100 yıl önce Mustafa Kemal ve 18 silah arkadaşı Bandırma vapurundan Samsun’a ayak basarak 3,5 yıl sürecek kurtuluş savaşımızın, bağımsızlık mücadelemizin ateşini yaktılar.

Samsun’a yola çıktıklarında imparatorluğun başkenti İstanbul işgal altındaydı. 55 parçalık düşman filosu Boğaza demir atmış, namlularını saraya doğru çevirmişlerdi.  Padişah Vahdettin, İngilizlerin kuklası haline gelmiş sesini çıkaramıyordu. Ordu dağıtılmış, millet uzun yıllar süren savaşlar sonunda malını, canını, her şeyini kaybetmişti.

İşte Mustafa Kemal bu şartlar altında Bandırma vapuruyla düşman gemilerinin arasından geçerek Samsun’a doğru yola çıktı. Yola çıkarken ne ordu vardı, ne silah ne meclis… 

Anadolu’da kendilerini neyin beklediğini bilmiyorlardı. 

Halk kendilerini nasıl karşılayacaktı? 

Dibe vurmuş Milleti yeniden ayağa kaldırabilecekler miydi?

Orduyu, silahı nereden bulup nasıl teşkilatlanacaklardı?

Milli mücadelenin merkezi neresi olacaktı?

En önemlisi yüzyıllardır saltanatla yönetilmiş olan halk, ihanet içinde olan padişaha karşı gelip kendisini destekleyecek miydi?

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının yola çıkarken bu soruların hiçbiri için net bir cevabı yoktu. O anda akıllarında olan tek şey işgal altındaki İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya geçmekti. 

Mustafa Kemal’in düşman donanmasına bakarak söylediği gibi Anadolu’ya silah ve para değil iman taşıyorlardı ve demirin gücünden başka bir güce inanmayan işgalci devletler, bağımsızlık için ölümü göze almış bir milletin inancını anlayamazdı.

Gerçekten de söylediği gibi oldu. Türk Milletinin diz çöktüğünü zanneden emperyalist işgalciler ve padişah, Türk Milletinden büyük bir tokat yediler.

Millet, aç, fakir ve tükenmiş olsa da Mustafa Kemal’e inandı. Onun arkasından giderek bağımsızlığı için savaştı.

Hem de ne savaş. Çoluk, çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı herkes elinden ne geliyorsa canını ortaya koyarak yaptı.

Gencecik vatan evlatları cephede savaşırken, kadınlarımız cepheye sırtında mermi taşıdılar. Köylüler 2 öküzü varsa 1tanesini orduya verdiler. Analar, askerlerimiz için çorap dikip yolladılar. Yaşlılar kefen parasını cepheye yolladılar.

Tüm bu büyük, kutsal fedakârlıklar bağımsızlığımız için yapıldı. Çünkü bağımsızlığı olmayan Milletin ne dini olur ne namusu…

Bağımsızlık yoksa camilerde ezan okunmaz. Bağımsızlık yoksa analarımızın bacılarımızın namusu güvende olmaz.

Türk Milleti bunları bilerek savaştı. Çünkü yaşadık. Anadolu’da kaç camimiz yakıldı, kaç Türk kızına tecavüz edildi. Bu acıları yaşadık. Yaşadığımız için daha çok savaştık.

100 yıl önce her şeyimizi feda ederek sonunda Türkiye Cumhuriyetini kurduk.

Peki, günümüze dönelim… 100 yıl önce cehennemin içinden çıkarak kurtardığımız aziz vatanın kıymetini ne kadar biliyoruz?

Şu an rahat rahat yaşadığımız vatanın hangi zorluklar yaşanarak kurtarıldığının ne kadar farkındayız?

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının nasıl bir mucizeyi başardığını ne kadar anlayabildik?

Eğer bizde gerçekten kurtuluş savaşındaki Kuvay-i Milliye ruhunun bilinci olsaydı bugün bu durumda olur muyduk?

Kurtuluş savaşı hiç olmadı diyen Allahtan korkmaz fesli deliler ve türevleri bu ülkede konuşabilir miydi?

Gerçekten milli şuur sahibi olsaydık Türk Milletinin son başbuğu Atatürk’e hain, İngiliz uşağı padişaha kahraman diyenler bu ülkede rahatça konuşabilir miydi?

Eğer biz kurtuluş savaşını tam olarak anlasaydık bir kez daha aynı günleri yaşamamak için çok çalışıp bugün muasır medeniyetler seviyesinin üstünde bir devlet olurduk.

Biz Atatürk’ün gençliğe hitabesini dümdüz ezberlemek yerine anlayarak okusaydık bugün bu kadar fazla umutsuz gencimiz olmazdı.

Yaşadığımız tüm olumsuzluklara ve yaptığımız tüm yanlışlara rağmen Milli mücadelemizin 100. Yılını özgürce kutlayabiliyoruz. 19 Mayıs’ın kutlu olsun Türk Milleti! Bu onur senin hakkındır