EĞİTİM

Ülkesi ve milleti için temennileri olan herkes okumalı!

"Demokrasi sadece çıkarların temsili fonksiyonu (aydın) üzerinden derinleşmez. Aynı zamanda bunlar arasındaki bir müzakere alanının genişliği, katılımcılığı, kalitesiyle de (entelektüel) ivme kazanır. Öteki türlüsü iktidarı kapanın diğerlerine eziyet ettiği ve muhalefetin de iktidara gelip ötekilere eziyet etmek için sırasını beklediği bir rejime dönüşür."

ENTELEKTÜELİN SOSYOLOJİSİ

Murat Belge ve Dücane Cündioğlu düşünmeye devam ettikleri için artık siperlerin dışında ve ateş altındadırlar. Böylesi bir cüret ise mahalli olarak yapılanmış bir fikir dünyası için tahammül edilmezdir. Aslında tam da entelektüel düşmanlığını tarif ediyorum birkaç satırdır. Kültürel, entelektüel kamusal alanı dar toplumların tipik semptomlarından biridir entelektüel düşmanlığı.

Entelektüel genellikle en fazla malumata sahip olan kişi olarak tasavvur edilir. Oysa malumat sahibi olmak entelektüel olmaya yetseydi eğer Google en büyük entelektüel olurdu. Yani durum pek de sanıldığı gibi değil. Bir diğer yanlış yorum entelektüelin çok akıllı biri olduğudur. Oysa entelektüelin içindeki intellect, Kant’ın Vestand dediği şeydir. Kant’ta akıl olan Vernunft’tur. Verstand, Türkçeye genelde anlama yetisi, hatta anlak olarak çevrilmiştir. Intellect aslında eskilerin "idrak" dediği şeydir. Bu anlamda entelektüel müdriktir. Yani entelektüel idrak kapasitesi çok geniş olan biridir. Bütün dünyaya açıktır, bir mahalleye, bir ideolojiye, bir politik harekete genellikle sığmaz.

Entelektüel olmanın sadece diplomayla, okumayla da birebir ilgisi yoktur. Çünkü diploma sahibi olmak ya da çok kitap okumak entelektüel oluşun koşulu olan idrak kapasitesi genişliğini garanti etmez. Özellikle de Türkiye gibi ülkelerde. İdrak genişlemesi için sadece okumak yetmez. Okuduklarınızla yaşadığınız dünya arasındaki bağlantıları da görebilmek gerekir.

Türkiye’nin okuryazarlık dünyasında herkes kendi mahallesinin aydınını entelektüel sanır genellikle. Ve bu, feodal kaleler şeklinde bir mimarisi olan Osmanlı-Türkiye tecrübesinin kültürel-ideolojik mahalleleşme yapısı açısından eşyanın tabiatına da uygundur maalesef. Bir aydın entelektüel tutumlar gösterip, örneğin kendi mahallesini de eleştirmeye başlayınca hemen “liberal” yaftasıyla damgalanır ve söylemi nötralize edilmeye çalışılır. Oysa entelektüeli en fazla tanımlayan özellik “hakikat duygusu”dur. Bunun en nitelikli göstergelerinden biri de kendi mahallesini eleştirebilme, hatta karşı mahalledeki olası doğruların hakkını teslim edebilmektir.

Entelektüel tutum ile kültürel kamusal alanın genişliği ilişkiseldir. Geniş ve derin bir kültürel kamusal alan entelektüel tutumları daha mümkün kılabilirken, entelektüel tutumlar da kültürel kamusal alanı genişletici işlevler görebilir. Dolayısıyla demokrasi sadece çıkarların temsili fonksiyonu (aydın) üzerinden derinleşmez. Aynı zamanda bunlar arasındaki bir müzakere alanının genişliği, katılımcılığı, kalitesiyle de (entelektüel) ivme kazanır. Öteki türlüsü iktidarı kapanın diğerlerine eziyet ettiği ve muhalefetin de iktidara gelip ötekilere eziyet etmek için sırasını beklediği bir rejime dönüşür. Entelektüelin kendi fikirleri, düşünceleri, tespitleri, kavramları, analizleri olur. Aydın ise genellikle başkalarının fikirlerini toplumsallaştırarak ideolojik fayda üretir. Entelektüel daha çok düşünür, üretir. Aydın ise daha çok yaygınlaştırır, yapar.

Entelektüel oluşun en önemli parametresi kendini ne kadar kamusal olarak ortaya koyduğunla ilgilidir. Burada “kamusal” derken kastedilen bir yanıyla tüm dünyaya, bütün seçeneklere açık bir yana sahip olabilmektir. Hiçbir seçeneği basit bir peşin hükümle dışarıda bırakmamaktır. Örneğin Sezai Karakoç ya da İsmet Özel’in kamusal entelektüel oluşları siyasi konumlarına, entelektüel duruşlarını kurban etmemelerinden kaynaklanır. Ya da kimilerinin Orhan Koçak veya Nurdan Gürbilek’e karşı hissettikleri haset de bu nedenledir. Çünkü onlar düşünmede, analiz nesneleriyle girdikleri yoğun ilişkide sağ/sol, laik/İslamcı gibi fani ayrımlara teslim olmazlar. Malzemenin hakkını sonuna kadar verirler. Zaten böyle olabildikleri için değerlendirmeleri bu kadar derin, değerli ve hayranlık vericidir. Teşhisleri hep kendine özgüdür. Bütün siyasal kodlardan, yerleşik önyargılardan özerk bir pencereleri hep vardır. Oysa ortalama bir solcu ya da sağcı aydının düşünürken hesap etmesi gereken çok fazla hazır formül bulunur.

Kendilerini solcu sayanların çok büyük bölümü Murat Belge’ye özel bir nefret beslerler. Sağcı/İslamcı camiada ise Dücane Cündioğlu’na olumsuz bakanların sayısı hiç de az değildir. Murat Belge’nin sol ile sorunu sadece solcu olmamasıdır aslında. Sola sığmamasıdır. Dücane Cündioğlu’nu sadece İslam ile değerlendirmenin imkânı yoktur artık. Onlar mahallelerinden çıkmışlar, öncelikle zihinleri kamusallaştırmışlardır. Yani Türkiye ölçülerinde bir mahalli aydın olmakla yetinmemiş entelektüelleşmişlerdir.

Daha önceki yazılarımdan birinin başlığı “Örgütlü Düşüncesizlik” idi. Bu yazıda mahallileşmiş bir düşünce dünyasının aslında nasıl bir örgütlü düşüncesizlik kurumu haline gelebileceğinden söz etmiştim. Yani kategorik kalıplarla düşünmenin giderek bir düşünmeme ısrarına dönüşmesinden bahsetmiştim. Murat Belge ve Dücane Cündioğlu düşünmeye devam ettikleri için artık siperlerin dışında ve ateş altındadırlar. Böylesi bir cüret ise mahalli olarak yapılanmış bir fikir dünyası için tahammül edilmezdir. Aslında tam da entelektüel düşmanlığını tarif ediyorum birkaç satırdır. Kültürel, entelektüel kamusal alanı dar toplumların tipik semptomlarından biridir entelektüel düşmanlığı. Kuşaklar boyunca “felsefe yapma!”, “edebiyat yapma!”, “artistik yapma!”, “uslu ol!” diye büyütülmüş zihinler ülkenin okuryazarlığını büyük ölçüde ehlileştirmeyi başarmıştır. Öyle olmayanlara ise hayatı zindan etmeyi sürdürmektedir.

Türkiye’nin düşünce tarihi mahallesinden kafasını kaldırmaya cüret etmiş, yani bir bakıma düşüncesizlik mahallelerinde düşünmeye devam etmiş insanlara, en azından Tanpınar’ın deyimiyle “sükût suikastı” uygulamanın tarihidir. Bu ülkede yaşamış en önemli entelektüeller, ülke ve dünya hakkında en önemli cümleleri kurmuş insanların çok büyük bir bölümü yaşadıkları dönemde bugün Murat Belge ya da Dücane Cündioğlu gibi algılanmıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, İdris Küçükömer, Cemil Meriç benim kendi okuma yazma kültürüm içinde ilk aklıma gelenler. Sakallı Celal genellikle psikiyatri terimleriyle analiz edilir bu ülkede. Ama bence durum daha çok sosyolojiktir.

Dolayısıyla okuryazarlarının arkasından, çoğu zaman gayet bilinçli bir acımasızlıkla “Bu ülkeden neden büyük entelektüeller çıkmıyor?” diye koşuşanların yüzüne karşı artık birilerinin şu soruyu sorması gerekiyor: “Karşına bir entelektüel çıktığında bunu fark edecek bir halde misin gerçekten?” Entelektüel kapasitesi olan okuryazarlarını hapishanelerde çürütmüş, içeri atamadığına da “sükût suikastı” uygulamış bir ülkede entelektüel kıtlığı olmasına fazla şaşırmamak lazım. Entelektüel de birçok değerli ürün gibi elverişli toprakta biter.

Besim F. Dellaloğlu