Buzdolabında dedikleri sözde çözüm sürecini çıkarıp yeniden tedavüle sokabilmek adına gün saymaya baladılar.
"-mış gibi görünmek" 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki dönemde AKP, HDP, PKK ve İmralı cephesinin stratejisi olmuştu.
 Dolmabahçe'de terörist başının önerilerini gururla (!) okuyan ve başköşeyi alanlar, çarşı Pazar kızışınca birbirlerine "düşman-mış" gibi yapıp toplumu hikâyelerine inandırmaya çalıştılar.
Peki ne oldu bu dönemde?
170'in üzerinde asker, polis ve koruyucu şehit oldu!
Türkiye peşpeşe patlayan bombalarla yüzlerce vatandaşını kaybetti.
Yine yüzlerce kamu görevlisi yaralandı.
TSK, PKK'ya etkin ve netice alıcı bir mücadele sergilerken, bunlar TSK'yı PKK'nın güçlenmesine göz yummakla bizzat itham ettiler!
Üstelik 6 Eylül günü Dağlıca'da askerlerimiz şehit olduktan sadece birkaç saat sonra!
Suçlu biz değil, TSK'dır demeye getirdiler.
PKK şehirlere bomba ve silahlar yığarken buna TSK ses çıkarmadı anlamını doğuracak sözle kullandılar!
Ancak TSK'nın sözde çözüm süreci boyunca PKK'ya yönelik operasyon yapmak için "anayasanın tanıdığı hak ve sorumluluğunu" kullanmak istediğinde ise bizzat valilere talimat vererek bu operasyonların yapılmasını engelleyenler kendileriydi.
Ortalığa valiliklere gönderilen operasyon yapma izinlerine dair belgeler çıkınca bu kez topu valilere attılar.
Ne hikmetse ülkede terörle mücadelede başta TSK olmak üzere yetkili kim varsa "anayasal sorumluluk" bağlamına sadakatle hareket ederken, AKP'nin "anayasayı fiilen yok saydığını" gösterircesine üzerindeki yükümlülükleri yerine getirmediği anlaşıldı.
* * *
PKK'ya kazandırılan güç, Mehmetçiğe ve polislerimize mermi ve bomba olarak dönerken, "kaostan kazançlı çıkma" üzerine kurulu seçim stratejisinin ikinci önemli ayağına ise MHP'yi oturtup, "hayırcı" yaftalamasıyla ülkeyi bizzat erken seçime götürdüler.
MHP'nin "sözde çözüm sürecini bitirelim" çağrısına bizzat kulak tıkamayı tercih etiler ve bu anlamda MHP ile terörle mücadelede kararlı bir hükümet kurmayı istemediler.
Ankara'da patlayan bombalardan sonra "anket yaptırdık oylarımız yükseliyor" diyerek kandan ve kaostan beslenme stratejisini bir bakıma itiraf ettiler..
"mış gibi yapma" siyasetinin esasında olan "topluma ve anayasal düzene karşı samimiyetsizlik ve sadakatsizlik" ilkesini bu haliyle hayata geçirmiş oldular.
1 Kasım seçimlerinden hemen sonra "başkanlık sistemi" vurgusu yapılması ile suretler bir kez daha maskelerinden arındırılarak gerçek hallerini gözler önüne serdi.
Seçim gündeminde AKP-PKK arasında açılan makas bir anda seçim sonrasında yeniden gündeme getirilen "başkanlık sistemi" tartışması ile kapanmaya başladı.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ve AKP'li kurmayların başlattığı bu tartışmalara sıcağı sıcağına HDP'nin de dâhil olup "destek veririz" şeklinde açıkça çağrıda bulunmaları ameliyat masasına yatırılmış olan Türkiye üzerinde kimin nasıl bir operasyon yapmak istediğini bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD ve AB başta olmak üzere bölgesel hesaplar yapıp "PYD'yi meşru gören" (dolayısıyla PKK'yı) çevrelerin Türkiye'ye en yetkili ağızlardan "bir an evvel sözde çözüm sürecine geri dönme" çağrıları yapmaları ve AKP'yi bu anlamda cesaretlendirmeleri işin bir başka boyutudur.
* * *
Ancak şurası bir gerçek ki "ver başkanlığı, al özerkliği" hesabı artık yeniden tedavüle konmak istenecektir.
Birisini başkan yaptırma, diğerini İmralı'dan çıkarma gayretleri hız kazanacaktır.
7 Haziran öncesi seçim gündeminin ağırlıklı olarak başkanlık sistemi tartışmaları üzerine konulmuş olması ve milletin neticede AKP'den tek başına iktidar yetkisini alması, son derece kesin bir şekilde Türk Milleti'nin rejim değişikliğine onay vermeyeceğinin göstergesidir.
AKP ve PKK istediği kadar aksini düşünsün, millet düşüncesini bizzat irade beyanıyla ortaya koymuştur!
Ancak burada önemli olan soru, 1 Kasım erken seçimine gidilecek olan süreçte "kaos düzeni" üzerine bina edilen ve "400 vekil olsaydı böyle olmazdı" anlayışı üzerinden kurgulanan düşünce düşünüldüğünde, aslında hiçte hayırlı olmayan bir döneme girildiğimiz açığa çıkıyor.
AKP bu anlamda toplumun hassasiyetleri çerçevesinde davranır, anayasal sınırlar çerçevesinde kalır mı?
Keşke öyle olsa!
Sorumluluğunun ve daha da ötesi milletin hassasiyetlerinin tercümanı olabilse!
Ancak bu zamana kadar sergiledikleri duruş bunun tam aksini işaret ediyor.
Mevzu bahis PKK olduğunda, millet AKP için her zaman ikinci plana atılıyor.
Bununla beraber otoriterleşme eğiliminin git gide hız kazandığı bir dönemde toplumsal gerginliğin azalacağını düşünmek de mevcut koşullar dikkate alındığında olumsuz cevaplara kapı aralıyor.
Bir önemli evre ve "hat" geride bırakılarak, şimdilik Türkiye'de rejim değişikliği ve ülkenin eyaletlere yada özerk bölgelere bölünmesi konusu "fiiliyata dökülme" arzusuyla yola koyulmuş olsa da unutmamaları gereken son derece mühim bir durum vardır.
Türk Milleti kendi kararı karşısında bir başka makam yada güç tanımaz. 
En son "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır" dediğinde, bu millet neler yapmıştır, bunun dikkate alınması gerekir!