“Son sözümüzü söylemedik” cümlesi hem bir ikazdı, hem bir tehditti hem de bir sabır cümlesiydi.
İkazdı; hükümetin MHP’nin son sözünü merak etmesi gerekiyordu. MHP ne söylerdi de AKP hükümeti Oslo’ya kadar varan ‘açılım süreci’ni gözden geçirme ihtiyâcı hissederdi?
Tehditti, MHP bölünmez bir vatana kendini adamışların, bu vatanın Türklüğüne kendini adamışların yani ülkücülerin partisiydi, MHP’nin reddettiği bir özerkliğin Türkiye’de uygulanabilirliği yoktu, hükümetin ayağını denk alması gerekiyordu.
Sabırdı, henüz söylenmedik o ‘son söz’ bir gün söylenebilirdi ve söylendiğinde de hiçbir şey eskisi gibi olmazdı, henüz söylenmemiş olması AKP hükümetine karşı gösterilen bir toleranstı, AKP bu toleransın ve sabrın kıymetini iyi bilmeliydi.
Bahçeli’nin “Son sözümüzü söylemedik” cümlesi bu denli önemli bir cümleydi politik ve semantik olarak.
Tam da burada anlamlı olan soru şu:
Peki hükümet nezdinde ve toplumda bir karşılık buldu mu aynı ânda, ikazı, tehdîdi ve sabrı taşıyan bu denli önemli bir cümle?
AKP hükümeti Bahçeli’nin bu sözünden hiçbir ikaz çıkarmadı.
AKP hükümeti Bahçeli’nin bu sözünü tehdit olarak da algılamadı.
AKP hükümeti Bahçeli’nin bu sözünü bir sabır nimeti olarak da telâkkî etmedi.
İşin gerçeği AKP hükümeti Devlet Bahçeli’yi hiç de sallamadı, kayda değer bulmadı.
Çünkü henüz söylenmeyen o ‘son söz’ün telaffuz edildiği günden bu yana ‘açılım süreci’ hız kesmek şöyle dursun her geçen gün vites büyütülerek devam ettirildi.
İmralı’daki câni artık devletin resmî muhatabı. MİT direkt olarak İmralı ile görüşüyor. Yalnızca Güneydoğu değil, Türkiye’nin Suriye ve Irak politikaları bile artık İmarlı ile istişâre ediliyor.
Güneydoğu PKK’ya terk edildi.
PKK yol kesiyor, yolları kapatıyor, devleti tehdit ediyor, vergi topluyor, mahkemeler kuruyor, korucular başta olmak üzere infazlar yapıyor, askerî birliğin bahçesindeki gönderden bayrak indiriyor, askerlerimiz şehit oluyor, PKK’nın ilk asker kâtili Mahsum Korkmaz’ın heykelini Lice’ye dikiyor, heykel orada günlerce duruyor, İçişleri Bakanı diye çağırılan bir devlet memuru askerlerin şehit edilmeleriyle ilgili olarak PKK’nın açıklamalarını referans gösteriyor, Güneydoğu’daki petrollerden PKK pay istiyor, Beşir Atalay “Kandil’le görüşmelerin başlayacağını” beyân ediyor, Apo’nun televizyonlardan halka mesaj vereceği ve Apo’ya ve dahi PKK’ya affın çıkacağı günler kapıya dayanıyor, Apo, “Bağımsızlık fikrinden vazgeçmedim” diye mesaj yayınlıyor, önümüzdeki ilk dönemde Meclis’te ‘hakikat komisyonları’ gibi çalışacak ‘Çözüm sürecini değerlendirme komisyonu’ kurulmasını istiyor...
AKP hükümetinin medyasında Apo’ya övgüler düzülüyor...
Bahçeli “Son sözümüzü söylemedik” dedikten sonra bunlar oluyor. Yani AKP o ‘son söz’ün söylenme ihtimâlini bile ciddiye almıyor.
Bu durumda sorulacak ikinci bir soru kalıyor geriye:
Devlet Bahçeli bu ‘son söz’ünü henüz neden söylemedi, o ‘son söz’ü söylemek için Türkiye’de ne olması gerekiyor?
Meselâ Apo tahliye olur, PKK’ya genel af çıkar, affedilen PKK’lılara TOKİ siteler yapar, dayar döşer ve teslim eder hatta Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da iştirâkiyle anahtar teslim töreni yapılır, kurdeleler kesilir, PKK’lılara karakol baskınlarında, mayın döşemelerinde ve kısaca dağlarda geçirdikleri yılların ‘yorgunluk tazminâtı’(!) ödenir, hakikat komisyonları gibi çalışacak olan ‘Çözüm sürecini değerlendirme komisyonu’ geriye dönük otuz yıl içinde bölgede vazife yapan üst rütbelilerle ilgili suç duyurularında bulunur ve bu görevliler ’savaş suçlusu’ olarak yargılanır, asayiş PKK’nın güvenlik güçlerine teslim edilir...
Meselâ bütün bunlar olursa Bahçeli o ‘son söz’ünü söyler mi?
Skor tabelâsı hezimetten oluşan ve muhalefeti naylondan mürekkep Sn. Bahçeli o gün o ‘son söz’ünü söylemektense bugün bir ‘son söz’ söylemeli ve “İstifa ediyorum” demeli... Çünkü Devlet Bahçeli’nin varlığına mahkûm bir Ülkücü Hareket’in yalnızca ‘diğerleri için’ bir anlamı var, Devlet Bahçeli’nin riyâsetindeki MHP ve Ülkücü Hareket yalnızca ‘diğerleri’ni besliyor...