hiç mi duyarlı, hiç mi helal lokma yemiş, hiç mi kalbi vatan ve bayrak sevgisiyle çarpan bir asker çıkıp da şerefsize gününü gösterememiştir? Hadi müzakereci Başbakanı geçtik diyelim; Genelkurmay Başkanlığı karargâhında terör örgütü mensuplarının ölüm haberlerini yayımlamakla meşgul omzu yıldızdan görülmeyen zevat acaba bu gelişmelerden hiç mi vicdan azabı duymamaktadır? Diyarbakır'da görev yapan 2.Hava Kuvvet Komutanıyla Genelkurmay Başkanı istifa edecek kadar erdemli ve onurlu olmayı deneyecekler midir? Sayın Paşa; sizler Ankara'da saltanat sürüp Başbakan'ın peşinden sürüklenirken, bayrak düşüyor, vatan elden gidiyor, farkında mısınız? Bayrak inerken serinkanlı olabiliyorsanız, namus ve şeref elden giderken de herhalde soğukkanlılığı elden bırakmazsınız. Şayet devlet yaşayacaksa, şayet millet var olacaksa, bayrak direğine tırmanacak kadar cüretkâr olan bir sefilin, tam alnı çatından devrilmesi de haktır, helaldir, hukuktur, mahşeri vicdanının şaşmaz adaletidir.

Ülkemiz kuşatma altında

Büyük milletimize ve AKP'ye oy vermiş muhterem vatandaşlarıma sesleniyorum; artık tehlikeyi görün, artık vahametin farkına varın. Başbakan Erdoğan ve hükümetinin Türkiye'yi uçuruma sürüklediğini görün ve tavır alın. Ve bayrak düşmanlarıyla haşır neşir olan Recep Tayyip Erdoğan'dan Cumhurbaşkanı olmayacağını Allah için gösterin, haykırın. Bugünkü şartlarda diyebiliriz ki, PKK iktidardadır, PKK Bakanlar Kurulu sıralarındadır, PKK Başbakan'ın ruhunu, iradesini ve karar organlarını ele geçirmiştir. Durum kritiktir. Büyük Türk milleti çok ciddi bir musibet tufanıyla yüz yüzedir. Etnik temelli bölücülüğün borusu ötmekte, PKK'nın sözü geçmekte, İmralı canisinin lafı dinlenmektedir. Ülkemiz terörün kuşatması altındayken, hala İmralı'da bakanlar düzeyinde pazarlıklar yapılması, hala sözde çözüm süreciyle ilgili çalıştaylar düzenlenmesi milletimize küfürdür, en adi suçtur.

Şereften bahsedemeyecek

PKK çalıştayı AKP ile İmralı canisinin bir yanağın iki yüzü olduğunu ispatlamıştır. Başbakan artık doğruları çarpıtamayacaktır. AKP-PKK arasındaki ilişki şudur: "Al Güneydoğuyu, Ver Çankaya'yı." "Al Özerkliği, Ver Başkanlığı." "Al Şerefi, Ver Şerefsizliği." Şeref; üstün değerlere bağlı olarak sürdürülen ilkeli bir yaşamı ifade etmektedir. Şeref; haysiyet, fazilet gibi kavramları da içerdiği gibi, gösterilen yararlılıklar sonucu kazanılan saygı ve kişisel değere verilen addır. Başbakan sanıyorum, bundan sonra şereften bahsederken iki düşünüp bir söyleyecek, sırtındaki şeref yoksunluğu kamburuyla kalan ömrünü düşe kalka geçirecektir.

Türk milliyetçiliği yegane ümit

Anlaşıldığı kadarıyla üç bakandan oluştuğu medyaya yansıyan pazarlık heyeti bazen HDP, bazen de İmralı canisiyle masaya oturmaktadır. Bize göre Sevr ihanetine imza atan ve beddualarla anılan 'Rıza Tevfik, Damat Ferit ve Hadi Paşa' üçlüsü neyse, PKK'yla görüşen üç bakan da tıpkısının aynısıyla odur. Buradan herkese çok açık söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin has bahçesidir; burada hiçbir ayrılıkçı, bölücü, yıkıcı emel barınamayacak, tutunamayacaktır. Türk milliyetçiliği Türk milletinin yegâne gücü, yegâne kurtuluş ümididir.