Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda adı geçen bakanlar aradan 8 gün geçtikten sonra istifa ettiler. Bu istifaların kendi iradeleriyle değil, kamuoyu baskısının yanında dışarıdan gelen açıklamalara dayalı olarak gerçekleştiği ortadadır. Oysa demokrasinin zerresinin işlediği her ülkede bu iddiaların ortaya çıktığı ilk dakikada yapılması gereken ilk iş, ismi geçenlerin kenara çekilmesi olurdu.

Satır araları

Bir haftadan fazla zaman geçtikten sonra gelen istifalar doğrudur, ancak beraberinde bazı soru işaretleri de doğurmuştur. Yargıda ve özellikle de soruşturmayı yürüten adli kollukta yapılan değişikliklerin tamamlanmasından sonra istifa edilmesi, "delillerin karartıldığı" şüphesini güçlendirmiş ve tartışmaya açmıştır. Bunun yanında özellikle Şehircilik ve Çevre Bakanı Erdoğan Bayrak'ın bir televizyon kanalında canlı yayına bağlanarak yaptığı istifa açıklamasının satır aralarında çok ibret veren şeyler ortaya çıkmıştır. Sayın Bayraktar, aynen şunları söyledi:

"Basın açıklaması şeklinde çok kısa bazı ifadelerde bulunmak istiyorum. 17 Aralık tarihinde yapılan operasyon dosyasında şahsımı rencide edecek veya izah edemeyeceğim hiçbir husus yoktur. Ancak Sayın Başbakan'ın, istediği bakanla çalışmak veya istediği bakanı görevden almak en tabii hakkıdır ve yetkisidir.

Fakat rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle 'istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız' şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Çünkü soruşturma dosyasında var olan ve yasalara uygun olarak onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın talimatı ile yapılmıştır. Bu minval üzere bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Ancak bu milleti rahatlatmak için Sayın Başbakan'ın istifa etmesi gerektiğine inandığımı ifade ediyor, yüce milletimize saygılar sunuyorum."

Başbakanın da imzası var

Bayraktar'ın 'tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum cümlenizi biraz ayrıntılandırmak ister misiniz?' sorusuna verdiği, "Bize bugün iki metin gönderildi. Bir tanesi istifa metni bir tanesi de deklarasyon metni. Yani ben tabii ki partimi rahatlatmak isterim. Ama böyle bir durumda bu işin yanlış olduğunu ifade ediyorum" cevabı çok ibret vericidir ve AKP'nin bu iddialar karşısında ne yaptığını ortaya koymuştur.

Bu beyanlardan anlaşılıyor ki, ismi geçen bakanlara hazır metinler gönderilmiş ve bunların imzalanması ve duyurulması istenmiş. Bayraktar bu durumu, "rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle 'istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız' şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum" diyerek anlatıyor. Sonrasında da o iddialarla ilgili dosyalarda başbakanın da imzasının bulunduğunu hatırlatıyor ve milleti rahatlatmak için asıl istifa etmesi gerekenin başbakan olduğunu söylüyor.

Ölçüyü yıllar önce koydu

İşin püf noktası tam da burasıdır. İlk dakikadan itibaren AKP'nin ve başbakanın telaşının altında yatan sebep, bu işin ucunun nerelere kadar uzanacağıdır. Zaten sayın başbakan da yıllar önce, "hırsızlık evlattan babaya değil, babadan evlada geçer. En tepeden başlar aşağı doğru yayılır" diyerek, bu tür işlerin nasıl yapıldığını açık ve net olarak ilan etmemiş miydi? Şimdi kendi koydukları ölçü, kendi söyledikleri sözleri kendileri için uygulama durumundalar ki, bunun sonunun nasıl geleceğini kestirmek hiç de zor değildir.

İlk istifa çağırısı bakanından

Kimsenin bir şey söylemesine, bir şey yapmasına gerek kalmıyor. Kendi kendilerini ifşa ediyor, kendi kendilerini yargılıyor, kendi hükümlerini kendileri veriyorlar. Zira, doğrudan başbakanı hedef alarak istifaya davet eden ilk açıklama, hükümetin bakanından gelmiştir. Bakana bunları söyleten sebeplerin sadece ortalığa saçılanlarla sınırlı kalmadığı anlaşılıyor. "Başbakanın talimatıyla yapılmıştır" sözü sadece, "soruşturma dosyasında var olan ve yasalara uygun olarak onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü" ile mi sınırlıdır? Böyle olsaydı, başbakanı istifaya davet etme cesareti gösterebilir miydi?

Dünya hayretle izliyor

Bu kadarla da kalmıyor. Operasyonun duyulmasından itibaren hükümetin bütün tasarruflarının gerçeklerin ortaya çıkarılmasından çok, yönünün değiştirilmesi ve aklamaya yönelik olduğunu bütün dünya hayretle izliyor. Yabancı basında hükümetin tavrı ve tarzıyla ilgili çok çarpıcı ve Türkiye'yi rencide eden yazılar çıkıyor.

Sayın Başbakanın daha dün yaptığı konuşmada gerçeklerin ortaya çıkarılmasına yönelik bir değerlendirmeyi kimse duymadı, ama dikkatleri dağıtmaya, "başkaları da yaptı" gibi bir algı oluşturmaya nasıl gayret edildiğini bir defa daha gördük. Suçu bir yerlere yıkmaya çabalarken, ülkeyi bu milletle meselesi olan herkesin tezgah kurduğu, ameliyat yaptığı ve istediği gibi yönlendirdiği bir duruma düşürdüklerini uzun uzun anlattı. Hiç kimsenin aklına da, "sayın başbakan 11 yıldır siz iktidardasınız. Şikayet ettiğiniz şeyler tamamen sizin eseriniz. Kimi kime şikayet ediyorsunuz?" diye sormak gelmiyor. Şimdi biz soralım: Sayın başbakan, kendi bakanınıza "başbakan istifa etmeli" dedirten de çeteler midir?

PKK'yla ortaklığı da anlatırlar

Bu yamanın artık dikiş tutmayacağı kesinleşmiştir. Beklediğimiz ve bugüne kadar hep yazdığımız gibi AKP kendi yaptıklarıyla, kendi sonunu getirmiştir. Her sözleri kendilerini ifşa etmekten ve bugüne kadar ülkeyi ne hallere düşürdüklerini itiraftan başka bir sonuç doğurmuyor. Yargıyı, yürütmeyi çetelere teslim ettiklerini kendileri söylüyorlar. İktidarda kalmak uğruna bir takım çevrelere istediği her şeyi verdiklerini kendileri anlatıyor. Yakında birileri de çıkar PKK ile nasıl ortaklık kurduklarını, neyin karşılığında ülkeyi bölünmenin eşiğine kadar getirdiklerini anlatırsa hiç şaşırmam. Bu tür menfaat ortaklıklarının sonu hep böyle gelmiştir. Harcın bittiğini hissedenler, anında paydos zilini çalıyor ve itiraflara başlıyor.

ORHAN KARATAŞ