Küçük Narin’in cesedini torba içine koyup, 200 bin lira karşılığında dere kenarında taşlarla üstünü örten Nevzat Bahadır… Sonra, eve dönüp namaz kılmış, yemeğini yemiş, Narin’i arama rolü oynamış soğukkanlılıkla!

Haberde ‘namaz’ kavramının geçmesinden dindarlar tabii ki rencide oldular. Bu hassasiyeti saygıyla karşılamak lazım. Çünkü hiçbir kötülüğün yakışmadığı bir dine, İslam’a inanıyorlar.

Fakat dine yakışmadığını belirtmek, ülkemizde “ahlaksız dindarlık” denilen ciddi bir sorun bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor. Cinayet, hele de böylesi bir cinayet çok uç bir örnek. Sorun, ahlakilik yaratması gereken dindarlığın zamanımızda bunu beklendiği gibi yapamamasıdır.

Ülkemizde yakın zamanlara kadar “dindar insan yolsuzluk yapmaz, kul hakkı yemez” diye bir güven vardı. Dindarlıktan normal olarak beklenen de budur.

Bu toplumsal güven kültürünü kim yıktı?!.

Dünya Yolsuzluk Algı Endeksi’nde Türkiye 2012 yılında 49 puanla 54. sıradaydı. 2024 yılına gererken 34 puanla 115. sıraya düştü! (31.1.2024)

Mehmetçik donarken aklını oynattı Sarıkamış ah ki ne ah! Mehmetçik donarken aklını oynattı Sarıkamış ah ki ne ah!

Çünkü iktidar yıllardan beri “siyasi etik” kanunu çıkarmadı. AB’nin istediği “yolsuzlukla mücadele” kanunlarını çıkarmadı. Uluslararası raporlarda da yolsuzluğa en açık kapı olarak tanımlanan “Kamu İhale” kanununu bozdu, ısrarla düzeltmiyor.

Mülakatlar kesin bir haksızlık, hak ihlali, başkasının hakkını yeme mekanizmasıdır zamanımızda.

İKİ TEMEL SORUN

İktidarın ihaleyi veya bir rant kaynağını kime isterse ona vermesi, mülakatta istediği kişiye kazandırması “günah” veya “haram” mıdır değil midir? Fıkıh hocaları ne der acaba?

Ama tarihte, pek az istisnayla, kralların, imparatorların, sultanların bu yetkisi vardı. İstediğine istediğini verirlerdi ve bu yolsuzluk değil “ihsan” sayılırdı. Tarihçi İhsan Süreyya Sırma, Muaviye ile İslam tarihinde de bu geleneğin yerleştiğini yazar. (Müslümanların Tarihi, cilt 3, sf. 317)

Ahlak-dışı işlemler, kazançlar, kadın ve çocuk hakları ihlalleri, yolsuzluk gibi “anomik” tavırların, kendilerini muktedir gördüklerinde dindarlar arasında da yayılması iki büyük problemi önümüze koyuyor:

- Bir haramlar-helaller listesi, ya da fıkıh kuraları listesi haline gelmiş olan bir din anlayışı, günümüzde gerekli olan kapsamdaki ahlakiliği yaratmıyor. Hele ‘dava için’ kolayca meşrulaştırılıyor.

- Fıkıhta yer alsın almasın, günümüzde modern hukuktaki denetim, şeffaflık, hesap verirlik, açık toplum, eşitlik, kadın ve çocuk hakları gibi “norm”ların Müslüman tarafından kanunlarla uygulanmaktan öteye, ahlaki olarak da benimsenmesini sağlayan bir ahlak reformu şarttır.

‘AHLAKIN BUHARLAŞMASI’

Anomi bütün toplumumuzu sarmış bir hastalık. Seküler olsun, dindar olsun hiçbirimiz bu özelliğimiz sayesinde bu hastalıktan bağışık değiliz. Dindarlığın ahlakilik yaratacağı düşüncesinin zamanımızda hayli kayba uğradığı bir gerçektir.

Saygın din âlimlerimizden, eski Diyanet İşleri Bakanı Prof. Mehmet Görmez “Değerler Krizini Aşmak” konulu konferansta “günümüzde dindarlık ahlak üretmiyor” diyerek “İslam dünyasında yaşanan değerler krizi”ni anlatmıştı. (18 Şubat 2021)

Yine saygın din âlimlerimizden Prof. İlhami Güler’in “İmansız ve ahlaksız ibadet Müslümanlığı” başlıklı makalesi, soruna vurulan bir neşterdir. (Karar, 5 Ekim 2021)

Muhterem Ali Bardakoğlu Hocamızın, fıkıh tarihinden ve fıkhın muhtevasından getirdiği delillerle anlattığı “ahlakın fıkıh kuralları arasında buharlaşması” gerçeği, Müslümanların en büyük sorunudur. İslami hassasiyeti olan herkese, Bardakoğlu Hocamızın “Yüzleşme” adlı eserini mutlaka okumalarını tavsiye ederim.

İKİ DERİN YARA

Düşünün, “güzel ahlakı tamamlamaya geldim” diyen bir Peygamber’in dini “33 farz”a indirgenmiştir. Bu anlayış nasıl “ahlakiyat” üretebilirdi? Mustafa Çağrıcı hocamızın şu tespiti, bütün Müslümanların beynine ‘zehirli kıymık’ gibi saplanmalı, derinlemesine düşündürmelidir: “M. 9-13. yüzyıllarda yetiştiren felâsife (filozoflar) dışındaki Müslüman ulemanın ürettiği ilimler arasında ahlak yoktur.” (Karar, 3 Mayıs 2023)

Ahlakı, tefekkür ve değerler sahasının dışında tutarak İslam’ı bir kurallar demetine indirgeyen bu derin miras, bugün ibadeti yolsuzlukların affı ve haksız kazançların zekatı haline getirmiyor mu?

Merhum Nurettin Topçu Hocamız, “Şark ahlakı”nı nasıl da sert ama felsefi derinlikle eleştirmişti, bunun bilgisine sahip miyiz?!

Maalesef, bir güç savaşı olan siyasetin arabasının önüne koşulup besili atlar gibi koşmayı “dava” sanıyoruz. Ticari ve siyasi güç kazanırken, aslında irtifa kaybı yaşanıyor.

Müslümanların iki büyük yarası vardır, hâlâ kanayan; biri ahlak sorunu öteki bilim zihniyeti yoksunluğu.

Editör: Kerim Öztürk