Ukrayna krizinde Avrupa ve Rusya'nın krizi sükunete erdirmek adına yol kat edildiği bir zamanda, bu kez Suriye üzerinde yeni bir krizin ateşlenmiş olması Türkiye'yi son derece önemli gelişmelerin beklediğini işaret ediyor.
Rus savaş uçaklarının bizim hava sahamızı üst üste iki kez ihlal etmesi tesadüfi olarak değerlendirilemeyeceği gibi, Rusya'nın gerekçe olarak sunduğu "navigasyon arızası" olarak da öne sürülemeyecek kadar kastidir.
Rusya bu manevrasıyla bir bakıma Türkiye üzerinden tüm dünyaya "artık Suriye benden sorulur" mesajı vermiştir.
Kaldı ki Hazar Denizi'nden Suriye'deki IŞİD hedeflerine fırlatılan Rus füzelerinin 1500 km olarak ifade edilen seyrinde hangi rotadan uçtuğu (İran, Irak ve Suriye üzerinden) ve aslında kime "mesaj verdiği" sorusu gayet açık ve net değil mi?
Şurası kesin ki Rusya'nın Türk hava sahasını ihlal etmesi sadece Türkiye'den gelebilecek reaksiyonların derecesini ölçmeye çalıştığıyla açıklanmaya yetmez.
Tüm olan bitenler karşısında esasta "NATO'nun nasıl cevap vereceği sorusu Rusya nazarında dikkate kabil" olsa da Türkiye için bu durumun Rusya tarafından çok önceden tahlil edilip, değerlendirildiği açıktır.
Hali hazırda Türk hava sahası NATO'daki müşterek anlaşmalar gereğince bir bakıma NATO sahası olarak da algılandığından Rusya'nın meseleye yaklaşımı da bu anlayış üzerine şekilleniyor.
Rusya'nın Suriye stratejisinin "feci şekilde kusurlu olduğunu" belirten ABD Savunma Bakanı Carter, Rusya'nın "hard power" olarak kendisini sahada gösterdiği böylesi bir dönemde diplomatik girişimler kapsamında IŞİD'le mücadeleye yönelik ABD başta olmak üzere işbirliği yapmak istediği söylemine karşın "Daha öne de açıkladığımız gibi, henüz Rusya açısından böyle kusurlu, feci şekilde kusurlu bir stratejide işbirliğine hazır değiliz." değerlendirmesinde bulundu.
* * *
Bu açıklamalar bir bakıma NATO'nun da görüşü olarak değerlendirilebilir.
NATO yaşanan krizle ilgili olarak, Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlal etmesinin "kabul edilemez olduğunu" Genel Sekreter Jens Stoltenberg'in ağzından duyurdu.
Peki Rusya, NATO'nun tepkisini ölçerken neden Türkiye'nin tepkisinden çekinmiyor?
Çünkü Türkiye'nin böylesi bir ihlal karşısında ne gibi tepki verebileceğini çok önceleri bizzat test ederek gördüler.
Kırım'ı kendi topraklarına katmadan önce, Karadeniz'de defalarca istihbarat uçaklarıyla Türk hava sahasını ihlal eden Rusya'ya karşı o dönem sergilenmeyen sonuç alıcı diplomatik duruş, bugün Türkiye'nin bu kez güneyden hava sahasının yine Rus uçakları tarafından ihlal edilmesiyle sonuçlanıyor.
Rus uçakları hava sahasını ihlal etmesini Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Recep Tayyip Erdoğan "Sınırlarımızı ihlal olayı var. Buna sabretmemiz mümkün değil. Türkiye'ye yapılmış saldırı, NATO'ya yapılmış bir saldırıdır, bunun bilinmesi lazım." şeklinde değerlendirdi.
Geride kalan yıllarda "dostum" şeklinde hitap ettiği Putin'in ülkesine bu kez NATO üzerinden mesaj vermek, bir bakıma Erdoğan'ın, Rusya'nın Türkiye'den çok NATO'nun tepkisinden çekindiğine atıf yapar bir düşünce ürünü gibi görünüyor.
Bununla beraber Suriye krizinde aynı safta buluşan Rusya ve İran ikilisinin, doğalgaz anlamında neredeyse tümüyle dışa bağımlı olan Türkiye'nin en büyük iki tedarikçisi olması Türkiye'nin itiraz tonunun belirli seviyede kalmasına neden olduğu açıktır.
Gelinen noktada Suriye'nin geleceği ve yaşanan krizin derinliği şimdilik belirsiz bir durumda olsa da, soruna taraf olan her çevrenin taşıdığı, elinde var olan tek mesele AKP'nin Suriye politikasında kaybettiğidir.
* * *
Sorunun başladığı 2010 yılından bu yana AKP'nin aksini iddia etmesine karşın Esad ülkenin başından gitmiş değil ve Özgür Suriye Ordusu'nun başını çektiği muhaliflerse beklenen seviyeye ve başarıya ulaşamadılar.
Buna karşın IŞİD'in Suriye'deki varlığı günden güne arttı ve ülkenin kuzeyindeki PKK uzantısı olan PYD'nin ele geçirdiği alanlar da günden güne genişledi.
100 yıldan bu yana tedavülde olan Kürt devleti kurma projesinde belirli çevreler mesafe kat edip, Irak ve Suriye'nin kuzeyini birleştirmeye gayretine hız kazandırdılar.
Dolayısıyla Irak ve Suriye'nin bölünmesinin tüm bölgeye tesir edecek büyük bir yıkım potansiyeli olduğunu ifade etmek gerekir.
Bunlar Türkiye'nin önündeki yakın ve orta vadeye dayalı tehditlerdir.
Yine bu tehditler sadece Türkiye'yi ilgilendirmediği için, makul ve akılcı bir yol izlenebilirse, kişisel ego ve ihtirasların dış politikaya yön verdiği anlayış bir kenara bırakılıp, sadece ülkenin menfaati adına hareket edilirse, Türkiye dış politikada eski prestijli günlerine kavuşabilir.
Diplomasinin dili her ağza geleni söylemeyi değil, üzerinde defalarca düşünülmüş, müzakere edilmiş, kesin hesap alınacağına inanılmış, nereye varacağı önceden hesap edilmiş meseleleri "usulünce" söyleyebilmeyi gerektirir.
Yoksa siz konuşurken birileri sınırlarınızı rahat rahat ihlal eder, ülkeniz üzerinde füzeler uçurur, neredeyse tüm komşularınız size karşı birleşir de siz "vanaların dışarıda olması" sebebiyle oturduğunuz yerde kalırsınız...
Türkiye mevcut durumda yaşanan krizden acilen ders çıkararak, öncelikle duruşunu makul bir seviyeye ulaştırıp işbirliği yaptığı ülke sayısını artırmalı, sonra da özellikle enerji alanında bu derece dışa bağımlı olmasına neden olan koşulların ortadan kalkması için uğraşmalıdır.