Recep Tayyip Erdoğan bütün il ilçe, beldelerin belediye başkanı olmak için var gücüyle çalışıyor. O illerin, ilçelerin beldelerin Ak Parti’den kimlerin aday olduğu, o yörelerin halkı bile pek bilmiyordur. Bilinen tek isim Recep Tayyip Erdoğan. Herkes bunun farkında...
Önceki gün Güneydoğu’daydı. Hususiyetle Diyarbakır’da ne diyecek, diye merakla mı diyeyim, sıkıntıyla mı, bekledim.
Biliyorsunuz, Diyarbakır’ımızı kimileri PKK’nın başşehri görerek konuşuyorlar. PKK’ya teslim olmuşlar, sadece Kandil’e, İmralı’ya selâm gönderiyorlar. “Haklısınız.” demeye gelen sözler ediyorlar.
Diyarbakır’da 11 Ocak 2024’te bir tartışma olmuştu. Rudaw muhabiri sokakta röportaj yapıyor ve Kürtçe konuşuyor. Diyarbakırlı genç müdahale ediyor: “Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir akıllı olun. Türkçe konuş!...” diyor ve ardından küfrediyor.
Rudaw, Erbil merkezli bir yayın organı. Diyarbakır’da temsilciliği var. Özellikle Diyarbakır’da... Barzanîler Diyarbakır’ı kendilerinin uzantısı görürler. (Haritalar bile var. Devlet kurmak istedikleri alan Güneydoğu’yu da içine alıyor. 1999’da İmralı’da Abdullah Öcalan’ın duruşmalarında bu haritayı, bir şehit yakını getirmiş ve mahkeme başkanına vermişti. Harita Arap harfleriyle yazılıydı. Mahkeme başkanının “İçinizde okuyacak var mı?” sorusu üzerine ben okuyabileceğimi söylemiş ve ne olduğunu açıklamıştım.) 31 Mart Mahallî Seçimleri’nde Barzanî’nin adaylarının da yarıştığı belirtiliyor. Şu var ki, Barzanî PKK’ya karşı görünse de her zaman bu örgüte alan açmıştır. PKK şu anda Kuzey Irak’ta, Barzanîlerin ve Talabanîlerin bölgesinde... Süleymaniye merkezli Talabanîler tamamen PKK’nın güdümünde.
Siyasîler, Rudaw temsilcisine itiraz eden genç kadar olamadılar. Rudaw temsilcisi kasıtlı olarak mahallî dille konuşuyor. Yoksa, herkes anasından öğrendiği dili de konuşacaktır. Bir devlet var ve bu devletin bir resmî dili vardır.
Siyasîlerin kimileri Diyarbakır’da konuşunca, kendilerini Barzanî’nin, Talabanî’nin, PKK’nın merkezine gelmiş görüyorlar, etnisite üzerinden Anayasa çizgisi dışında sözler ediyorlar.
Turgut Özal’ın açtığı yollara hiç girmeyelim.
Süleyman Demirel, 1992’de başbakanken Diyarbakır’a gelmiş ve “Kürt realitesini tanıyoruz.” demişti.
Demirel daha sonra “Kürt realitesini tanıyoruz.” sözünü Anayasa çizgisine şöyle çekmişti. Bu değerlendirmesi önemli:
“Ben 'Kürt realitesi' derken, Kürt diye bir insan vardır, bunu kabul ediyoruz dedim. Ne demek bu? Yani Kürt vardır ama Türk vatandaşıdır, demek. Türk olmak için illa Türk ırkından gelmek gerekmez. Türk ırkına mensup olarak da Türk vardır ama Türk sözü ırki anlamının üzerinde anlam taşır. Bir milletin adıdır. Bu millet tanımı ise ırka dayanmaz. Türk milleti, kavramı budur.” Türk milletinin içinde başka ırktan gelenler de olabilir. Irki olarak Türk olması diye bir koşul yoktur. Siz ırki olarak Kürt'üm diyebilirsiniz ama bu millete mensupsunuz, bu devletin vatandaşısınız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseniz Türk milletine mensupsunuz, o anlamda Türk'sünüz. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da böyle diyor.” (Fikret Bila, “Demirel’in ‘Kürt realitesi’ ile Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu’”, Milliyet, 16 Ağustos 2005)
Demirel, aynı mülâkatta, “realite” ve “mesele” farkını ortaya koyarken R. T. Erdoğan’ın zaman zaman dillendirdiği “Kürt sorunu” sözünü örnek gösteriyor:
“Ama Kürt realitesi yerine ‘Kürt sorunu’ dediğiniz zaman başka yerlere gidersiniz. Millet sorunu, siyasi bir sorun kabul etmiş olursunuz. Bu bakımdan benim söylediğim şeyle Erdoğan'ın söylediği aynı şey değildir.”
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999'da başbakan yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır'da “Avrupa Birliği’ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
Recep T. Erdoğan başbakanken 2005’te partisinin Diyarbakır’da düzenlenen mitinginde, “İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa ‘Ad koyalım’ diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur.” demişti.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 24 Ocak 2022’de, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’la birlikte düzenlediği basın toplantısında sarf ettiği “Şuna kesinlikle inanıyorum. Bu ülkeye demokrasi gelecekse, herkes kimliği ve inancından ötürü ötekileştirilmeyecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer.” sözleri tartışılmıştı.
Diyarbakır’da şaşı bakışı mutlaka değiştirmeliyiz. Değiştirmediğimiz sürece “bölücülük” kapısını mütemadiyen açıkta tutarız. “Düşman”ın beklediği de budur.
ABD, sınırımızın hemen ötesinde, Suriye’de, Irak’ta, PKK’yı üzerimize salıyor. Emperyalistlerin kimi nasıl kullandıklarını herkesin görmesi lâzım.
R. T. Erdoğan’ın, önceki gün Diyarbakır’da mitingde konuşmasında “arıza” var mıydı, baktım. Diyor ki:
“... Emperyalistlere kuklalık etmeyen herkesle konuşuruz. Teröre mesafe koyan herkesle konuşuruz. Milletimizin birliğine, vatanımızın bütünlüğüne saygı duyan herkesle konuşuruz. Türkiye Yüzyılı'nda bizimle birlikte yol yürümek isteyen herkesle konuşuruz. Bu ülkede 85 milyonun huzuru için bir şey yapılacaksa şimdi, hemen yapılmalıdır. Türkiye'ye terörle bedel ödetildi, buna tahammülümüz yok. Bu tehdidi bertaraf ettik. Artık ülkemizi bu yükten tamamen kurtarma vaktidir. Kapımız teröristlere de terör örgütleri gölgesinde siyasetçilik oynayanlara da kapalıdır. Listelerini terör örgütünün belirlediği parti, parti olamaz.
Son 21 yılda attığımız her demokratik adımı engellemek için karşımıza dikilen CHP’yi, Kürt kardeşlerimize umut diye pazarlıyorlar. CHP’yi allayıp pullayıp size dayatıyorlar. Bunların hangi çıkarların temsilcisi olduğunu anlatmaya bavullar dolusu paralar yeterlidir. 31 Mart Kürt kardeşlerimizin özgür iradeleriyle kendilerinin ve şehirlerinin geleceğine karar vereceği bir dönüm noktası olacaktır.”
Mesele burada “Kürt seçmen” ayırımına varıyor. Çok tenkit ettiğim sakat adlandırmadır.
Politikacılar adlandırmalarının nereye varacağını mutlaka hesap etmeliler.
Şimdilik ayrıntıya girmeyeceğim.