İşte bu sebeple Alses-Lorienne bölgesinde yaşayan Alman asıllı halk ana dil olarak Almancayı konuşsa bile kendilerini daha çok Fransa’ya ait hissetmişler, Fransız coğrafyasından dünyaya yayılan insanlar da kendilerini geldikleri coğrafyaya göre tanımlayıp Fransız bilincinde olmuşlardır.
Fransızların ortak coğrafyayı paylaşma bilincine göre düşünmesi Fransa’ya yerleşen yabancıların Almanya’dakiler gibi dışlanmasını engellemiştir. Almanya’da yaşayan bir yabancı kökenli Alman vatandaşı olduğunu bilmekte ama ben Alman’ım ifadesini kullanmamaktadır. Oysa Fransa’da yaşayan bir zenci Fransız’ım diyebilmektedir.
***
Biz Türkler Almanlar gibi katıksız soy bilincini öne çıkarmayız. Ama Fransızlar gibi soy ve ırkı inkâr edip yerine coğrafya birliğini ikame etme gayretine de girmeyiz. Çünkü gerek yoktur. Türkler kitleler halinde bir başka unsur ile karışmamışlardır. Geleneksel Türk yaşantısı ve İslam dini bunun önünde ki en büyük engellerdir. Hâkim olan Türk geleneklerine göre bir Türk kızının gayrimüslim biriyle evlenmesi büyük ayıp, İslam anlayışına göre de günahtır. Anadolu Türkleri Rum, Ermeni ve Süryani gibi Hıristiyan toplumlarla birlikte yaşamış olmalarına ve bu unsurların topluca Müslüman olduğu gibi bir durumda yaşanmamış olduğuna göre toplumlar arası bir melezleşme mümkün değildir. Ancak genç kız ve erkeklerimizin istisnai gönüllerini ötekine kaptırma durumları ise toplam nüfus içinde oldukça düşük orandadır. Bugünkü açık toplumda bile zor olan birlikteliklerin dünün kapalı toplumlarında yoğun olarak yaşanması mümkün değildir.
Türk milleti diğer bir toplumla topluca karışmadığından dolayı coğrafya gibi birleştirici yapay bir unsura gerek duymaz. Türk’e göre coğrafya ancak içine yüklenen kültürel ve manevi unsurlarla değer kazanabilir. Türk’e göre ermişlerin, önemli devlet adamlarının evliyaların ve aile büyüklerinin mezarlarının olduğu coğrafya vatanlaşmaya başlamıştır. Türk’ün vatandan anladığı kuru kuruya coğrafyadan farklı ve anlamlıdır. Türk’e göre o coğrafya için can verilmeye başlandıysa orası vatanlaşmaya başlamıştır. Türk genellikle ölünce vatan bildiği yere defnedilmeyi ister. İşte bu sebeple uçaklar ve arabalar yıllardır Batı Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye cenaze taşımışlar ve hala taşımaktadırlar. Türk için coğrafya vatan olduğu ölçüde kıymetlidir. Onu vatan haline getiren unsurlar yoksa ortada sadece bir toprak parçası var demektir.
*
Fransız için coğrafya milleti belirleyen unsurken Türk için vatan haline dönüşmüş olan coğrafya milletin yaşadığı yurt anlamındadır. Bu yurt içinde diğer milletlerin unsurları olabilir, ancak o vatan için Türk kan dökmüş ise o vatanda Türk’ün mezarları var ise oraları diğerlerinin de yaşamasına müsaade edilen Türk’ün vatanıdır.
Bu açıdan yaklaştığımızda ülkemizde ki ayrılıkçı hareketin bu ayrılıkçılığının bir başka zemini de geçersiz kalmaktadır. Türk kan dökerek vatan haline getirdiği coğrafya da başka bir egemenliğe müsaade etmez. Ahlat’ta ve Adilcevaz’da Türk’e ait mezar taşları varsa oraları Türk’ün vatanına ait demektir. Millet bilincinde coğrafya ayırımı yapmadığından ve kendi vatan dediği yerde başkalarının yaşamasına da ses çıkarmadığından dolayı kürt adı verilen unsuru da ayırmamaktadır. Kendisini ayıranlar kendileri sorunlu olarak kabul edilir. Onlar kendilerini ne kadar ayrı görürlerse görsünler Türk bu ayrılığı güdenlere vatan haini demeye devam edecektir.
Çünkü Türk vatan toprakları için bedel ödemiş atalarının nesilleridir. Bu bedelin karşılığının bedel olduğunu bilir. Huzur-u mahşer de bir toprağı kaybettiyse bedel ödeyerek kaybettiğini kan ve can verdiğini ancak gücü yetmediğini söyleyebilmelidir.
İşte bu sebeple tarihi seyir içerisinde Türk’ün vatan dediği coğrafya bazen değişse bile toplamda büyümüş ama azalmamıştır. Yel kayadan yine bir şey sökemeyecektir.