Ademoğlu da denilen iki ayağı üzerinde yürüyen zeki yaratıklar yani biz insanoğulları kaderlerini birbirleri ile birleştirdikleri toplumları oluşturmak zorundadırlar. Çünkü yaradılışları böyledir. Çünkü bağ kurma yeteneği olarak kendilerine bahşedilen zeka onların işbölümü halinde yaşamları gerektiğini emreder. Aksi halde soylarının geleceği hüsran olmakla kalmayacaktır, soylarının geleceği olmayacaktır, soyları kuruyacaktır.
İçinde var olduğumuz toplum biz insanlar için varoluş anlamındadır. Yani toplum yoksa biz de yokuz, toplum arıza verdiyse bizde arızalıyız demektir.
Bazen toplumun ve onun organizması olan devletin istikbali biz insanlar için olmazsa olmaz hükmündedir. Bu olgu bütün fertler tarafından bilindiği için devletin başına bir şekilde çöreklenen egemenler zümresi insanları kendi varlık, üstünlük ve egemenliklerine ikna etme modunda davranırlar. Suyun başında olmak onlara hem kıyak bir ayrıcalık verdiği gibi kendileri için kıyak bir zulüm uygulama imkanı da tanır.
Zulmün en kısa tanımı adaletin olmadığı idaredir.
Bu safha da toplumu oluşturan bireyler içerisinde rahatsızlık ve homurdanmalar başlayacak ama toplumun alt katmanlarını teşkil eden ezilenlerin yukarıya tırmanma talebi öyle kolay gerçekleşmeyecektir. Çünkü bunun için bedel ödemek ve bedel ödemeyi göze almak gerekecektir.
Son yılların Türk toplumu da eski egemenlerin yerine geçen yeni egemenleri tanıdı. Bunların gideni daha çok arattığını, ellerindeki her vasıtayı kendileri ve kendi nesillerinin geleceğine yatırdıklarını fark etti. Bu fark ediş halinin sancıları bir doğumu talep ediyordu. Ancak doğumda sancılı olacağı için uygun zemin gerekiyordu.
Toplum kendisine dayatılanlara karşı isyanını meydanları gelincik tarlalarına çevirerek, ağaçların kesimine karşı sokaklara çıkarak cevap vermeye yeni egemenlerden kurtulmanın kutsal doğum yollarını aramaya başladı.
Ama bu doğumu yapacak olan ebeler daha önce çok çocuğun boğularak doğmasına sebebiyet verdiği ve dezenfekte olamayan ellerle doğuma mikrop karışacağından dolayı “yalancı doğum” yaptırmaya adaydılar. Bu doğum talepleri meşru ama ebeleri yanlış tercihti.
Çünkü toplumsal sancının toplumsal doğum haline dönüşmesi için o doğumu hazırlayacak ve yürütecek kitlenin dinamik, inançlı ve kendi milletine sevdalı bir kitle olması gerekiyordu.
Türk milleti bu sinerjinin ülkücü harekette olduğunu biliyor. İşte, 15 Mayıs 2016 tarihinin bu sebeple önemli bir tarihtir. Bu tarihte haklı başkaldırıyı yapan sadece ülkücüler değil ülkücülerden bu başkaldırıyı talep eden Türk milletidir.
Bir millet içinde ki en dinamik kitleden bu başkaldırıyı neden talep eder? Çünkü tek tek zulmü bilenler zulümle yine tek tek karşı karşıya kalmakta ve zulme tek başına direnememektedirler. Zulümle tek başına karşılaşanlar hem ölüm madenlerine tek başına inmekteler, hem de tek başına taşeronluğa mahküm olmaktalar, hatta tek başına kaldıkları ve bir alternatif göremedikleri için zulüm sahibine rey dahi vermekteler. Çünkü aksi durumun alternatifin olmadığı durum olduğunu, kötüden daha kötü olduğunu insan olma tabiatları gereği biliyorlar.
İmdi, bu süreç Türk milletinin önüne bir ufuk açmıştır. Bu ufuk öyle bir ufuktur ve ilerleyen vakitlerde o kadar çok önem atfedilecektir ki, Türk milleti artık kendisine hak lütfedilmesini beklemeyecektir. Lütfedilen hakkın kıymeti azdır, peşinden koşan sevdalının kıymetinin azlığı gibi...
Oysa aşağıdan yukarıya egemenlere karşı savaşa savaşa, vuruşa vuruşa, egemenlerin devirlerini bitiren ve toplumsal sözleşmeyi yeniden inşa edecek olan süreç ülkücüler tarafından başlatılmıştır. Bu sebeple yaşadığımız süreci sadece bir memnuniyetsizlik, delege imzası, kongre talebi, mahkeme kapıları süreci olarak görmeyelim. Engellerin hepsini irade, sabır ve kararlılıkla aşacağımız kutlu ve tarihi kıymeti olan ve bir süreç olarak görelim. Bu süreç ne kadar engelli koşuya dönüşürse o kadar daha çok kıymetli olacaktır.
Başkaldırımız zulme, haksızlığa, hukuksuzluğa, ötekileştirilmeye, kategorileştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya, ahlaksızlaştırılmaya, ezilmeye, mankurtlaştırılmaya, köleştirilmeye, köksüzleştirilmeye, şahsiyetsizleştirilmeye, fakirleştirilmeye, muhtaç hale getirilmeye, sömürülmeye ve semirilmeye ülkücü hareket üzerinden Türk milletinin başkaldırısıdır.
Bolşevikler sömürü üzerinden uyguladıkları istismar politikasıyla alt yapının üst yapıyı devirmesini hedeflemişlerdi. Ancak üst yapı ile birlikte toplumun kutsal değerleri de devrilecek, Tanrı ve metafizik değerler devre dışı bırakılacaktı.
Bu sebeple sosyalist devrimciler devrimlerini uygulamaya geçirdikleri ülkelerde manevi değerleri tahrip ettiler. Oysa dip dalgası olarak gelen “ülkücü devrim” manevi değerleri tahrip edenleri devirecek.
Derin milletin huzur ve adalet isteği Türk milliyetçileri üzerinden 15 mayıs tarihi itibarı ile realize edilmiştir. Bu vakitten sonra Balgatlı Don Kişot şövalyelerinin engelleri, hukuk sistemine çöreklenmiş olan makam şövalyelerinin engelleri ve saray şövalyeleri ne yaparlarsa yapsınlar Türk toplumunda karşılık bulan değişim isteğinin ertelenmesi belki mümkün olabilir ama ötelenmesi mümkün değildir.
Eğer Allah yetki vermiş ise Milletin sürüklediği toplumsal selin önünde kimse duramaz.
Türk mitolojisinde “Kut” Tanrı yetkisi anlamına gelir.
Mücadelemizi Tanrı yetkilendirsin, mücadelemiz kutlu olsun.