Her şeyden önce Kanun-i Esasi'nin yani anayasanın 7. maddesine göre "Meclisin kapalı olması durumunda Ecnebi devletlerle antlaşma imzalama yetkisi Padişah'a aitti." Yani Vahdettin tek yetkili idi.
Sevr'in ağır şartları belli olunca Damat Ferit İngiliz gazetelerine demeç verdi. Trakya ve İzmir'in Yunanistan'a verilmesine teessüf etti. Doğru okudunuz teessüf etti.
Ali Kemal, gazetedeki yazılarında antlaşmanın imzalanması gerektiğini yazmaya başladı.
Damat Ferit güya Sevr'in taslağındaki bazı maddeleri değiştirmek için Paris'e gitti. Eli boş döndüğünde antlaşmanın ağır şartlarına Mustafa Kemal ve arkadaşlarının sebep olduğunu söyledi. Sevr'e karşı çıkanları "sorumsuz çılgınlar" olarak tanımladı.
Anayasa'ya göre antlaşmanın imzalanmasında tek yetkili olan Vahdettin, sorumluluğu üzerinden atmak için Saltanat Şûrası'nı topladı. Şura'dan antlaşmanın imzalanması yönünde karar çıktı.
Sevr'in imzalanmasından on gün önce oluşturulan yeni kabineye daha çok “evetçi” bakanlar atandı. Böylelikle antlaşmanın imzalanması işlemi sırasında kabinenin oy birliğiyle iş görmesi güvence altına alınmış oldu.
Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis’ten oluşan Osmanlı Heyeti Vahdettin'den aldıkları yetkiyle 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris'te Sevr Antlaşmasını imzaladılar. Hadi Paşa Paris sokaklarında imza atmanın verdiği mutlulukla sırıta sırıta dolaştı hatta...
Normalde bu gibi uluslararası antlaşmalar Meclis'te oylanıp Padişah'ın önüne gelir. Padişah imza atar. İngilizler Meclis-i Mebusan'ı dağıttıkları için ortada bir meclis yoktu. Dolayısıyla Meclis'ten geçip Vahdettin'in önüne gelmedi. Gelmediği için Vahdettin imza atamadı. Meselenin aslı budur.
Bu durumu eğip bükerek Vahdettin'in Sevr'i reddettiğini, bilerek imza atmadığını söyleyecek kadar aciz durumdalar...