AKP cephesi 1 Kasım seçimlerinin ardından ikiye bölünmüş durumda.
Hem partili isimlerin beyanatlarında, hem yandaş medyanın birbiri içerisinde tutarsızlık gösteren haber ve yazılarında bu durum çok açık bir şekilde kendisini belli ediyor.
Örneğin bir taraf seçimde alınan sonucu Ahmet Davutoğlu'nun başarısı olarak değerlendirirken, bir başka kesim hemen peşi sıra sonucun Erdoğan'ın zaferi olduğunu belirtiyor. 
Üstelik alınan neticeyi Erdoğan'a bağlayanlar bu sözlerini parmak sallarcasına yapmaktan geri durmuyorlar.
AKP'deki iki ayrı kanadın görüşleri sadece seçim sonuçlarının analizi ile sınırlı değil.
Bunu seçimin hemen ardından oluşan gündeme bakarak görmek mümkün.
Benzer yaklaşımla bir kesim seçim sonuçlarının ardından, 1 Kasım seçimlerinden önce ekonomi odaklı olarak topluma vaat edilenlerin hayata geçirilmesi ile ilgili öncelikli adım atılması gerektiğini savunuyor.
Erdoğan'a yakın duran ve başını Binali Yıldırım, Burhan Kuzu ve Faruk Çelik gibi isimlerin çektiği kimselerse daha çok başkanlık sistemi tartışmaları çerçevesinde AKP'nin adım atması gerektiğini savunuyorlar.
Bu çekişme haliyle havuz medyası olarak adlandırılan AKP'ye yakın televizyon ve gazetelerde de kendisini gösteriyor.
Tartışmaların bir yanında seçim öncesi vaatler var, diğer yanında 7 Haziran'da yapılan seçimlerin aksine, 1 Kasım'dan önce adı dahi telaffuz edilmekten imtina edilen başkanlık sistemi!
Kim doğru söylüyor, kimin görüşü kabul görülerek yola buna uygun bir rota ile devam edilecek göreceğiz.
Ancak şurası bir gerçek ki 1 Kasım öncesi AKP'de yapılan kongreden bu yana parti içerisinde işlerin yolunda gittiğini söylemek mümkün değildir.
* * *
Davutoğlu karşısında Binali Yıldırım'ın apar topar 800 delegenin imzasını toplaması kongreye dair akıllarda kalan en önemli mesele olmuştu.
Bu girişim sonrasında Davutoğlu'nun AKP'de Genel Başkan olmasına rağmen, parti içi dengeleri kontrol gücünden mahrum bırakıldığı haberleri neredeyse her çevrenin ortak görüşüydü.
Dolayısıyla AKP'de şimdilik örtülü halde bulunan gerginlik ve rekabetin hem partiyi, hem de Türkiye'yi nereye götüreceği sorusu tam bir muammadır.
Seçimlerden önce Nokta dergisinin haberleri ile başlayan, ardından sosyal medyaya yansıyan AKP'nin kapalı kapılar ardındaki toplantı gündemi ve konuşulanlarsa bunun birer ispatı niteliğinde.
Bu haberlere konu olan görüşme tutanaklarına bakılırsa, AKP içerisinde bir kesim Erdoğan'ın isminin artık ön planda durmasından rahatsızken, belli ki bir başka kesim ise Davutoğlu'na karşı aynı düşünceleri taşıyor.
Dışarı kalan Bülent Arınç gibi bazı isimlerse fırsatını buldukları anda tabir yerindeyse diş göstermekten geri çekinmiyorlar.
İsimleri Abdullah Gül ile beraber anılmaya başlanılan Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik'in yakın bir zaman öncesinde, AKP içerisinden malum cemaate bilgi sızdırdıkları ile ilgili iddia ve bazı "planlı haberlerin" basına servis edilmiş olması şüphesiz ki bu kanada karşı "akıllı olun" mesajını içeriyor.
Türkiye her açıdan kritik bir eşikten geçerken daha kendi içerisinde bu derecede parçalı hale gelen AKP ile toplumun beklentilerine ne derecede cevap verilebilir, belli değildir.
Görüş ayrılıkları, bağlılık duygusu ve kontrol dengesinin çok kutuplu bir hal alması AKP'yi bırakın Türkiye'nin sorunlarına çözüm olabilmeyi, kendi derdine dahi derman olabilecek kudretten açık ki mahrum bırakıyor.
 "AKP'nin önceliği Erdoğan mıdır, yoksa Türkiye midir?" bu dahi mevcut duruma bakarak öne sürülecek cevapları askıda bırakıyor.
* * *
Ekonomi açısından acil reformların yapılması gerektiği fikri hem yurt içi hem de yurt dışı kuruluş ve çevrelerin Türkiye ile ilgili olmazsa olmazları arasında sıralanırken, bu alanda dahi AKP'nin ne yapabileceği sorusu üzerinde büyük şüpheler bulunuyor.
Zira ekonominin başında kimin bulunacağı sorusu bu şüphelerin oluşmasının baş nedenlerinden olarak değerlendiriliyor.
Bir kesim Ali Babacan ismini telaffuz ederken, bir başkası Erdoğan'ın damadı olan Berat Albayrak'ı öne çıkarma telaşı yaşıyor.
Açıp AKP yandaşı olarak tabir edilen gazetelere bakın, her gün bu iki kesimin bir biri aleyhinde neler yazdırdıklarını, ne tür haberler yaptırdıklarını "satır aralarında" çok açık bir şekilde fark edersiniz.
Anlaşılan o ki bu değerlendirme ve kafa karışıklığı Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde de hâkim.
Baksanıza hangi ülke seçim sonucu ile ilgili olarak "kimi tebrik edeceğini" şaşırmış vaziyette!
Erdoğan'ı mı yoksa Davutoğlu'nu mu tebrik edecekler, açık ki pek çok ülke bunun muhasebesini yaparak vakit harcamıştır yada hala harcıyor.
Suriye krizi gibi önemli bir küresel gündem konusu herkesin gündemindeyken Türkiye'nin iç durumu anlaşılan o ki herkeste kafa karışıklığı yaratmış bir vaziyettedir.
Son iki aylık gelişmeleri üst üste koyduğunuzda 1 Kasım'da alınan neticenin AKP açısından hayra mı yoksa şerre mi kapı aralamış olduğu belli değildir.
Kongreden sonra, seçim neticesinin de parti içerisinde bölünmeyi körüklemesi, AKP açısından sanılanın aksine 4 yılı dolduracak bir parti izlenimini vermiyor!
Sadece şu kadarını söylemek mümkün ki, AKP'yi normal ve olması gereken haliyle kimin yönetmesi gerektiği sorusu cevapsız kaldıkça "istikrar" namına dem vurulan mevzunun aslında AKP'nin yönetiminde bulunmadığı gerçeği daha çok gün yüzüne çıkacaktır.
Siyasetin esasları, tarihsel birikimiyle birlikte bunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.