Sevgili kardeşimle tanıştığımız zaman genç ve atılgan biriydi. Türkiye karanlık yıllar yaşıyordu ve bu karanlık içinde gençler, devletin hangi sebeple olduğunu anlayamadığımız, devletimize yönelik saldırılar komünizm ve kürtçülükle yapmadığı mücadeleyi üslenmişlerdi. Türkiye’yi Sovyetlere bağlamak isteyenlerle, Doğu Anadolu’da uydu bir devlet kurmak isteyenler birleşmişler, bunu kabullenmeyen milliyetçilerin üzerine saldırıyorlardı. Milliyetçi gençlik, bugün olduğu gibi, siyasî bir teşkilât olan M.H.P. bünyesinde toplandı, pek çok şehit verilerek bu tuzak bozuldu. Şimdi görüyoruz ki, devlet adamlarının gözleri nispeten açıldı, bu mücadeleyi devlet üzerine aldı. Sovyetleri yıkıma götüren, devleti idare edenlerin gözlerini açan işte bu milliyetçi, ülkücü, yılmayan, korkmayan, devletine sahip çıkan gençlerdir.

Hasan Külünk, doğuştan ve ailesinden gelen liderlik vasfıyla bu mücadelede hep ön safta oldu. Derneklerde görev aldı, her aldığı görevde başarılı oldu.

1977 yıllarında, mensubu olduğumuz siyasi partiyi, bizce onun misyonuna uymayan, İslâmı dejenere etmek isteyen bir tarikatın ele geçirmek istediğini hissettik. Bu konuda uzun süre, Türkiye ve Türklük için tehlike olan akımları bilen kültür adamlarıyla kapalı toplantılar yaptık. Bu toplantılarımızın en genç üyesi Hasan Külünk’tü. Sonunda Türk-İslam Ülküsünü tavizsiz savunacak, gençliğin ve milletin gözünü açıp, onlara yol gösterecek bir siyasî dergi çıkarmağa karar verdik. Karar verdik ama, derginin matbaa ve dağıtım işi çok zordu. Külünk hem yazı işleri müdürlüğünü, hem de bu işi gönüllü yüklendi. O zamanlar neşredilen dergilerin, teknik olarak en kalitelisini meydana getirdi. Belki Türkiye’yi defalarca dolaştı, yoruldum, bıktım demedi. Daha ilk sayısında büyük bir tiraja ulaşan, fakat fincancı katırlarını ürküten ÜLKÜCÜ KADRO dergisi, siyasî baskılar sebebiyle ancak 17 sayı yayınlanabildi. Fakat maksat hasıl olmuş, M.H.P.’yi ele geçirmek isteyenlerin ipliği pazara çıkmıştı. Fazla tutunamadan çekilip, kendi kubbelerinin altına sığındılar. Belki hâlâ fırsat bekliyorlardır(!).

Hasan Külünk, bu hengâme arasında okulunu bitirdi ve mühendis oldu. Askere yedek subay olarak gitti. Döndü, mesleğiyle ilgili bazı kurumlarda çalıştı. Daha sonraları doktor olan iki kardeşiyle şifa dağıtan ERDEM hastaneler zincirini kurdu. O her çalışmasında başarılı oldu.

Hasan Külünk’ün üç sevdası vardır: Allah sevgisi, Ailesi ve vatan sevgisi. Bu meziyetler ona, tanıdığım zaman saygı duyduğum rahmetli babasından ve ailesinden mirastır. Bu konuda hiç şüphem yok.

YAZAR VE ŞAİRLİĞİ

Yazı hayatına amatörce Ülkücü Kadro dergisinde başladı diyebiliriz. Fakat hayatın zorlukları devam etmesine izin vermedi. Yıllar sonra, nispeten huzura kavuşunca, yazı ve şiir hayatına müthiş bir giriş yaptı. Zaten çok okuyan, hayat tecrübesi akranlarına göre çok ileride olan birisi idi. Bu birikim onun kısa sürede, hayat tecrübelerini aktardığı, okuyana çığırlar açan bilgiler, bir çeşit nasihat veren kitaplar yazmasına, her Türkün içinde olan şair ruhunun şiir olarak yazıya dökülmesine yol açtı.

KÜLÜNK’ÜN ŞİİRLERİ

Önce şiir nedir, onu bir tarif etmeğe çalışalım. Şöyle bir tarif doğru mudur acaba? Şiir aklın ve ruhun bulunduğu noktadır. Şöyle de denir: Beynin ve kalbin buluştuğu bir mucizedir. Beyin, alınan bilgileri, görgüleri, tecrübeleri toplar ve şaire bunları sunar. Şair kalbine danışır; eğer onda hoş bir sıcaklık, bir rahatlama olursa şiir başarılmış demektir. Kalp umursamaz, sadece kan pompalarsa yazılan manzume, manzum yazı olur. Ben şiiri böyle düşünüyorum.

Bizim edebiyatımız Tanzimat’a kadar şiir edebiyatıdır dersek zannederim yanılmış olmayız. Hikâye ve roman o tarihlerden sonra, önce tercümeler, daha sonra telifler olarak hayatımıza girdi. Şiir ise halk ozanları vasıtası ile binlerce yıldır Türk insanın düşüncelerini, inançlarını arzu ve aşklarını günümüze kadar taşıdı. Hasan Külünk, bu zengin mirasın yeni bir temsilcisi olarak çıktı milletimizin önüne. Onda Allah, vatan, insan sevgisi, tabiata karşı hayranlık, tarihimize gururla bakış hep ön sıradadır. Elbette gittiği Mekke ve Medine’de kaleme aldığı şiirler onun duygularının yüksekliğini gösteriyor.

O bir İstanbul çocuğu. Doğduğu İstanbul’a âşık olmuş. Hangimiz olmadık? Hepimiz biliriz: Yahya KEMÂL’de bir İstanbul âşığı idi:

“Sana dün bir tepeden baktım âziz İstanbul

Görmediğim, gezmediğim sevmediğim hiçbir yer

Ömrüm oldukça gönül tahtıma rahatça kurul

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel,”

Diye başlayan bir şiiri vardır. Külünk de İstanbul’u, ve gezdiği yerleri aynı heyecan ve aynı gurur ile şiirleştirmiş.

Şairlerin olmazsa olmazı AŞK’ı yazarken, Yunus’un Tapduk Emre’ye, Mevlâna’nın Tebriz’li Şems’e baktığı gibi bakmış ona.

Şiirlerinde bir tarza bağlı kalmamış. Bazıları klâsik Türk vezninde, bazıları serbest vezin, bazıları Cumhuriyet sonrası hece vezninde. Bazısı bir kıta ile ders veriyor, bazısı sizi alıp peygamberimizin huzuruna götürüyor…

Tanıdığım Hasan Külünk’ün burada durmayacağını biliyorum. O sanatını çok daha ileriye götürecek, Türk edebiyatında daha güzel bir noktaya gelecektir. Bana, onu sadece tebrik etmek düşer…

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Şairin elimde üç şiir kitabı var. Bu kitaplardan bazı alıntıları okuyuculara aktarmak istiyorum. Bu satırlar bazen bir şiirin bir kıtası olabiliyor. Şiirin adını da göstereceğim:

“Bizim Sevdamız”dan

Biz sevdayı vatan sevmek belledik,

Özünden, gözünden âlâ sayardık.

Soyumuzdan böyle haller topladık,

Haz ile naz ile biat eyledik.

“Kurt Balası” ndan

Hayy’dan şerbet içenin

Müşterektir duası

Türk’e kefen biçenin

Haktan gele cezası.

“Aşk” şiirinden

Yüce Mevla sanatından böcek, çiçek,

Ve insanı yaratmıştır özenerek.

Servet odur, cümle âlemi gezerek,

Eserde Mevla’yı görmek hissetmek.

“Sabahın sihri” den

Boynumu bükerek geldim kapına

Aşkımla, sevdamla teslimim sana,

Yolumu gözleyen ulu Rahman’a

Sosyoloji dünyasının acı kaybı: Orhan Türkdoğan Hakk'a yürüdü Sosyoloji dünyasının acı kaybı: Orhan Türkdoğan Hakk'a yürüdü

Rükûda secdede yetiver gitsin.

“Neye Kaldık” dan

Bir zaman aşk ile meydanlarda gürledik,

Ufuklardan Semerkant, Buhara’yı dinledik,

Usulü erkân ile daim söyledik,

Şimdi akbaba sürüsüyle avunur olduk.

“Aşk İle”

Kaldır başın gökyüzüne aşk ile,

Aç ellerin eşlik etsin bülbüle,

Arz-ı dua kapıları açıktır,

Vatan için, millet için meşk ile.

“Ey Vatan” dan

Ey vatan artık gözyaşın akmasın

Çünkü sen benim ruhum, öz davamsın.

Korkak gözler dönüp sana bakmasın,

Yürekleri sindiren has havamsın.

“Gülsün Efendim”den

Bir defa hu diyen gülsün efendim,

Aşk budur demeği bilsin efendim,

Kavgadan nizadan uzakta durup,

Sulhta kurtuluşu bulsun efendim.

“Neresindeyim?” şiirinden

Ben bu coğrafyanın neresindeyim?

Hem kalbinde, hem ruhunda köleyim,

Can verdim, kan verdim, ömür tükettim,

Burda doğdum, burada mutlu öleyim.

Ben bu coğrafyanın neresindeyim?

Hem gamında hem de gülüşündeyim,

İzledim gözledim nice sabrettim,

Sefasını cefasını seveyim.

Ben bu coğrafyanın neresindeyim?

Çatısı bacası sinesindeyim,

Çalıştım didindim çok gayret ettim,

Coştuğunu, koştuğunu göreyim.

“Semerkant’tan Bosna’ya” dan

Yıllar önce kalkıp Orta Asya’dan,

Kâinatı doya doya dolaştık,

Hak söyledik hak yaşadık korkmadan,

Her arzuya koşa koşa ulaştık.

Bir doğuya bir batıya durmadan,

Ülkeleri saya saya savaştık,

Mazlum sevdik, zalim dövdük yılmadan

Gönüllere seve seve taht kurduk.

“Hakk’a Sarıl”dan

Dünyanın düzenini ben kurmadım,

Yanana sönene hesap vereyim.

Ne düşene ne küsene vurmadım,

Ölçene tartana hesap vereyim.

Ey Türkoğlu titre ve kendine dön,

Orda felâh orda huzur dileyim,

Arıyorsan çıkış yolu doğru yön,

Kıbleye dön, Hakk’a sarıl diyeyim.

“Kızıl Elma” dan

Nar düştü Orta Asya’ya,

Döndük kızıl elmaya

Bazen atlı, bazen yaya,

Yürüdük kızıl elmaya.

İlân ettik tüm dünyaya,

Yöneldik kızıl elmaya,

Ne gitmeye ne durmaya,

Sınır yok kızıl elmaya.

Kâh Bizans’a kâh Roma’ya,

Od düştü kızıl elmaya,

Tek hedef ona varmaya,

Birlikte kızıl elmaya.

“Bozkurdum Yürü”

Asya bozkurtları çıktı sefere,

Afrin dağlarında destan yazıyor,

Neslimiz susamış şanlı zafere,

Yesi’den Tuna’ya baştan yazıyor.

Kalpte iman elde silâh her yere,

Tarihe mührünü baştan kazıyor,

Gönüllü, mağrur yürürken makbere,

Başucu taşını aşktan kazıyor

Bozkurdum yürü git bakma geriye,

Tünellerde zor oyunu bozuyor,

Bin çakal az gelir her bir çeriye,

İman gayret it soyunu bozuyor.

Melek olmuş kanatlanmış koç yiğit,

Yedi kat göklerde mesut geziyor,

Arşı âlâ kapısında mültefit,

Cennet bahçesinde rahat geziyor.

“KÂBE’DEN”

Karadeniz’de gün bitti,

Karanlık canıma yetti,

Karaların en güzeli,

Kâbe’ye dilekçem gitti.

“HACER-ÜL ESVED”

Ateş ayrılır mı közden,

Ayrı düştüm kara gözden,

Ayrılırken başlar hasret

Sarhoş oldum ben bu yüzden.

“Ey Nebi”

Birdenbire toplanıp,

Sana geldim ey Nebi.

Halimden utanmayıp,

Sana geldim ey Nebi.

Kırk kapıdan kovuldum,

Gidecek yer kalmadı.

Ben kimlere soruldum,

Dökecek ter kalmadı.

Tövbe edip kapında,

Ağlayıp inliyorum.

Kokun dolu yapında,

Sesini dinliyorum.

Davete boş gidilmez,

Demiş ulu büyükler.

Günahlarımla geldim,

Nefsim şefaat bekler.

Bura ağlamak yeri,

Duy sesimi ey Nebi.

Gözyaşım aştı seli,

Duy sesimi ey Nebi.

ÜÇ HİLAL'İN HİKAYESİ Ahmet B. Karabacak

Editör: Kerim Öztürk