Fark
Ülkenin bu halde olmasının elbette baş sorumlusu bugün Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Recep Tayyip Erdoğan'dır. Nitekim, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, başbakanlığı zamanındaki siciline uygun açıklamalar yapıyor. Sayın Erdoğan, bundan kısa süre önce bu ihaneti sonucu ulaştırmakta nasıl kararlı olduklarını şu sözlerle ortaya koymuştu: "Bu meseleye çözüm sürecine elimi, bedenimi canımı koydum." Sayın Erdoğan'ın bu sözlerini MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli şöyle değerlendirmişti: "Erdoğan'ın süreç ihanetine canını ve bedenini koyması kendi tercihi, kendi bileceği bir iştir. İşte bizi Erdoğan'dan ayıran en bariz fark buradadır. Erdoğan çözüm süreci için bedenini koyar, ihaneti sevindirir, PKK'yı güldürür; biz ise vatan için canımızı veririz, millet için bedenimizden vazgeçeriz, Ankara'da bile saldırıya uğrayan Türk Bayrağı için gözümüzü kırpmadan kendimizi feda ederiz. Bizim fedakarlığımız, bizim feragat kültürümüz sayısız örnekle imtihan edilmiş ve ahlak, iman, tarih ve milli onurla ölçülmüştür. Gün gelecek, Erdoğan ve Davutoğlu tarihin ve milletin duvarlarına kafalarını arka arkaya çarpacaklardır. Bakalım o zaman kaçacaklar mı, yoksa can vermekten hala bahsedecekler mi, hep birlikte görmemiz mümkün olacaktır."
Katil güruhunu cesaretlendirdiler
Bu sözlerin söylenmesinin üzerinden 2 hafta kadar zaman geçti. Sonuç ortadadır. Yine sayın Bahçeli haklı çıktı. Sayın Cumhurbaşkanının gösterdiği bu kararlılık ihanetin öbür ucundaki katil güruhunu daha da cesaretlendirdi ve daha da azdırdı. Her azgınlığın, her kalleşliğin kendilerine yeni mesafeler kazandıracağını düşünerek iyice zıvanadan çıktılar. Sadece isyan provalarıyla yetinmediler kahpe pusular kurdular ve 4 askerimizi şehit ettiler. Diğer taraftan Aynel Arap üzerinden yaptıkları tehditlerin hepsinin karşılığını aldılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bütün dünyanın önünde terörist ilan ettiği güruha, hem de devlet desteği ile ve Türk topraklarını kullandırarak silah, mühimmat ve eleman yardımı yapılmasını sağladı.
Yeni tavır
Türkiye Cumhuriyeti göz göre göre belanın ve bölünmenin eşiğine getirilmiştir. Türk milletinin bu rezilliği daha fazla onaylamayacağı muhakkaktır. Sayın Cumhurbaşkanı da bunu hissetmiş olacak ki, hemen yeni bir tavır almakta ve meseleyi milletin dikkatinden kaçıracak yeni bir yöntem geliştirmekte gecikmemiştir. ''Sabrın sınırı var. O sınır aşılırsa olabilecekleri aklımın ucundan bile geçirmek istemem'' diyerek, durumu kurtarmaya ve sabırları zorlama noktasına gelenlere bizzat kendisinin yol verdiğinin üzerini örtmeye çabalamıştır.
Susmak kabullenmektir
AKP'den PKK'ya yönelik tehditlerin hiçbir önemi ve değeri yoktur. PKK ve uzantıları hükümetle oyun oynamaktadırlar. İktidar adına yapılan açıklamaları ciddiye alma gereği bile hissetmiyorlar. Zaten fiili olarak kontrole aldıkları ülkenin bir bölümünde özeklik ilan ediyorlar, kanton oluşturuyorlar ve kendi hain emellerine uygun düzen kuruyorlar. Bütün bu gelişmelere hükümetten en küçük bir itiraz gelmemiştir. Susmak kabullenmektir. İtiraz sadece bu ihanetin basına ve kameralara yansıyan kısmına, yani yakıp yıkmalara ve yeniden başladığını büyük bir acıyla gördüğümüz katliamlaradır. Nitekim Cumhurbaşkanından da, başbakan ve hükümet yetkililerinden de gelen açıklamalar bölünmeye, ihanete yönelik değil, sadece bu yakıp yıkmalara ve kalleş pusularadır. PKK ise, bu kalleşliklerle, bu kahpeliklerle hükümete istediklerinin verilmemesi durumunda neler olacağını göstermektedir.
Yeni rota çizdiler
Bugüne kadar bu alçaklık eylem ve tehditlerle her istediklerini elde etmişlerdir. PKK'dan ve AKP'den yapılan açıklamalar her iki tarafında verilen mesajları aldığını ve ihanete yeni bir rota çizildiğini ortaya koyuyor. 1 Kasım'daki kalkışma şekli ve sonrasında verilen beyanlar bunun ispatıdır. HDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, asayiş olayları nedeniyle hükümet tarafından askıya alındığını ileri sürdüğü ve adına "çözüm süreci" denilen ihanet sürecinin tekrar rayına oturtulması ve diyalog kanallarının açılması için bir çağrı yapacaklarını ilan etmiştir. Eş zamanlı olarak Aysel Tuğluk da, "Kobani düşerse çözüm süreci de biter" diyerek, ihanet tahterevallisinin diğer ucunu ortaya koymuştur. Ve tam da bu açıklamaların ne anlama geldiğini, ''açılım'' ihanetinin mimarı, AKP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay'ın sözleri belgelemiştir. Atalay, "6- 7 Ekim olayları kendilerine çok büyük bir darbe vurdu. En büyük darbeyi HDP yedi, orada. Onun zararını telafi etmek için uğraşıyorlar. 1 Kasım çağrıları vesaire biraz da o öncekini işte telafi edici bir strateji olarak da değerlendirilebilir" sözleri, birbirlerini nasıl tamamladıklarını ve nasıl bir kirli oyun oynandığını ibret verecek biçimde ortaya koydu.
Türk milleti ne diyecek?
AKP ve PKK zaten var olan dehşet dengesine, karşılıklı yoklamalardan sonra yeni bir yöntem kazandırmışlardır. Sırada HDP sözcülerinin ilan ettiği, AKP sözcülerinin yalanladığı, bebek katilinin yeni imkanlara kavuşturulması vardır. Sonrasında sıranın bu caninin salıverilmesine ve PKK'nın ilan ettiği AKP'nin sessiz kalarak onayladığı ülkenin milli varlığının ve üniter yapısının dinamitlenmesine geleceği kesindir. Bütün mesele bu ihanete Türk milletinin ne diyeceğidir.