Şöyle bir bakıyorum da Türkiye’de son aylardaki gelişmeler bazı kesimlerin yüzünü ortaya çıkarmış ve açıklığa kavuşturmuş oldu. Denir ya “her şey de bir hayır vardır,“ bu açıklıkta işte bu işin hayrıdır. Olaylar nasıl gelişiyor, kim hatalı gibi konulara girmeyeceğim. Keşke olmasa, insanlarımız kutuplaşmaya gitmesin diye düşünmekte de değilim zannedilmesin. Bir ateş yakıldı ve o ateşin üzerine körükle gidiliyor; Gezi olayları, Olimpiyat seçimleri, paket açmalar, Türk katilleri ile kucaklaşma, dershaneler gibi gelişmeler hepimizi etkiliyor.
Ve bu olaylar Avrupa´ya taşmış olup beni bundan yaklaşık otuz sene öncesine götürüyor. Ha bu arada korktuğum başa gelmekte ve kutuplaşma için bazı kesimler ellerinden geleni ardına koymamaktadırlar.
Ne mi olmuştu otuz sene önce?
O zaman daha henüz çocuktum ama Ülkücüler diye kendilerini tarif edenlerin arasında bir avuç kişi hedeflerini belli etmişlerdi. Bu bir avuç insan, kendisini Türkiye´den esen rüzgara kaptırıp Ülkücülerin kuruluşunu, Avrupa Türk Federasyon, rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş´in çizgisinden koparmaya çalışırlar. Fitne almış başını “Türkeş´siz Türk Milliyetçiliği” gibi hevese kapılarak, teşkilatı Başbuğ´dan koparmak için bütün çaba gösterilir. Ne oyunlar, ne düzenbazlıklar dönmüş o zamanlar. Fazla teferruata girmeyelim şimdi, gün olur Allah nasip ederse bu bölme ve parçalama girişimini uzun uzun yazarız. Bu konuyu yazı haline dökmek yeni nesil için şarttır, tarihi bilmek herkesin hakkıdır.
Lise çağlarımda bende bu Ülkücü kesimle tanış olma fırsatını buldum. Değerli büyüklerimiz ile sohbetler ettiğimiz o günleri hatırladıkça özlemle hatırlamıyor değilim. Ama bir gerçeği de belirtmem lazım, o da bu Hareket´i şahıslardan ziyade daha çok kitap ve dergilerden öğrendim. Hele o Alparslan Türkeş denen yiğit Türk evladının, Allah ondan razı olsun, geniş dünya ufkunu okudukça hayranlığım gün geçtikçe artmakta idi. Hele o çekilen çileler ve şehitler……
İnsanlara önyargısız yaklaşmayı kendime hep ilke edindim. O otuz yıl önce ayrılma kıvılcımı yakanları da zaman zaman bulup hasbihal etmişliğim olmuştur. O dönem bu kıvılcım Hollanda´ya da taşmıştı ve benim hasbihal etme imkanı bulduklarım Hollanda´da yaşayanlardır. İçlerinde gerçekten samimi bulduğum ve abi dediklerim mevcuttur, bunların çoğu zaten tekrar yuvalarına dönmüşlerdir. Hollanda´da bu bölme girişimi fazla zarar vermemiştir ama, olmasa elbette daha iyi olurdu.
Bölme girişimleri içinde olan bazı dostlarla sohbetlerde gerekçe olarak hep şunu duyardım: “Biz Avrupa´da yaşıyoruz, ve Türkiye siyaseti bizi ilgilendirmiyor. Bu sebepten Federasyon´un çalışma alanı değişmeli diye çaba gösterdik.” Tabi sohbetlerde Başbuğ Türkeş´e duyulan kinden bahsetme olmazdı, yoksa doğrudan gereken tepkiyi benden alırlardı. Ve elbette o dönemin siyasi iradesinden alınan desteklerden falan bahsetmek hiç yok.
Şimdi bu Türkiye’de yaşanan kutuplaşma, bölünme gerekçesi olarak “Türkiye siyaseti olmasın” sözlerini hatırladım. Beş parmağı geçmeyecek kadar o bölme girişimlerinde bulunan şahıslardan bazıları halen Türkiye siyaseti ile iç içeler. Zaten bunlar genelde seçim dönemlerinde piyasaya çıkıp sözde eskilerden olurlar. Bu kesim tamamen Ankara´dan beslenmektedir, bakın ya doğrudan mevcut siyasi iradeden geçimlerini sağlarlar, ya da mevki peşindeler. Samimi değiller bir kere, mevcut siyasi irade bir zayıflasın hemen başka kapıya koşarlar. Zaten evveliyatları “arı” ya dayanır, bir dönem at´a koşmuşlardır, şimdi de ampül sevdası. Fakat bir açılım denen ihanete bakıyoruz hemen piyasaya çıkıyorlar. Yok basın açıklamaları, yok kınamalar, yok siyasi iradeye destekler derken en sonunda ekran başına geçerek Türk milliyetçilerine kinlerini kusuyorlar, hem de utanmadan eski kimliklerini kullanarak.
Hani Türkiye siyaseti gerekmiyordu ve olmamalıydı? Bu Türkiye siyaseti Türk Federasyon´u bölme girişimine sebep değil miydi? Menfaatiniz olduğunda nasıl bir numaralı Türkiye siyaseti ile uğraşılıyor? İşte bunlar bana vay be dedirtiyor. “Menfaatleri için her türlü işi mübah görenler varmış” dedirtiyor bana. Samimiyetin herkese nasip olmadığı da böylece bir daha tescillenmiş oluyor. Boşuna denmez taş olduğu yerde ağırdır diye, o ağırlığı kaybedenler rüzgara göre esmeye mahkumdur, taş olsa bile. Ağırlığı kaybettiğinizde yaprak misali, ya da bir kıl misali havada döner durursunuz.
Bu söz de küpe olsun: “Bilgisiz insan ne kadar zararlı ise, midesi geniş olan da en az onun kadar zararlıdır. Sebebine gelince; midesi geniş olan için bugün namus olarak anımsanan, yarın teferruat, bir gün sonra değersiz hükmünde olur!”
Sözüm elbette samimi bir biçimde kendine yeni yol bulmuşlara değildir, sözüm menfaat icabı bir kuruma fitne sokup bu fitneye devam etme mücadelesinde olanlaradır.
Murat Gedik, 2 Aralık 2013
E-posta: [email protected]