Camilerde yolsuzluk üzerine hutbe okunamıyor, bir vaiz çıkıp da “Yolsuzluk/hırsızlık günahtır.” diyemiyor. Dese, “Paralel” damgasını anında yer, üstelik sürülür de...
Bundan böyle, rüşvete, hırsızlığa, nüfuz ticaretine dair bir ilmî çalışma yapmak isteyenler her şeyi göze almış demektir. Kendilerini şimdiden kutlamak gerekir.
Daha önce yapılmış iki araştırmadan söz edeceğim. Bugünü anlamak bakımından da dikkate değer çalışmalardır. Birincisi Dr. Kemal Daşcıoğlu’nun, “Osmanlı Döneminde Rüşvet ve Sahtekârlık Suçları ve Bunlara Verilen Cezalar Üzerine Bazı Belgeler” makalesi...
Osmanlı’da rüşvet neredeyse kuruluşundan beri var:
“Osmanlı Devleti’nin daha ilk dönemlerinde rüşvetin olduğuna dair Neşri Tarihi’nde bilgiler vardır. Orhan Bey zamanında askerî teşkilatın ilk adımı sayılan yaya sınıfı kurulurken Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa’nın rüşvet aldığı söylenir. Bununla ilgili olarak, ’... Padişah hizmetinde olalum deyü çok kişiler kadıya rüşvetler virüb yalvardılar: Beni yaz didiler’ şeklinde söylentilerin çıkması, bunun doğru olmasa bile rüşvet kavramının ilk devirlerden itibaren bilindiğini göstermesi bakımından önemlidir. I. Bayezid döneminde rüşvetin adalet teşkilatına kadar girdiği görülmektedir. Özellikle kadıların rüşvetçiliği\-nin arttığı, bunun için devletin tedbirler aldığı görülmektedir. Kanuni’nin son dönemlerinde ise rüşvetin devletin bütün mekanizmalarına hâkim olduğu söyle\-nebilir. Bundan sonra devlet yönetiminde rüşvetin yaygınlaştığı görülmektedir.” (Sayıştay Dergisi, S. 59, Ekim-Aralık 2005).
17/25 Aralık yolsuzluklarını örtmek izin, “rüşvet”i “hediye” olarak adlandırıp dosyaları -şimdilik- kapattılar, biliyorsunuz. (Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk dosyalarını kapatanlar, sizce vicdan azabından rahat uyuyorlar mı?)
Dr. Kemal Daşcıoğlu, makalesinde “rüşvet” in adını “hediye” olarak tespit ediyor:
“XVIII. yüzyılda da durum aynı şekilde devam etmiş, kamu hizmetlerine liyakatli kişiler değil çok para veren kişiler atanmıştır. Bu durum XIX. yüzyılda da hükmünü kaybetmemiştir. Bu dönemde rüşvetin hediye şeklinde verilmesinin de yaygınlaştığı görülmektedir.”
Osmanlı idaresi rüşvetle şiddetle mücadele etmiş ama pek başarılı olamamıştır. Rüşvet alanlara “ibret” için ölüm cezaları bile verilmiştir.
Bir simitçi bile, rüşvet alma-vermeyi bırakın, sahtekârlıktan sürgün edilebiliyordu:
“İstanbul’da Çarşamba Pazarı’nda Simitçi Hasan, dört paralık simidi on beş dirhem noksan halka satmaya cesaret ettiğinden, Seddülbahir’e sürgün edilmiş ayrıca orada kalebent olunmasına da karar verilmiştir.”
Din âlimleri ve görevlileri de rüşvet almaktan cezalandırılmışlardır.
Bir soru aklıma geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı haftalık hutbelerinden birinde “rüşvet”i işleyecekti, hükûmet kanadı hemen müdahale etti ve “rüşvet” konulu hutbe geri çekildi. Bu durumda Diyanet İşleri Başkanı, gerçekleri açıklayıp istifa etmesi gerekmez miydi?
Sorum bu değil, başka: Başkan’ın “rüşvet” konusunu anlattırmaması, makamda kalmak için müdahale anlamına gelir. Buna bir bakıma makamda kalma rüşveti diyebilir miyiz? (Devam edeceğiz.)