Yüce Türk milletinin meclisi referanduma gidilmesine ve seçmenlerin meclis kararı ile teminat altına alınmış olan sadece Evet-Hayır seçeneklerinden bir tanesini tercih edilebileceğine karar vermiş.
Peki sonra ne oluyor; devletin başındaki en sorumlu insan bu seçeneklerden #Hayır'ı tercih edenleri terörist olmakla itham ediyor; yüce Türk milletinin meclisinin teminat altına aldığı irade beyanını tehdit ediyor. Tabi ki bu açıkca TBMM'nin almış olduğu kararı yok farz etmek, tanımamaktır. Yine alışkanlık haline getirilen fiili durumun bir başka şekilde tezahürüne şahit olmuş oluyoruz. İşin en tuhaf tarafı da; bu dayatmalarla yürütülen bir süreç sonunda ''Büyük Türkiye'' hayali kuran anlı, şanlı sözde aydın akademisyenlerin var olmasıdır.
Aslında Türk milleti olarak galiba Erdoğan'ın genel halini kanıksamış olacağız ki; müsebbibi olduğu anti demokratik hal ve tarzının vahametinin farkında değiliz ama dünya ülkemizde olup, bitenleri elbette takip ediyor. Sonuçta ekonomiler bağımsız değiller. Her ülkenin şu veya bu şekilde değişik ülkelerde yatırımları olabiliyor ve dolayısıyla daima menfaatlerini koruma ve kollamayı düşüneceklerdir.
İsterseniz bir sabah uyanalım ve kendimizi Almaya ve Hollanda'nın devlet yönetiminde inisiyatif sahibi olduğumuzu düşünelim.
Ülkemizde ciddi oranda Türkler var ve bunların ülkesinde belkide doksan küsur yıllık, geleneksel hale gelmiş, oturmuş olan bir sistemleri var; değiştirilip, değiştirilmeyeceğine karar verilmek üzere kampanyalar yürütülüyor. Ancak mevcut cumhurbaşkanı ülkesinin insanının yarısını, yapacakları tercih nedeniyle terörist olmakla itham ediyor. Her geçen gün bu üslup kutuplaşma ve ayrışmaya dönüşürken, özellikle de devlet imkanlarını kullanan bir cephe, yani ''Evet'' lehine orantısız fırsat yaratılarak siyasi sonuç elde edilmek isteniyor.
Bu tehdidin gerek ülkemizde gerekse Avrupa'da ki yansımalarını tüm dünya takip ediyor; zira tüm ülkeler ve ekonomileri birbirleri ile entegre olmuş durumdalar. Özellikle Almanya ve Hollanda'da epeyce Türk olunca; Türkiye de yaratılan kutuplaşmanın kendi ülkelerine yansımasına mani olmak adına tedbir almayı düşünmüş olabilirler. Nitekim Almanya ve Hollandayı en çok rahatsız eden; Erdoğan tarafından yapılan Nazi benzetmesidir. Türkiye'de biz hayırcılara terörist denilmesi karşısında hukuk önünde hesap sorma şansımız olmayabilir, sindirilmiş olabiliriz ama elin oğlu son yüzyılın en aşağılık suçu ile suçlanmayı sineye çekmeyebilir. Burada bir şeyin farkında değiliz sanırım, o da şu; Türkiye de istenildiği an fiili durum yaratılabilir, bu alışkanlık haline de gelmiş olabilir ancak bu demek değildir ki; Avrupa'da da her istenildiğinde aynısı yapılabilir. Olup, biten meselelere bir de bu pencereden bakmak lazım.
Yabancı siyasetçilerin başka ülkelerde kampanya yapmasına ilişkin hukuku değerlendiren Uluslararası Hukuk Profesörü Ove Bring de ‘‘Temel kural olarak ifade özgürlüğü hakkı geçerlidir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi gerekli görmeleri durumunda diğer ülkeler kaynaklı politik kampanyaları yasaklama hakkını da tanımaktadır’’ dedi.
Mehmet Soral
[email protected]