MİLLİ VE ÜNİTER ANAYASA(1.BÖLÜM)
  ANAYASA’DA    GENEL ESASLAR

Anayasalar mutlaka yazılı metinler değildir.Olması da gerekmez. TEAMÜL şeklinde ki uygulamadan gelen Anayasalar da mevcuttur.İngiltere Anayasası bu şekildedir.Yazılı metinler yoktur.

Her ülkenin şartları farklıdır.Yaşadığımız coğrafyada,jeopolitik durum itibarı ile her zaman düşmanı dostundan çok olan ülkemiz için güçlü bir Anayasa elzemdir
Anayasaların,kısa ve çerçeve  olması esastır.
Anayasal metinler, kanunların adalete ve hukuk’a bağlı kalmasını sağlayan, yasalar üstü,soyut ve genel kuralların bir bütünüdür.

 Üstünlerin hukuku’na karşı; hukukun üstünlüğü ilkesi, hukuk normları ile garanti altına alınırken ,temel hak ve özgürlüklerin de,kuvvetler ayrılığı ilkesince korunması genel esastır.

                     Gücü elinde tutan iktidarların keyfiliğini ancak  güçlü Anayasalar ile sınırlandırabilmek mümkün olmaktadır.
Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu demokratik ülkelerde,Anayasa yapma yetkisi de milletindir.

 Milletimizin hükümranlık hakları,iç ve dış ihanet odaklarının,aldatması,hilesi,baskı  odaklarının manipule etmesi,yoğun propaganda  bombardımanı gibi saiklerle, halelder edilmemelidir.

 ABD’nin ve AB ülkelerinin, emrivakisiyla Anayasa yapılamaz.“YENİ TÜRKİYECİLİK,    II. CUMHURİYETÇİLİK,   II.OSMANLICILIK,,” gibi sahtelik ve tuzak kokan,ülkemizde eyaletleşme sürecini başlatacak ve üniter devlet yapımızı bozacak hiçbir düzenlemeye Anayasa’da yer verilemez.
Eğer düzenlenecek Anayasa’nın uzun ömürlü ve halkın mutabakatına dayanması isteniyorsa sürecin her aşamasında halkın bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.

 Bu bağlamda,yapılacak Anayasa gereksiz teferruatlardan uzak,kısa,açık ve anlaşılır olmalıdır.Çerçeve Anayasa olma niteliğini korumalıdır.

 Anayasa’nın başlangıç kısmında,kurucu irade ve devletimizin kuruluş felsefesi çok açık yazılmalıdır.Cumhuriyetimizin

kurucusu,başta ATATÜRK ve yakın silah arkadaşları belirtilmeli,milli ve üniter devlet yapısı,hukukun üstünlüğü,insan haklarına saygılı demokratik ve  sosyal hukuk devlet yapısı kısa açık öz olarak açıklanmalıdır.

 Çok uzun Anayasalar da vardır.Yugoslavya ve Hindistan Anayasaları 400 maddeden fazla olmasına rağmen,Yugoslavya dağılmış,Hindistan değiştirmiştir.

 ABD,halen 300 milyondan fazla nüfusunu,7 maddelik bir Anayasa ile idare etmektedir.

 Her devletin Anayasası,kendi şartlarından doğar.Uzun veya kısa olması geri kalmışlık ya da gelişmişlik ölçüsü de değildir.

 Anayasa değişiklik sürecinde;toplumun her kesiminde farklı beklentiler olması doğaldır.Önemli olan bu beklentilerin milli potada eritilerek mümkün mertebe her kesimce kabul görmesidir.

 Halen yürürlükte olan Anayasamız,1982’den bu yana 30 yılda 17 defa değişikliğe uğramış,110 küsur maddesi değiştirilmiştir.Değişe değişe,iç bütünlük bozulmuş,yamalı bohçaya dönmüştür.Kavram bütünlüğü kalkmış olduğu gibi,yeni bir değişiklik sürecinde ise DEVLETİN KURULUŞ FELSEFESİNE müdahale edilerek ortadan kaldırılmak istenmiştir...

 Bu mülahazalardan sonra esas konumuza gelince:

 HAZIRLANMAKTA OLAN ANAYASA NASIL OLMALIDIR VE BEKLENTİLERİMİZ NELERDİR sorusunu açmakta yarar görmekteyiz.
Anayasa değişiklik sürecinde,DEVLETİMİZİN BEKAASI, MİLLETİMİZİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ, ÜNİTER DEVLET YAPIMIZIN KORUNMASI OLMAZSA OLMAZ KIRMIZI ÇİZGİLER  OLMALIDIR.
Bu amaçla,ilk üç madde,milli kimlik tanımına vurgu yapan 66.madde,eğitim dilini belirleyen 42.madde tartışmaların odağını oluşturmaktadır.
 Anayasayı değiştirmek adına,Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin değiştirilmek istendiği günleri yaşamaktayız.Kafamızı kumdan çıkartarak,ihanet odaklarının perdesini aralayıp,Büyük Milletimize duyurmak borcumuz vardır.
 Hazırlanmakta olan Anayasada,Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleri mutlaka korunmalıdır.Bunlardan asla taviz verilemez.
Başlangıç hükmündeki,KURUCU İRADE VE KURULUŞ FELSEFESİNDEN DE taviz verilmemelidir.
Temel değerlerimiz olarak,birinci maddedeki,Devletin Şekli,ikinci maddedeki Cumhuriyetin nitelikleri ve bu niteliklerin içerisinde,devletin insan haklarına saygılı,demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti olduğu ilkeleri mutlaka korunmalıdır.

 İkinci maddede ki temel esaslar arasına Devletin,  ”MİLLİ VE ÜNİTER”lik vurgusunun mutlaka yapılması gerekir.

 

                     “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.Dili Türkçedir.” Biçiminde ifade edilen üçüncü madde kavram kargaşalığının giderilmesi açısından, “Türkiye Devleti” ibaresi “TÜRK DEVLETİ” olarak değiştirilmesi,tartışılan maddelerde ki bütünlüğü sağlayacaktır.

 

                        Yukarıda zikredilen hususlar,Anayasamızın Devletimizin ve Milletimizin KİMLİĞİ HÜKMÜNDEDİR.Kimliksiz  bir insan olamazsa,kimliksiz bir Millet de düşünülemez.

 

                         Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu,insan haklarına saygılı,demokratik,laik sosyal hukuk devleti olduğu,DİLİNİN TÜRKÇE olduğu,başkenti Ankara,İstiklal Marşımız ve bayrağımızın rengi çok açık olarak devletin KİMLİK KARTI  hükmünde yazılmalıdır.

 

                          Eğer Anayasa’’da milletimizin kimliği belertilmeyecekse, o halde bu anayasa kim için yapılmaktadır.Renksiz,hüviyetsiz,milliyetsiz bir Anayasa dünyanın hiçbir ülkesinde mevcut değildir.

 

                              Beşinci ve Yedinci Yüzyıllardan itibaren,milletimizin Türk olan ismi,hangi cüretle ve neye dayanarak Anayasa’dan kaldırılmak istenmektedir.

                              Beşinci yüzyıl Çin kaynaklarında “Hiyongnu  olarak geçen milletimizin adı Orhun ve Yenisey yazıtlarında,Kültegin Kitabelerinde Türk olarak geçtiği herkes tarafından bilinmektedir...

 

                             Tarihte Yeni Anayasa’lar genellikle,savaştan barıştan,büyük felaketlerden veya yeni kurulan devletler’den sonra “Yeni Anayasa “  lar  gündeme gelir.

 

                             Yeni bir devlet kurmadığımıza göre,değiştirilecek Anayasada ki yeni tabiri ile içimizde ki karanlık ittifak guruplarına ve dışarıda ki küresel efendilere bir mesaj ve “gönderme mi” yapılmak istenmektedir.?

                              Veya mevcut anayasada ki, milli  kimliğe vurgu yapan değerlerin içi  mi  boşaltılmak  istenmektedir?

 

                               Vatanı ve milliyeti  konusunda hassasiyet duyan  milliyetçi çevrelerin endişeleri halen devam etmektedir.

 

                              Milletimizin çok büyük çoğunluğunun,Anayasa değiştirilmesi ile ilgili bir sorunu yoktur.Bunun devamlı gündemde tutulması,halledilmeyen iç ve dış meselelerin üzerini örtmek ya da sorunların kaynağının Anayasa olduğuna insanlarımızın inandırılmak istenmesi de  işin ayrı bir boyutudur.

 

                               Malum,dış güçler başta ABD ve AB devletleri, Yeni Anayasa için büyük baskı yapmaktadırlar.Bütün bu dış güçler ve içimizde,Türk Milleti’ne karşı odaklanmış ittifak gurupları;Yeni Anayasa ile milliyetsiz,kimliksiz,milli ve üniter yapıdan arındırılmış,bölücü ırkçıların istekleri doğrultusunda federal bir devlet  kurma ve YENİ BİR DÖNEM KURMA özlemi içerisinde oldukları hepimiz tarafından bilinmektedir.                                                                                                                                                                                                                                    
 

ÜLKEMİZDE Kİ ANAYASAL FALİYETLERİN GELİŞİM SÜRECİ
         (1. BÖLÜM)

 

          Anayasalar birer toplumsal mutabakat metinleridir.Veya öyle olmalıdır.Devletin temel işleyiş kurallarını belirleyen,vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini teminat altına alan, hukuksal normların bir bütünüdür.

 

        Anayasalardaki düzenlemeler, toplumun tüm katmanları tarafından geniş bir mutabakat görmezse,içinde çoğunluğu olmayan,iç ve dış baskı odaklarının isteği üzerine tanzim edilmiş ve hukuki geçerliliği tartışılan; yazılı metin olma özelliğinden başka bir anlam ifade etmez.

 

         Şüphesiz ki,Anayasalar da değişmez ve değiştirilemez metinler değildir.Her toplumun varoluş süreci içerisinde,günün ve toplumun şartlarına göre yeni düzenlemeler yapmış olması,toplum dinamizminin de bir gereğidir.

 

          Maalesef  Türkiye,dünyada en çok Anayasa yapan ülkelerin de başında gelmektedir

.

          İlk olarak SENED-İ İTTİFAK sözleşmesi bir Anayasa olarak kabul edilemez ise de,kendisinden sonra gelecek olan Anayasanın işaret fişeğidir.Toplumdaki tebaa dengeleri bozulmuş,Hıristiyan tebaa,otonomi anlamında siyasi statü ve özerklik talepleri doğrultusunda baskılar yapmaya başlamıştır.

 

         1876’da I.MEŞRUTİYET’İN ilanı ile İLK ANAYASAMIZ DA “KANUN-İ ESASİ” olarak yürürlüğe girmiştir.

          1839’da ilan edilen TANZİMAT FERMANI ve takiben 1856’da yürürlüğe giren ISLAHAT FERMANLARI, Kanun-i Esasi’nin ( İlk Anayasa) yapılmasını zorunlu kılan  fermanlardır

.

          Kanun-i Esasi,top atışları altında tüm dünyaya ilan edildi.Öyle ki;zamanında Avrupa Devletlerinde bile olmayan,hak ve hürriyetler Hıristiyan ahaliye verilerek teminat altına alındı.

 

          En geniş anlamda,gayrimüslimlere verilen özgürlüklerin kısa zamanda bir hak arama değil,siyasal özgürlük kapısını açan talepler olduğu anlaşılmıştır.Arkasından gelen 93 Harbi,Hıristiyan ahalinin,Anayasadan aldığı güçle bilhassa Rumeli’de bölünmeyi ve parçalanmayı beraberinde getirmiştir..

 

           Meriç’in tabiriyle “ bir zamanlar, kıtaları ipek kumaş gibi kesip biçen,cihanda bir kendisini bir de küffarı gören” o muhteşem Cihan İmparatorluğu ,Devlet-i Aliye,Düvel-i Muazzama,Koca Osmanlı,artık hangi düzenlemeyi yaparsa yapsın,”Hasta Adam” damgasını yiyecektir..

.

             1908’de II.MEŞRUTİYET’İN ilanı ile  İKİNCİ ANAYASA da yürürlüğe girmiştir.Osmanlı vatandaşlığı ÜST KİMLİK kabul edilmiş,bütün ahaliye yasalar önünde eşitlik hakkı tanınmıştır.

 

            Verilen güvenceleri kendilerine ayrıcalık gören azınlıklar, etnik temelli siyasal projelerini birbir hayata geçirmişlerdir.Güçten düşen Osmanlı’nın Anayasaları,ÇÖZÜM YERİNE ÇÖZÜLME’NİN kapısını açmıştır.

 

            Devletin asli unsuru TÜRKLER,diğer etnik gurupları rencide etme ve üzme kaygısıyla milli kimliklerini bile fısıldamaktan imtina etmişlerdir.

            Aynı bugünkü yaşanan ortamda olduğu gibi, TÜRKÜM demenin,ayıplanır ve neredeyse suç sayıldığı bir ortamda,Devletin asli kurucu unsuru kendisini ifade edememenin sıkıntısını yaşamıştır.

 

            Her yapılan yeni Anayasa’da Devletimiz ve Milletimiz büyük bedeller ödemiştir...

            1914-1918  Birinci Dünya Savaşında aynı anda yedi düvele karşı savaşan ve ezilmeyen Osmanlı,müttefiklerinin yenilmesi ve silah bırakması ile masa başında yenik sayılmıştır.

 

            Arkasından gelen, Mondros Mütarekesi ve SEVR ANLAŞMASI ve anlaşmadaki 7.maddeye  dayanılarak  ülkemiz  parça parça istila edilmiştir.Türk Milleti’nin;Balkanlar ,Kafkasya,Arap Yarımadasından sonra,Anadolu’dan da kovularak yok edilmek istendiği  su götürmez bir gerçektir.

 

             Her zaman küllerinden yeniden doğmasını bilen,Büyük Türk Milleti kendi kaderini tayin etmek üzere İstiklal Mücadelesi vermiş ve    1920’de TBMM açılarak Yeni Türk Devleti’nin temelleri atılmıştır.

 

             1921’deki ÜÇÜNCÜ ANAYASA ile devletimiz şeklini almış,kuruluş felsefesini açıklamıştır.Devletimiz üniter ve milli bir devlettir.Dili Türkçedir

.

             Devletimiz kurulup,Cumhuriyet ilan edildikten sonra,yeni düzenlemeler ile,1924 ANAYASASI (4.ANAYASA)  ile devletin siyasi yapısı Cumhuriyet olarak belirlenmiş,devletin kuruluş felsefesi milli ve üniter devlet yapısı korunmuş,tüm vatandaşlarına kanun önünde,dil,din,ırk,mezhep,inanç farkı gözetilmeksizin EŞİTLİK İLKESİ getirilmiş,seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır

.

               Anayasa ile,Osmanlıdaki,çok hukuklu tebaa düzeninden,tek hukuklu parlamenter demokratik sisteme geçilmiş oldu...

 

               Maksadımız,Anayasaların kronolojik incelemesini yapmak olmadığından, Anayasal faaliyetlerin  kısa tasnifini yaparak,günümüzde tartışılan “YENİ ANAYASA” çalışması üzerinde görüşlerimizi açıklamaktır.

 

                Beşinci ve altıncı olan 1961-1982 ANAYASALARI’nın,her ikisi de Askeri ara rejim Anayasaları olması itibarıyla,toplumda geniş mutabakat sağlandığı söylenemez.

 

                Halkın oyuna sunularak, katılanların %92 çoğunlukla evet oyu vermesi ile meşruiyet sağlanmış olmaz.Toplumsal mutabakat anlaşmalarında meşruiyetin olmazsa olmaz sınırı meşruluktur.

 

                Her iki Anayasada da,toplumun belli kesimleri dışlanmıştır.O günkü iktidar gücünün kesin hakimiyetinin izleri vardır.

                Baskı altına alınmış,sindirilmiş,korkutulmuş,kendisine dayatma yapılmış olanların, savunma hakları elinden alınmış; tartışma ve bilinçlenme ortamı hazırlanmamıştır.Böyle bir zeminde oya tahvil edilmiş olması; dayatılan bir “ısmarlamanın” kabulünden öte sonuç doğurmamıştır.

 

                Kendisi olmayan ve ısmarlanan kumaştan dikilen elbise ya bol gelmiş ya da dar.Her ihtilal Anayasasından sonra,toplum yeni sosyal hadiselere gebe kalmıştır.

 

                1961 Anayasasında  bireylere sağlanan geniş hak ve özgürlüklerin; güçlü kılınmasına mukabil,devlet sağladığı hakları, gerek kendi bekası gerek toplum yararına sınırlandırmada acziyet içerisine düşmüştür...

 

                Sağlanan bu temel hak ve hürriyetlerin karşısında; devlet organlarının gücünün Anayasada sınırlı kalması boşluk doğurmuştur..

.

                Yarı aydınlarımız ve aydınlarımızın bir kısmı;Batıdan gelen her sosyal hastalığı,yenilikçi bir hareketmiş gibi kabul etmiş olduklarından; 68’den sonra Avrupa’dan bilhassa Fransa’dan gelen öğrenci olaylarında, teşhis yanlış koyulmuş, toplum kendisine bulaşan virüs mikrobunu üzerinden atamamıştır.Hastalık yayılmış,masumane olduğu iddia edilen,üniversite ve öğrenci olaylarının altındaki gerçek yüz kısa zamanda anlaşılmış fakat tedbirler alınamamıştır.

 

                     Hatta, “..Yollar yürümekle aşınmaz..” sözü bir döneme damgasını vurmuştur.

 

                    Sosyal olaylar,öğrenci hareketlerini,öğrenci hareketleri de   beraberinde  kutuplaşmaları ve toplumda derin bölünme ve ayrılıkları getirmiştir...

                    Yoğun yaşanan öğrenci olayları,işçi hareketleri gibi toplumsal çalkantılar 1971 Muhtırasına davetiye çıkartmıştır.

 

                     1971 muhtırasının;  bol geldiği söylenen Anayasa gömleğini  daraltmaya matuf olarak rejimi kesintiye uğratmış olduğu da bir gerçektir.

                    Akabinde 1982 ANAYASASI DA dayatma  ve toplumun belli kesimlerinin dışlanması ile kaleme alınmış bir Anayasadır.

                     61 Anayasasının aksine,temel hak ve hürriyetler sınırlandırılırken,Devletin organları güçlendirilmiş olmasına rağmen,Türkiye’ye DAR gelen bir Anayasa olmuştur...

Av. Faruk Ülker

Türk Ocakları Ümraniye Şubesi Başkanı

 

 

ANAYASA’DA    GENEL ESASLAR

(2. BÖLÜM)

 

                     Anayasalar mutlaka yazılı metinler değildir.Olması da gerekmez. TEAMÜL şeklinde ki uygulamadan gelen Anayasalar da mevcuttur.İngiltere Anayasası bu şekildedir.Yazılı metinler yoktur.

 

                      Her ülkenin şartları farklıdır.Yaşadığımız coğrafyada,jeopolitik durum itibarı ile her zaman düşmanı dostundan çok olan ülkemiz için güçlü bir Anayasa elzemdir

.

                     Anayasaların,kısa ve çerçeve  olması esastır.

 

                     Anayasal metinler, kanunların adalete ve hukuk’a bağlı kalmasını sağlayan, yasalar üstü,soyut ve genel kuralların bir bütünüdür.

 

                      Üstünlerin hukuku’na karşı; hukukun üstünlüğü ilkesi, hukuk normları ile garanti altına alınırken ,temel hak ve özgürlüklerin de,kuvvetler ayrılığı ilkesince korunması genel esastır.

                     Gücü elinde tutan iktidarların keyfiliğini ancak  güçlü Anayasalar ile sınırlandırabilmek mümkün olmaktadır.

 

                      Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu demokratik ülkelerde,Anayasa yapma yetkisi de milletindir.

 

                      Milletimizin hükümranlık hakları,iç ve dış ihanet odaklarının,aldatması,hilesi,baskı  odaklarının manipule etmesi,yoğun propaganda  bombardımanı gibi saiklerle, halelder edilmemelidir.

 

                      ABD’nin ve AB ülkelerinin, emrivakisiyla Anayasa yapılamaz.“YENİ TÜRKİYECİLİK,    II. CUMHURİYETÇİLİK,   II.OSMANLICILIK,,” gibi sahtelik ve tuzak kokan,ülkemizde eyaletleşme sürecini başlatacak ve üniter devlet yapımızı bozacak hiçbir düzenlemeye Anayasa’da yer verilemez.

 

                      Eğer düzenlenecek Anayasa’nın uzun ömürlü ve halkın mutabakatına dayanması isteniyorsa sürecin her aşamasında halkın bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.

 

                      Bu bağlamda,yapılacak Anayasa gereksiz teferruatlardan uzak,kısa,açık ve anlaşılır olmalıdır.Çerçeve Anayasa olma niteliğini korumalıdır.

 

                     Anayasa’nın başlangıç kısmında,kurucu irade ve devletimizin kuruluş felsefesi çok açık yazılmalıdır.Cumhuriyetimizin

kurucusu,başta ATATÜRK ve yakın silah arkadaşları belirtilmeli,milli ve üniter devlet yapısı,hukukun üstünlüğü,insan haklarına saygılı demokratik ve  sosyal hukuk devlet yapısı kısa açık öz olarak açıklanmalıdır.

 

                       Çok uzun Anayasalar da vardır.Yugoslavya ve Hindistan Anayasaları 400 maddeden fazla olmasına rağmen,Yugoslavya dağılmış,Hindistan değiştirmiştir.

 

                     ABD,halen 300 milyondan fazla nüfusunu,7 maddelik bir Anayasa ile idare etmektedir.

                     Her devletin Anayasası,kendi şartlarından doğar.Uzun veya kısa olması geri kalmışlık ya da gelişmişlik ölçüsü de değildir.

 

                     Anayasa değişiklik sürecinde;toplumun her kesiminde farklı beklentiler olması doğaldır.Önemli olan bu beklentilerin milli potada eritilerek mümkün mertebe her kesimce kabul görmesidir.

 

                     Halen yürürlükte olan Anayasamız,1982’den bu yana 30 yılda 17 defa değişikliğe uğramış,110 küsur maddesi değiştirilmiştir.Değişe değişe,iç bütünlük bozulmuş,yamalı bohçaya dönmüştür.Kavram bütünlüğü kalkmış olduğu gibi,yeni bir değişiklik sürecinde ise DEVLETİN KURULUŞ FELSEFESİNE müdahale edilerek ortadan kaldırılmak istenmiştir...

 

                        Bu mülahazalardan sonra esas konumuza gelince:

 

                        HAZIRLANMAKTA OLAN ANAYASA NASIL OLMALIDIR VE BEKLENTİLERİMİZ NELERDİR sorusunu açmakta yarar görmekteyiz.

 

                         Anayasa değişiklik sürecinde,DEVLETİMİZİN BEKAASI, MİLLETİMİZİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ, ÜNİTER DEVLET YAPIMIZIN KORUNMASI OLMAZSA OLMAZ KIRMIZI ÇİZGİLER  OLMALIDIR.

 

                         Bu amaçla,ilk üç madde,milli kimlik tanımına vurgu yapan 66.madde,eğitim dilini belirleyen 42.madde tartışmaların odağını oluşturmaktadır

.

                         Anayasayı değiştirmek adına,Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin değiştirilmek istendiği günleri yaşamaktayız.Kafamızı kumdan çıkartarak,ihanet odaklarının perdesini aralayıp,Büyük Milletimize duyurmak borcumuz vardır.

 

                        Hazırlanmakta olan Anayasada,Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleri mutlaka korunmalıdır.Bunlardan asla taviz verilemez.

                        Başlangıç hükmündeki,KURUCU İRADE VE KURULUŞ FELSEFESİNDEN DE taviz verilmemelidir.

 

                       Temel değerlerimiz olarak,birinci maddedeki,Devletin Şekli,ikinci maddedeki Cumhuriyetin nitelikleri ve bu niteliklerin içerisinde,devletin insan haklarına saygılı,demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti olduğu ilkeleri mutlaka korunmalıdır.

 

                       İkinci maddede ki temel esaslar arasına Devletin,  ”MİLLİ VE ÜNİTER”lik vurgusunun mutlaka yapılması gerekir.

 

                     “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.Dili Türkçedir.” Biçiminde ifade edilen üçüncü madde kavram kargaşalığının giderilmesi açısından, “Türkiye Devleti” ibaresi “TÜRK DEVLETİ” olarak değiştirilmesi,tartışılan maddelerde ki bütünlüğü sağlayacaktır.

 

                        Yukarıda zikredilen hususlar,Anayasamızın Devletimizin ve Milletimizin KİMLİĞİ HÜKMÜNDEDİR.Kimliksiz  bir insan olamazsa,kimliksiz bir Millet de düşünülemez.

 

                         Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu,insan haklarına saygılı,demokratik,laik sosyal hukuk devleti olduğu,DİLİNİN TÜRKÇE olduğu,başkenti Ankara,İstiklal Marşımız ve bayrağımızın rengi çok açık olarak devletin KİMLİK KARTI  hükmünde yazılmalıdır.

 

                          Eğer Anayasa’’da milletimizin kimliği belertilmeyecekse, o halde bu anayasa kim için yapılmaktadır.Renksiz,hüviyetsiz,milliyetsiz bir Anayasa dünyanın hiçbir ülkesinde mevcut değildir.

 

                              Beşinci ve Yedinci Yüzyıllardan itibaren,milletimizin Türk olan ismi,hangi cüretle ve neye dayanarak Anayasa’dan kaldırılmak istenmektedir.

                              Beşinci yüzyıl Çin kaynaklarında “Hiyongnu  olarak geçen milletimizin adı Orhun ve Yenisey yazıtlarında,Kültegin Kitabelerinde Türk olarak geçtiği herkes tarafından bilinmektedir...

 

                             Tarihte Yeni Anayasa’lar genellikle,savaştan barıştan,büyük felaketlerden veya yeni kurulan devletler’den sonra “Yeni Anayasa “  lar  gündeme gelir.

 

                             Yeni bir devlet kurmadığımıza göre,değiştirilecek Anayasada ki yeni tabiri ile içimizde ki karanlık ittifak guruplarına ve dışarıda ki küresel efendilere bir mesaj ve “gönderme mi” yapılmak istenmektedir.?

                              Veya mevcut anayasada ki, milli  kimliğe vurgu yapan değerlerin içi  mi  boşaltılmak  istenmektedir?

 

                               Vatanı ve milliyeti  konusunda hassasiyet duyan  milliyetçi çevrelerin endişeleri halen devam etmektedir.

 

                              Milletimizin çok büyük çoğunluğunun,Anayasa değiştirilmesi ile ilgili bir sorunu yoktur.Bunun devamlı gündemde tutulması,halledilmeyen iç ve dış meselelerin üzerini örtmek ya da sorunların kaynağının Anayasa olduğuna insanlarımızın inandırılmak istenmesi de  işin ayrı bir boyutudur.

 

                               Malum,dış güçler başta ABD ve AB devletleri, Yeni Anayasa için büyük baskı yapmaktadırlar.Bütün bu dış güçler ve içimizde,Türk Milleti’ne karşı odaklanmış ittifak gurupları;Yeni Anayasa ile milliyetsiz,kimliksiz,milli ve üniter yapıdan arındırılmış,bölücü ırkçıların istekleri doğrultusunda federal bir devlet  kurma ve YENİ BİR DÖNEM KURMA özlemi içerisinde oldukları hepimiz tarafından bilinmektedir.



TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER

 (3. BÖLÜM)

                               Temel hak ve hürriyetler ayrı bir madde halinde düzenlenmelidir.Zaten 2001 ve 2004 yıllarında yapılan Anayasa değişikliği ile bu konuda önemli ve olumlu adımlar atılmıştır.Bu değişiklikler aynen korunması da uygun olacaktır.

 

                              Temel hak ve hürriyetlerin neler olduğu Anayasa metnine yazılacak olursa,Anayasa’nın çok uzun olacağı açıktır.Kaldı ki insan hak ve özgürlüklerin neler olduğu neler olmadığı sıralanacak ve sayılacak olursa, hak ve özgürlükler konusunda SINIRLAMAYI DA getirecek olması açısından sakıncalıdır.

                              Hukuk normları statik ve durağan olamazlar.Genel maddeler düzenlenir.İnsan hak ve özgürlükleri’ne; çerçeve Anayasa’da atıf yapılarak,sınırlandırmanın önüne geçilebilir.

 

                              Bu durumun aşılabilmesi için,” EVRENSEL İNSAN HAKLARI” nazara alınarak,sınırlandırmanın İSTİSNAİ hallerde  ZORUNLULUK İLKESİ gereği yapılacağı net olarak yazılmalıdır.

                             Bireylerin hakları; diğerlerinin haklarıyla ve kamusal  alanın haklarıyla kesişmesi ve saygı göstermesi, yasal zorunluluktur.

                            Devletin kendisini koruma hakkı,kamusal haklar,bireysel haklar tabii haklardır.Bu hakların kesiştiği durumlarda;herkesin hak ve özgürlüklerini kullanırken başkalarının da haklarına saygı göstermeleri anlayışı,sosyal devlette istisnai kısıtlamanın da bir ilkesi olarak belirtilmesi gereklidir.

 

                            Anayasa metni yazmak konumuz ve hakkımız olamayacağından,genel ilkelere kısaca değinerek geçmek istiyoruz.Tartışmalı şablon metinler konumuzun esasını teşkil etmektedir.

                            

                              Bu Anayasa’da en çok tartışılan konuların başında;MİLLİ KİMLİK, ALT KİMLİK ÜST KİMLİK, ÇOK DİLLİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ÜNİTER DEVLET YAPISI, ANAYASAL VATANDAŞLIK,TÜRKİYELİLİK gibi konular gelmektedir.

                              Bu kavramların kısa bir tasnifini yaparak değerlendirmede yarar görüyoruz.

                                       ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK

 

                             Çok kültürlülük,Avrupa ülkelerinin bir gerçeği olmakla beraber,bu ülkelerin “çok kültürcü” olduklarını söylemek imkansızdır.

 

                              Çok kültürlülük, fazla  göç alan  ülkelerde, ABD,

Kanada,Avustralya,Fransa,Hollanda,Almanya,Belçika...gibi ülkelerde uygulanmaya müsait olabilir.Yoğun göç alan bu gibi ülkelerde; etnisite,kültür,dil,yaşama biçimi,toplumsal olayları algılamada farklılıklar bariz şekilde bellidir.

 

                               Türkiye’nin 25 kat büyüklüğünde,20Milyon km2 topraklarda 3 kıta ve 7 Denizde Cihan İmparatorluğuna hükmeden Osmanlı’nın Devlet yapısında; eyaletler sisteminin olması ve bu yapı içinde çeşitli etnik ve farklılıkların,çok kültürlülük ve tebaalar’a dayalı yönetim sisteminin oluşmasından doğal bir şey yoktur. Gereklidir de..

 

                                Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ise;  yönetim şekli olarak,İmparatorluk Coğrafyasında ki Osmanlı Devlet yönetim sistemine benzer veya uyarlanabilirlilik hiçbir yönü yoktur..,

 

                                Hem tarihi süreçten gelen dramatik çöküntü,hem de batılıların,”göçmen merkezli” politika anlayışlarının,Türkiye şartlarına ve sosyolojik gerçeklerine uyuşmadığı ortadadır.

 

                               ABD,Anglo Sakson ve İngiliz kültürünü kıtaya taşırken,kıtanın yerleşik ve düzenli eski medeniyetlerini yok etmiş,İnka,Maya,Aztek medeniyetlerini ortadan kaldırmış,yerli halk KIZILDERİLİLER’E SOY KIRIM uygulamış fakat yerleşik kültürünü yok etmeyi başaramamıştır.

 

                                 Yok etmek istediği halkların,kültür değerlerini ve medeniyetlerini ortadan kaldıramamıştır.

 

                                 Sömürgeci  zihniyet,Afrika’dan getirdiği insanları köleleştirmeyi  başarmış,taşıdıkları  kültürlerini   söküp atamamış;çok kültürlülük yapı kendisini muhafaza etmiştir.

 

                         Yoğun göç alan Avustralya,Almanya,Fransa,...  gibi ülkelerin, göç hareketlerine maruz kalması ve gelen işçilerin dönmeyerek bulundukları ülkede ikinci ve üçüncü kuşakların kalıcı olması,çok kültürlülüğü de beraberinde getirmiştir.

 

                       Çok kültürlülük,Avrupa  ülkelerinin bir gerçeği olmasına rağmen,bu ülkelerin çok kültürcü anlayışı benimsedikleri de söylenemez.Başta Fransa,Almanya,Hollanda olmak üzere,ASİMİLAS

YON politikaları uyguladıkları da bilinen bir gerçektir.

 

                       Fransa, Belçika,Hollanda,Lüksemburg, hatta  Yunanistan,  “AB AZINLIK HAKLARI SÖZLEŞMESİ’Nİ” imzalamamışlardır.İmzalayanların bir kısmı da yürürlüğe koymamıştır.

                     Zikredilen  bu ülkeler,başta ABD ve AB olmak üzere, çok kültürcülüğe kapalı olduklarını uygulamaları ile göstermelerine rağmen bize ise ; Anayasa ile dayatmaya çalışmaktadırlar.

 

                     Aynı siyasi yapı içerisinde,farklı etnik guruplar biribirlerine karışmadan  yaşamışlarsa,her bir etnisite aralarına psikolojik ve sosyolojik,paylaşılmayan duvarlar örmüşse,müştereklerde birleşmek oluşmamışsa,çok kültürlülük yapısının var olduğu kabul edilebilir.

 

                      Yukarıda sayılan ayrımcı hareketler milletimizin gerçeğine ve sosyal dokusuna uymaz.

                     Hiçbir toplumun homojen olması beklenemez..Heterojenlik her toplumun doğasında vardır.

 

                     Cenab’ı Allah (c.c),EL_HUCURAT SURESİ 13.Ayet de mealen:

                     “..Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.Ve birbirinizle tanışmanız için SİZİ MİLLETLERE VE KABİLELERE ayırdık.Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün  olanınız,ondan en çok korkanınızdır...”

                       Milli devletlerde,dil,din,ırk,mezhep olarak farklı toplulukların olmasından daha doğal bir şey yoktur.

 

                        Önemli olan,hakim unsurun farklı gurupları asimilasyon aracı;farklı gurupların da hakim unsur’a karşı kendini ayrımcı unsur olarak görmemesidir.

 

                       Dini bir kavaram olmakla birlikte;”Takva “ üstünlüğü vicdanlarda yerini alırsa,farklılığın mutlaka ayrımcılık olması gerekmeyeceği zihinlere yerleşecektir...

 

                       Ülkemizde maalesef ısrarla,bilhassa son 10 yılda milletimiz 36 etnik guruba ayrılmak istenmektedir.Her fırsatta farklılıklar sayılmakta,yara gibi kaşınmaktadır.

 

                       Ülkemiz,etnik bölünmenin eşiğine getirilmiştir.Yöneticiler,TÜRK’ÜM demekte özürlü hale gelmişlerdir.

 

                       Türk Milliyetçiliğine  yönelik eleştiriler,küresel dış bezirganların ideolojisi olmuştur.Malesef ülkemizde AKP çevreleri de,Türk Milliyetçilerini tahrik ve tahkir eden açıklamalarla,ÜLKÜCÜ HAREKETİN KALESİ MHP’NİN tabanına oynamak istemişlerdir.

 

                       Konumuz bu hususlar olmamakla birlikte,herkes milliyetçi olabilir fakat ülkücü olamaz.Milliyetçilik,ülkücü olmanın birinci evresidir...



 
(4. BÖLÜM)
1040 Dandanakan Savaşı ile bu topraklara mührünü vuran,1071 Malazgirt savaşından itibaren Anadolu topraklarını vatan yapan,Türk Milleti’nin kadim değerlerini kimsenin yok etmeye gücü yetmeyecektir.1000 yıldır bu topraklarda;ırk,mezhep,kültür ayrılığı yapılmadan,tarihi bilincin oluşturduğu kültürle,Türk Milliyetçiliğini  hafife almak,görmezlikten gelmek mümkün değildir.
 
                       Türk milliyetçileri,İslam’ın özünde yoğrularak,insanları  nı,”Eşref’i mahlükat” kabul eden bir anlayıştan öte davranış içine girmemiştir.
                        Türk milliyetçiliği,Türkiye’nin değil,dünyanın bir gerçeğidir ve bir dünya görüşüdür.Bu millet ağaç kovuğundan çıkmamıştır.Kavimler göçünü başlatarak,dünya’nın siyasetine mührünü vurmuştur.Önce Batı Roma’yı,sonra Doğu Roma’yı yıkmış,çağ açıp çağ kapatmış,”İlay-ı Kelimetullah” uğruna,haçlı seferlerini göğsünde parçalamış,Abbasiler’den itibaren İslam’ın sancaktarlığını yapmış ve İki Cihan Efendisi Hazreti’i Peygamberimi’zin (SAV) Efendimizin övgülerine mazhar olmuş asil bir millettir Türk milleti...
 
                        Düşünceleri ayakta tutan insanlardır.İnsanlar yıkılmadıkça,düşünceleri de yıkılamaz.Türk Milliyetçileri’nin tarihe bakış açsı da budur.
 
                       Türk Milliyetçiliği,hem çağın değerlerini korumak,hem de geleneği korumaktan yanadır.Türk Milliyetçiliği ne liberalliktir ne de tam olarak muhafazakarlıktır.
 
                       Türk Milliyetçiliği ulvi bir değerdir.Herhangi bir millete karşı olan ve ona göre fikri ve siyasi hareket geliştiren anlayış değildir.
                        Bize göre,insanlar doğuştan eşittir.Öyle bir eşitliktir ki,dilenci ile halifeyi,çoban ile cumhur’un reisini aynı haklara sahip gören bir eşitliktir.Bu anlayıştan hareketle,vatandaşlığı sağlayan sadece kan ve toprak değildir.İnanç ve kültür birliğidir...
                          
                      Türk Milleti, İslam’ın değerleri ile yoğrularak; inanç felsefesinde,bütün ırkları tek bir ırk gibi görmüş,ne biyolojik yapısı,ne kanı,ne de kafatası onun için bir ayrımcılık unsuru olmamıştır.Tarih bunların canlı şahitidir.
 
                       Tüm bunlara rağmen günümüzde; Türk Milleti’ne karşı hasmane davranış meziyet sayılır hale gelmiştir.Türk Milleti’nin engin alicenaplığı,hoş görüsü,basiret duygusu sürekli suistimal edilerek kaşınmaktadır.Bunun kimseye bir yararı da olmayacağı açıktır.
 
                        Büyük Türk Milleti’nin önce coğrafyamızda,sonra dünya devletleri arasında söz sahibi olmasından korkan şer güçlerin,yöneticilerimizi kıskaca aldıkları,şantaj yaptıklarını düşünmekteyiz.
 
                        Bu amaçla yapılmakta olan,Anayasamıza müdahale etmeleri,bize akıl vermeye kalkışmaları,Anayasamızda ki olmazsa olmaz kırmızı çizgilerimizi çiğnemeye kalkan ABD ve AB ülkelerinin sinsi ve art niyetlerinin ne olduğu,Türk Milliyetçileri tarafından yakınen  bilinmektedir.
 
                       Milletimizin basireti halen yerindedir.Türk,Kürt olarak  ayrılmaya zorlanan insanlarımızın her yedi tanesinden ikisi veya daha fazlası biri birlerine kız alıp vermiştir.Aile yapıları,gelenek görenek,bir arada yaşama kararlılığı ve 40 yıllık terörün bölemediği birliktelik,Anayasa değişikliği ile milletimizin bölünmesi hedef alınmıştır.
 
                        Amaç,Türkiye’nin üniter ve milli devlet yapısının değiştirilmesidir.Yeni yeni kurucu unsurlar ihdas edilip ve çok kültürlülük aldatmacasıyla,yeni azınlıklar meydana getirilerek federatif bir devlet yapısı oluşturmak istenmektedir.
 
                         Bunu ortaya atanlar,Türk Milletine mensup olma şuuruna erişememiş,AZINLIK IRKÇILARIDIR.Türk kimliği bir etnik unsura mensup olma değildir.Bin yıldır Anadolu  coğrafyasında,aynı kaderi paylaşmış,aynı potada erimiş,kaderde ve kıvançta birlikte olunmuş,aynı paydada birleşmiş milletimizin ortak adıdır.
 
                         Türk kimliği hakim unsur ve üst kimliktir.Hakim unsur Türk Milleti hiçbir zaman; yaşadığı coğrafyada asimilasyon hareketlere girerek homojenleşme yörüngesinde devlet anlayışına itibar etmemiştir.
 
                          Osmanlıdan bu yana,hakim Türk unsuru,eşref’i mahlükat çizgisinden  zerre sapmış olsaydı,Anadolu,Balkanlar, Ortadoğu,Önasya,Kafkaslarda ki DEMOGRAFİK yapının bugünkünden çok farklı şekillenecek olduğu da herkes tarafından bilinmiş olmalıdır.
 
                            Etnik ayrılıkların körüklendiği ülkemizde TÜRK; ANADOLUDA BİR ETNİK GURUP GİBİ GÖSTERİLİP ALT KİMLİK statüsüne sokulmak istenmektedir.
 
                             Etnik gurup,o ülkede ki hakim guruptan,kültürel değerler olarak ayrılan,yaşama tarzı,din,dil,adetler gibi farklılık ve ayrılıklar gösteren sosyal guruplardır.
 
                             Başlı başına Irk ayrılığı,etnik gurup değerlendirilmesi içine giremez.Anadoluda’ki bin yıllık Türk kimliği,etnik gurup içerisine sokularak küçültülmek ve aşağılanmak istendiği görülmektedir.
 
                              Hiçbir ülkede yapılmayan ve olmayan, ülkemizde yapılmak istenmektedir.Farklılıklar kutsallaştırılarak,etnik çoğulculuk oluşturulmakta,milli devletimiz çözülmek istendiği açıktır.Ülkemiz  şartlarında çok kültürlülük dayatması,milletimizle hesaplaşma içinde olan dış güçlerin tuzağıdır.
 
                              Çok kültürlülük defatle belirtildiği gibi,günümüzde küreselleşmenin ideolojisidir.Kişileri ve sosyal gurupları esas alır.Milli kimlik ile çatışır.Dünya’yı kendi çıkarlarına göre paylaşmak isteyen;sülük gibi halkların kanını emen vampir küresel efendiler,milli devletlere karşı,çok hukukluluk ve çok kültürlülük projesini dayatmaktadırlar.
 
                               Türkiye gibi milli devletler,küreselleşmenin ideolojisi olan çok kültürlülük tuzağı ile ayrıştırılmaya ve etnik çatışmaya zorlanmaktadır.
                                Şimdi şöyle bir soru sorulabilir:
 
                                Devlet mi önemli? Yoksa kişisel özgürlükler mi?
 
                                Devlet olmadıktan sonra, hürriyetler ne işe yarayacaktır? Özgürlükler ancak güçlü ve ayakta kalabilen devletlerin teminatı altındadır.
 
                               (Konuya ilişkin geniş açıklamalar bir önce ki KÜRESEL TEZGAHÇILIK yazımızda belirtilmiştir..)
 
                               Anayasa’nın değiştirilmesi sürecinde,ülkemiz insanına çok kültürlülük, “zenginlik ve çeşitlilik..” gibi empoze edici sözlerle zihinler bulandırılmak istenmektedir.
 
                               Avrupa,uzun yıllar sömürdüğü devletlerin insanlarına;sömürüyü devam ettirebilmek için,VATANDAŞLIK HAKKI’NI tanımak zorunda kalması beraberinde,çok kültürlülük algısını da meydana getirmiştir.
 
                               Türkiye’nin sosyal yapısı ABD ve AB ülkelerinden çok farklıdır.Ülkemizde ki etnik gurup olarak addedilen sosyal guruplar,bin yıldır aynı ortak kaderi paylaşma çizgisinde ve kendi aralarında birleşmeleriyle Milletleşmişdir.
 
                              Batılı devletlerin sosyal yapısı önemli ölçüde,bilhassa ABD’de federal yapıdır.Türkiyede ki sosyal yapı ise  tamamen farklıdır.Ülkemizde ki hakim gurup hiçbir zaman diğerlerine karşı,sistematik bir ayrımcılık içerisine girmemiştir.
 
                              75 milyon nüfusa yakın ülkemizde,hakim unsura karşı,kendisini ayrı addeden ve sistematik ayrımcılık yapan bölücülerin oranı,demografik yapının,yüzde ikisini bile oluşturmamaktadır.Bu rakam bile yapay ve zorlamadır.
 
                               Eğer çok kültürlülük,çeşitlilik ve zenginlik  olsaydı;YUGOSLAVYA’NIN bölünüp dağılmaması gerekirdi.
AV.FARUK ÜLKER

(5. BÖLÜM)
ANAYASADA Kİ VATANDAŞLIK TANIMI
 
                     1982 Anayasasında ki Türk Vatandaşlık tanımı olan, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”  aynen muhafaza edilmelidir.
 
                      Bu tanım,her türlü dini ve etnik ayrışmayı bertaraf eden hukuki bir tanımdır.Milli kimliğimiz Anayasada vurgulanmalıdır.
 
                       Düzenlenecek Anayasa ‘da en çok tartışılan kavram KİMLİK KAVRAMIDIR..Türk Milleti’ne mensub olma şuuruna erişemeyen ,bölücüler,ırkçılar,her türlü fitne odakları,Soroz’un destekçileri,teslimiyetçiler,devşirilmiş ajanlar,dış güçler,..Anayasada ki 66.maddeyi tartışmaya açmışlardır.
 
                         Vatandaşlık tanımında ki Türk Kimliğini sulandırmak isteyenlerin gizli emelleri ortaya çıkmıştır.
 
                          TÜRKİYELİLİK VEYA TÜRKİYE MİLLETİ gibi ucube bir kavram kimlik yerine koyulmak istenmektedir.Renksiz,kimliksiz,içi boşaltılmış,nötr bir Anayasa yapılmasını talep edenlerin gerçek niyetleri,Türk Devletinin üniter yapısını bozup,federatif bir devlet yapısı ile bölünmeyi kolaylaştırmak ve sınırlarımız içerisinde bir KÜRT DEVLETİ kurmaktır.
                           Kanaatimizce;lafı fazla eğip bükmeye ve teknik  olmaya da gerek yoktur.Devleti ve Milletimizi bölmek isteyenler kadar,böldürmek istemeyenler de en az onlar kadar cesaretle olmak mecburiyetleri vardır.
 
                             Bunlara göre,Anayasa’da TÜRK MİLLETİ yer almasın onun yerine”TÜRKİYE MİLLETİ” vatandışlığında birleşilsin diyenlerin hedefleri ortadadır.
 
                            Türkiyelilik kavramı,coğrafyaya has,yaşanılan bir mekan birliğidir.Mensubiyet şuurunu,kültürel birliği,ortak tarihi,sosyolojik ve psikolojik bütünleşmeyi,millet olma olgusunu reddeder.
                             Türklüğün sıradan bir etnik unsur konumuna indirgenmesini hedef alır.”Türkiye Milleti”  tabiri ile,Anayasa’dan TÜRK MİLLETİ’NİN adının silinmesi ve Türk Milleti’ni yok saymak istemektedirler.
 
                             Bu anlayışta olanlar, “din,dil,ırk,kültürel,..” gibi ayrılıklara vurgu yaparak vatandaşlık bakımından herkese “Türkiyeli”denilmesinin çağdaşlık ölçüsü olacağını iddia edenlerdir.
 
                            Bu zamana kadar toplumun hiçbir kesimi tarafından,böyle bir ihtiyacın Anayasa’da vurgulanması yönünde bir talep de olmamıştır.
                             İçimizde ki,Bölücü Kürtçüler,BDP,PKK,İmralı, Tesev taraftarınca gündeme getirilmektedir.
 
                              Hangi Dünya devleti,kendi anayasalarından milletinin isimlerini çıkartmıştır.Ayrılık kavramlarını bize dayatmaya çalışan devletlerin Anayasalarına baktığımızda ise bunun tam zıddı görülecektir.
                               Yunanistan Anayasası’nın bir çok yerinde sadece Yunan  değil, Eelenliğe vurgu yapılmaktadır. Fransa, Almanya, İtalya,
Portekiz,...Anayasalarında milli kimlik defalarca belirtilmektedir.
                                Alman Anayasası başlangıç hükümlerinde ve devam eden maddelerinde,50 den fazla “ALMAN HALKI” denilmektedir.”Almanya Vatandaşı değil.Keza Fransa Anayasasında,bir çok yerde “Fransa Halkı..” geçmez, “FRANSIZ VATANDAŞI” denilmektedir.
                                Bu misaller çoğaltılabilir.Şimdi hiçbir milletin Anayasasında,milli kimlik vurgusu rahatsızlık vermediği halde,Anayasamızda ki “TÜRKLÜK” vurgusu neden rahatsızlığa sebep olmaktadır.?
                                 Nasıl ki,Alman ve Fransız Anayasaları,Alman ve Fransız ırkını değil,vatandaşlığını tanıyorsa,Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 66.maddesi de Türk Vatandaşlığını tanımlamaktadır....
 
                                Kısaca,”Yeni dünya Düzeni” dedikleri ve sömürgeleştirmek istedikleri devletlerde,kimlik üzerinden krizler çıkartılarak iktidarlar siyaseten teslim alınmak istenmektedir.ABD ve AB Ülkeleri,ülkemizde “Kürtçülük” kartını bu amaçla oynamaktadır.
 
                                Mücadele siyasidir.Hak arama mücadelesinden ötedir.Kimliklerin siyaseten tanınması,Anayasa’da yerini alması,resmiyet kazanmasıdır.
 
                                 Dolayısıyla; “ Türkiye Halkı”,” Türkiyeli” kavramlarını Anayasamıza sokmaya kalkmak,bu millete yapılacak en büyük ihanettir.
                                 Bu konuyu şöyle noktalamak istiyoruz:
 
                                 Anayasanın 66.maddesindeki Türk kavramı,bir etnik kavram değildir.Ülkemizde  yaşayan  herkesi,  siyasi,kültürel,    coğrafi,sosyolojik olarak kuşatan bir kültürel kavramdır.
 
                                  TÜRK KAVRAMI,bir ırkı ya da etnisiteyi merkeze alarak,diğerlerini ötekileştiren bir kavram değildir.Tam aksine,ülkemizin siyasi sınırlarını da aşan kültürel değerlerde buluşturan ve birleştiren,siyasi bir bütünlüğün adıdır. 
(6. BÖLÜM)                             
   ANA   DİLDE   EĞİTİM
 
                           Devletimiz bekası için,Türkçeden başka bir dilde  Eğitim ve Öğretim yapamaz , yapmamalıdır.
 
                               1982 anayasasının 3.Maddesinde;  “ TÜRKİYE DEVLETİ,ÜLKESİ VE  MİLLETİYLE  BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.DİLİ TÜRKÇEDİR.” İfadesinde  yerini almıştır.
 
                              Ancak son zamanlarda etnik ve bölücü ırkçılar; Devletin dili Türkçedir ifadesini ısrarla ve kasıtla,  “Devletin Resmi dili Türkçedir “ ifadesiyle değiştirilmesini talep etmelerinin altında kurgulanan tuzak bizce malumdur.
 
                              DEVLETİN DİLİ TÜRKÇEDİR  yerine  “Devletin Resmi dili Türkçedir” dayatması düzenlenecek Anayasa’da kabul edilecek olursa,önemsizmiş ve masum bir istek gibi görünen talebin perde arkasında;  “ANA DİL” gibi ayrışmaların önünün açılacak olduğu muhakkaktır.
 
                              Masumane ve bir hak talebi gibi gündeme getirilen dil üzerinde ki ayrışma bir adım sonra,psikolojik destekle kültür,tarih ve tüm ortak değerler üzerine taşınarak,sosyolojik ayrışmanın zeminine temel oluşturacaktır.
 
                              Oysa ki,Türkçe dünyada en çok konuşulan ilk beş dil arasındadır.
                              Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin anayasalarında bile; böyle çok dillilik anlayışı yoktur.
 
                             Türk vatandaşlarının, günlük hayatlarında kullandıkları bölgesel lehçeler ve Türkçe’den farklı lisanların konuşulmasının önünde zaten bir engel olmadığı gibi,lehçelerin konuşulması anlamında yasal düzenlemeler de mevcuttur.
 
                             Tüm bu yasal düzenlemeler ortada iken; Türkçe’den başka ana dilde de eğitim yapılmasını istemek; hakkaniyet ve iyi niyetle bağdaştırılacak bir tutarlılık tarafı yoktur...
 
                              Kaldı ki;Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hiçbir yerinde,kişilere kamusal alanda ve idari yaptırımlarda istedikleri dili kullanabilme hakkını vermemektedir.
 
                              Başka bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak ve özgürlükler kapsamına girmediği kabul edilmektedir. Kişilerin, devlet ve idare ile olan ilişkilerinde, yerel dillerin kullanılması talebi,devletlerin yetkisi alanında kabul edilmiştir.
                             
                          Anayasa’da yapılacak düzenlemelerle,Türkçe dışında ki dillerin okullarda okutulması amacı, birtakım çevrelerin gizli ajandalarında olduğu bilinmektedir.Bundan maksat,Kürtçe’nin okullarda ana dil olarak okutulmasının önü açılmak istenmesidir.
 
                              Irkçı-ayrılıkçı bölücülerin hedefleri arasında en başta geleni budur.Terör ile başaramadıklarını,Anayasa ile teminat altına almak istemektedirler.
 
                              Yukarıda izah edildiği gibi;Kürtçe’nin eğitim dili olmasını istemek bir demokratik hak talebi değildir.Doğrudan devletimizin üniter yapısını bozmak,Türkiye topraklarında iki dilli bir millet inşa etmek olduğu gerçeği herkes tarafından bilinmektedir.
 
                               Bu kabul edildiği taktirde,çok kısa zaman sonra Türkiye’nin bölünmesinin önü açılacaktır.
 
                                Dünyanın hiçbir ülkesinde de,hakim unsur olan üst kimlik dilinin dışında ikinci bir yerel dille ana dilde eğitim yapıldığı görülmemiştir.
 
                                 Kamusal alanda ve okullarda,Türkçe’nin yanında,Kürtçe’nin de ikinci dil olarak  tanınması ve bunun terör yöntemi ile dayatılmak istenmesinin altında yatan yegane gerçek,PKK’nın etnik bilinç oluşturma gayretidir.
 
                               Bir adım ilerisi ülkemizin parçalanarak,ABD güdümünde, Siyonist İsrail eyaleti olan, Kürdistan Devleti’nin kurulması nihai amaçlarıdır.
(7. BÖLÜM)
YABANCI DİLDE EĞİTİM KONUSU
 
                              Dil konusunda Anayasa’da,”Yabancı Dilde Eğitim” anlayışında mutlak düzenlemeler yapılarak, Türkçemizin koruma altına alınması  zorunludur.
 
                              Yabancı dille eğitim anlayışı terk edilerek,yabancı dil öğretim anlayışı,Anayasamızda düzenlenmelidir.
 
                               Eğitim ve öğretim kurumlarında,yabancı dil mutlaka öğretilmelidir.Fakat Türkçe’nin dışında yabancı dille eğitim kabul edilemez.
 
                               Dünyanın hiçbir ülkesinde,ana okullarına kadar inmiş yabancı dil özentiliği yoktur.
 
                               Yabancı dille eğitim ve öğretim farklı şeylerdir. Yabancı dil öğretilsin fakat,eğitim asla düşünülemez.Bu anlayış ancak MÜSTEMLEKE ülkelerde mevcuttur.
 
                               Türkçemiz bir eğitim dili olduğu kadar,uluslar arası bir dildir.
                                Anayasa ile,Türkçede ki BOZULMANIN önüne mutlaka geçilmelidir.Cadde,çarşı, alış veriş mağazaları ve tabelelara yansıyan görüntü kirliliği önlenmelidir.Devlet de vatandaş da kendi kimliğine sahip çıkarak,en geniş manada diline saygı göstermelidir...
 
                                 Anlaşılabilir olmasına rağmen; ticari reklamların, görselliklerin, özentinin de ötesinde Türkçe dışında yabancı dilde yazılması ve bunun neredeyse kurumsal bir kimliğe dönüşmesinin; topluma ve bilhassa genç dimağlara verdiği aşağılık kompleksinin önü alınmalıdır...
                                Bu durum, insanımızın adeta kendine yabancılaşmanın aynasıdır.
 
                                Bu konuda mutlak bir sınırlamanın zorluğu göz önüne alınmakla birlikte, Anayasa ile korunma altına alınıp, ticari ve vergi bazında yasal düzenlemelere atıf yapılarak önlenmesi mümkün olacaktır.
                                 DİN VE  VİCDAN HÜRRİYETİ
 
                               Düzenlenecek Anayasada tartışılacak konular arasında yer almaktadır. Yürürlükte ki Anayasanın 24. maddesinde ki mevcut düzenleme muhafaza edilmekle birlikte,günümüzün gelişen ihtiyaçları da nazara alınmalıdır.
 
                              Mevcut düzenlemede;  “Din eğitim ve öğretimi” ile yine “Din kültürü ve ahlak eğitimi”  ibarelerinde farklılıklar olduğu anlaşılmaktadır.
 
                              Çeşitli inançlarda ki herkesin inanç hak ve hürriyetlerinin garanti altına alınabilmesi için,kanaatimizce, “Din Kültürü” kavramı en geniş manada yorumlanabilmelidir.
                             “Din kültürü eğitimi” olarak,belirli inanç ve mezhep anlayışından uzak herkes için bilinmesi gerekli dini bilgilerin verilmesidir.
                               1982 Anayasasının 24/4 maddesinde ki:
 
                               “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.Din  kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.Bunun dışında ki din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine,küçüklerin de kanuni  temsilcilerinin talebine bağlıdır.”
 
                                Bu konuyu tartışmaların odağı durumunda olmaktan çıkarmak için,seçmeli ders olarak:
 
                                İlk ve Orta Öğretim Kurumlarında, “ Din kültürü ve ahlak öğretimi” zorunlu ders olarak devam etmelidir.
                                Ancak, KUR’ANI KERİM VE  MEALİ” ile OSMANLICA derslerinin seçmeli ders olarak okutulabilmesinin önü açılmalıdır. Okullarda bunun alt yapısı hazırlanmalıdır.
 
                               Yine,Alevi inançta ki kardeşlerimizin istekleri doğrultusunda,ALEVİ İNANCI ile ilgili din kültürü dersleri de seçmeli ders olarak kabul edilmelidir.
 
                                İnançların önünde ki her türlü engel kaldırılmalı ve istismar kapısı kapatılmalıdır.
 
                              YEREL YÖNETİMLER KONUSU
 
                        “Yerel Yönetimler Konusu”,yeni düzenlenecek anayasa’da en çok tartışılan konuların başında gelecek olmasından dolayı önem arzetmektedir.
 
                        AKP İktidarı’nın son 10 yılda yerel yönetimlerle ilgili yapmış olduğu düzenlemeler ve bölünme sürecini başlatan yasaların hukuki mahiyetleri bir önce ki (Küresel Tezgahçılık) yazımızda teferruatlı olarak açıklanmıştır.
               
                           İktidar tarafından imzalanan,” Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” bazı çekinceler koyularak imzalanmasına rağmen, ülkemizde ki radikal  liberalci çevreler ve ayrılıkçı Kürtçüler tarafından yeterli görülmemiştir.
 Av. Faruk Ülker