Bir ülkede, İçişleri Bakanı’nın oğlu da dahil olmak üzere, üç bakanın oğlu iktidar partisinden bir belediye başkanı ve yine iktidarın atadığı bir kamu bankasının genel müdürü ve önemli iş adamları eş zamanlı olarak gözaltına alınıyorsa, ister istemez herkes “Bu operasyonun arkasında kim var?” diye sorgulama yapıyor. Ardından önceki operasyonlar akla geliyor. 
Benim ilk izlenim olarak söyleyebileceğim şu ki Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk operasyonları ne kadar siyasi ise son yolsuzluk operasyonları da o kadar siyasidir! 
 

***
 

Böyle bir kanaate varmamın birinci sebebi, gazetecilerin soru sorduğu İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun rahat tavırlarıdır. 
İkinci ve asıl sebep ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ın  “Hiçbir tehdide boyun eğmeyeceğiz. İstedikleri kadar çirkin yollara tenezzül etsinler, kirli ittifakların içine girsinler, buradan bir kez daha tekrar ediyorum. Türkiye’de artık söz milletindir, karar milletindir, yetki milletindir. Mühür milletin elindedir”  sözleridir. 
Bu sözlerden, operasyonun, öncelikle 30 Mart seçimlerine dönük bir manevra olduğu anlaşılmıyor mu? 
Zaten Erdoğan da  “Kimin ne hesabı varsa, kendilerine güveniyorlarsa 30 Mart’ta seçim var, o seçime girsinler, hesabı orada milletle görsünler. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir. Türkiye, milletin çiğneneceği, milletin kararlarının yok sayılacağı 3. sınıf bir kabile devleti değildir. İçeriden ya da dışarıdan hiç kimse benim ülkemi karıştıramaz, benim ülkemde çirkin tuzaklar kuramaz” diyor! 
Operasyonun siyasi olduğunun üçüncü delili ise, cemaatin harekete geçtiği iddiaları karşısında, Hüseyin Gülerce’nin  “Bu bir devlet operasyonudur”  şeklindeki yorumudur. 
Tabii  “Hangi devletin operasyonu?”  diye sorulabilir ve devletin ikiye bölündüğü ileri sürülebilir ama şu bir gerçek ki AKP’ye yakın basın çevrelerinde böyle bir operasyon bekleniyordu! 
Konu şöyle düşünülmeli: 
Tayyip Erdoğan, kendi boynunu bıçağın altına bile bile uzatır mı? 
Yoksa bu krizi de fırsata dönüştürmek için erken hareket etmiş olabilir mi? Operasyondan, önceden hiç haberi yoksa, zaten kontrolü tamamen kaybetmiş demektir. Peki bu mümkün müdür?
 

***
 

Konunun, açılım projesiyle de doğrudan ilgisi vardır. Tayyip Erdoğan, daha fazla tavize zorlanıyor. 
Zaten Türkiye’yi parçalamak için kullanılan Abdullah Öcalan, son mesajında,  “Çözüm için üç ayak önemlidir. Bunların başında yasal zemin gelmektedir. İkinci olarak, tarafların ve statülerinin bu yasal çerçeve içerisinde tanımlanması gerekir. Üçüncü olarak da bir izleme kurulunun ya da bir hakem heyetinin sürece dahil olması gerekir” demişti.  
Zübeyir Aydar da  “Biz üçüncü bir tarafın, bir devletin hakemliğini istiyoruz. Çünkü bunun sıkıntısı yaşanıyor. Oslo’da üçüncü taraf vardı. Aracı kurum kimdi. Yani birileri işte...”  diye konuşmuştu. 
Üçüncü taraftan kasıtları, Türkiye’ye müdahale etmek için ABD, İngiltere veya onların öngöreceği şekilde BM heyeti oluşturulmasıdır. 
Yüce Katırcıoğlu, Ülkü Ocakları dergisinde, 2001 yılı Ocak ayında yayımlanan yazısında İsrailli yazar Uri Avneri’nin, 23 Ağustos 1999 tarihli İnternational Herald Tribune gezetesinde yayınlanan makalesine dikkat çekmişti. Bir ara Şimon Peres’in danışmanlığını da yapan Uri Avneri, “BM, Türkiye’de yönetimi devralmalıdır” diye yazmıştı. 
Türkiye’nin yönetiminin devralınması projesi, ABD Kongresi’nin 1896 tarihinde aldığı gizli bir karardır! 
Kısacası, Türkiye’nin Başbakanı, daha önce verdiği tavizler yüzünden şimdi şantaj altındadır. Bu durumda, tehdit altında olan Türkiye’dir!