***
Peki, 17-24 Aralık günlerinin “Hırsızlık Haftası” olarak gündeme gelmesine rağmen, AKP iktidarı nasıl ayakta kalabiliyor. Para sıfırlayanlara niçin hesap sorulamıyor?
Sosyolojinin babası sayılan İbni Haldun, asılar öncesinden sesleniyor:
“Bil ki, devlet olmazsa olmaz iki temel üzerinde kuruludur. Birincisi asker (ordu) olarak ifade edilen güç, kuvvet ve asabiyettir. İkincisi ise askeri ayakta tutan ve devletin ihtiyaçlarını gideren mal ve paradır. İşte devlette görülecek bozulma bu iki temelden başlar. Hükümdar, iktidarda kendisine ortak olanları (bugün olduğu gibi cemaati) yönetimden uzaklaştırıp iktidarı kendi tekeline alır. Sonra da onları alçaltarak yerlerine, kendisine bağlı bir asabiyet oluşturur. Ancak bu yeni asabiyet, içine gömüldüğü lüks ve safahat sebebiyle yok olmanın eşiğine gelir. Bu yüzden ülkenin sınırlarının korunması da zorlaşır. Bu durum onlara karşı halkı cesaretlendirir ve uzak bölgelerde devlete isyanlar başlar. (PKK diye bir örgüt, Güneydoğu’da vali ve kaymakam atamaya girişir.)
Sonuçta devlet ikiye veya üçe bölünür, yönetim kurucu asabiyete boyun eğdirenlerin eline geçer” diyor.
Sonuçta devlet ikiye veya üçe bölünür, yönetim kurucu asabiyete boyun eğdirenlerin eline geçer” diyor.
Orduyu, cemaatle birlikte zaafa düşürdüler, mal ve para kaynaklarına ise tamamen el koydular... Devleti de zaten bölünmeye götürüyorlar işte...
***
Peki kendilerini kurucu asabiyete, yani kuruluş felsefesine bağlı hissedenler bunca hırsızlık ve zorbalığa rağmen neden halkın desteğini alamıyor?
İbni Haldun’da ona da cevap var:
“Devlet, yaşamaya devam edip, hükümdarlık büyük bir güce ulaşınca, esnaftan, (iş dünyasından) pek çok kişinin her türlü hizmet ve nasihatle hükümdara yaklaşmaya çalıştığı, bu amaçla hükümdara, etrafındakilere ve hanedan soyuna mensup olanlara büyük bir yalakalık örneği sergilediği, zenginlikten büyük pay almayı hedeflediği görülür.
Onlar bununla meşgul olurken, bütün zorlukların üstesinden gelerek devlet kurmuş olan kabilenin (milletin) evlatları, devletin kurulması noktasında babalarının yaptığı hizmet ve fedakârlıkları öne sürüp, kaprisli bir eda ile hareket ederler. Ancak bu tavırları ile hükümdarı öfkelendirirler ve hükümdar onları etrafından uzaklaştırır. Onların yerine devlet kurulurken babalarının yaptığı hizmeti öne sürerek kapris yapacak ve üstünlük taslayacak durumda olmayan kimseleri geçirir.
Bu kimselerin en belirgin özelliği hükümdara boyun eğmek, yalakalık yapmak ve onun isteklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu yüzden makamları yükselir, nüfuzları genişler ve hükümdarın yanında sahip oldukları dereceden dolayı insanlar saygı ve hürmet ile onlara yönelir. Kurucu kabilenin (bugün için kurucu felsefenin) mensupları ise kaprisli ve kendilerini üstün gören tavırlarına devam eder. Ancak bu tavır, sadece hükümdarın öfkelenip onları yanından uzaklaştırmasına ve başkalarını tercih etmesine sebep olur. Bu hal, devletin çöküşüne kadar devam eder ve devletler için bu durum doğaldır.”
O halde, devletin çökmemesi için birinci şart, kişisel çıkarları uğruna iktidara yalakalık yapan insanların, hele hele Müslüman’ım diyenlerin Maun Suresi’nin anlamını hatırlayıp bu tutumdan vaz geçmesi, kurucu felsefeye mensup olanların da halka tepeden bakmayı bırakmasıdır.