Memleketimiz, Türk Dünyası, İslam alemi hatta insanlık için dertlenmiş; tehlikeyi önceden görmüştük.

“Sahte ümmetçilik sadece Türkiye’nin değil Arap liginin, İslam aleminin hatta insanlığın belası olmuştur.

Bizim sahte ümmetçiler yıllardır İslam kardeşliği ve ümmet kavramlarına sığınarak millet ve milliyetçilik kavramlarına düşmanlık yapmışlar, millet kavramını kavmiyetçilik gibi ucube bir kavram ile değiştirerek insanlarımızın zihnini iğfal etmişlerdir.

Sözüm ona, Müslümanlar kardeş olduklarından kavim öne çıkarılamaz, çıkarılırsa gerçek kardeşlik bozulur, birlik yani vahdet kurulamaz, kavim dedikleri millet kimseyi kucaklayamaz ama İslam kardeşliği yani ümmet herkesi kuşatabilir.

Batı tarafından el altından desteklenen bu ucube anlayış sonunda İslam dünyasının başına püsküllü bela oluverdi.

Kaldı ki, bu devletlerde bir ulus devlet inşa edilmekteydi ama bu ulus devletler Arap ulusunun bir bölümünün ulus devletleriydi.

Arap ülkelerinde Arap milliyetçiliğine göre organize olmuş olan ulus devletler biz Türkler içinde tehlikeli uygulamaların içindeydiler. Bu yönü bir an için akıl yürütmemizin dışında bırakıyoruz. Zira konumuz “Milli devletler yıkılınca ne oluyor?” sorusuna cevap aramaktır.

Milli devletler ortadan kalkmaya başladı. Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Yemenin başına gelenleri hepimiz biliyoruz.

Ortaya sünni ve şii hatta harici çeşitli sahte ümmetçi örgütler peydahlandı. Dağılan milli devletlerin yerine bu örgütlerin ele geçirdiği sahalar ortaya çıktı.

Bugün itibarı ile fiilen Irak üç parça, Suriye dört parça, Libya üç parça ve Yemen üç parça haline geldi.

Hani ümmet birleştiriciydi.

Bilakis içinde millet kavramını barındırmayan bir ümmet anlayışı birleştirici değil bölücü ve ayrıştırıcı hatta ötekileştirici hatta kan dökücü ve kan güdücüdür.

Sadece son iki yılda yaşadıklarımız bu iddiamızı ispatlamış durumdadır.

İçinde millet kavramını barındırmayan ümmet anlayışının ayrıştırıcı olması mantık açısından doğaldır, az çok mürekkep yalayan ve öngörüsü olanlar bunu rahatlıkla görebilirler.

Eğer bir birlik isteniyorsa ve bu birlik için ideal edinilen hedef uzak ise ortaya çıkan enerji sinerji haline gelemez.

Birbuçuk milyar nüfusa, yirmimilyon kilometre kare yüzölçümüne ve kırk küsür devlete dağılan İslam aleminin tek bir birlikteliğe dönüştürülmesi neredeyse ham bir hayaldir, ulaşılması çok zor bir iştir.

İşte bu sebeple önce mevcut olan milli devletlerin, milli birliğinin dağılması sadece yeni ayrılıklara sebebiyet vermiş yani sahte ümmetçilik zihnen ve fiilen iflas etmiştir.

Ulaşılması zor hedeflere yönelenler bir süre sonra birbirlerini hedef almışlar ve birbirlerinin boğazını kesmeye başlamışlardır.

Hani milliyetçilik ayrıştırıcı ümmetçilik birleştiriciydi?

Derin Devlet kavramına çok şey yükleniyor, eğer böyle bir oluşum varsa son sözümüz Türk derin devletinedir.

Merdivenler tek tek çıkılır, birden çıkmaya kalkanlar uçmak isteyecek ama uçamayıp kollarını bacaklarını kıracaklardır. Son on yılda yeteri kadar kolumuz bacağımız kırıldı.

Oysa milli devletlerin yüzü aydınlığa ve ilerlemeye dönüktür. Milli devletler bünyesinde ilericiliği, ilimciliği, kalkınmacılığı, hür düşünceyi ve yozlaşmamış çağdaşlığı da barındırabilirler. Yani milli devletlerin yüzü batıya dönüktür ama kalkınma ve ilerleme açısından batıya dönüktür.

Bu safhadan sonra yapılacak tek iş kalmıştır. Devleti sahte ümmetçilerin elinden almak Türk milli devletini de Ortadoğu da çokça bulunan örneklerine dönüşmeden Milliyetçi iradeye teslim etmektir.

Bu teslimiyet samimi ümmetçiler içinde kurtuluş olacaktır.

Çünkü sahte ümmetçiler milleti kabul etmezlerken milliyetçiler ümmeti kabul ederler ama en son ve nihai hedef olarak…

Ziya Gökalp’e dönersek yeterli olacaktır;

 TÜRK MİLLETİNDENİM, İSLAM ÜMMETİNDENİM, BATI MEDENİYETİNDENİM.”

 

Yukarıda yazdığımız satırları kaleme alırken olaya genellikle Ortadoğu ekseninde bakmış, Türkiye’yi bu bataklığın dışında tutarak düşünmeye çalışmıştık. Geçen zaman ve olan biten olaylar, son on yılda Türkiye’nin hızla bu bataklığa dönüştürülmeye çalışıldığını gözlerimizin önüne serdi.

Muhafazakarlara buzdolabı dağıtıp, paraları iç edenler,

İhlaslı olduklarını iddia ederek, dindarların paralarını toplayıp, paraları dönüştürenler,

Yerli otomobilden, kulüp başkanlığına kadar envayi dümene kalkışıp, paraları öğütenler,

Meczup sakalları ve kıyafetleri ile gezerken foyaları çıkınca sırra kadem basanlar,

Feneri muhtaçlara, güneş ışığını gizli banka hesaplarına tutanlar,

Kendileri gibi düşünmeyenleri “domuz bağı” ile öldürenler,

Dinimizde savaşta teslim olanlara dokunulmamasına rağmen Müslümanların boğazını kesenler

…ve Türk devletinin sır odasına girip, milli iradesine yani gazi meclisine saldırıp, Yunanistan’a sığınabilenler,

İşte bunlar bizim “Sahte Ümmetçi” dediğimiz anlayışa sahip olanlardır ve iflas etmişlerdir, fiyasko halindedirler.

Sahte Ümmetçi düşüncenin en üst rütbeli temsilcisi olan Cumhurbaşkanının bile günümüzde ümmetçilik değil milliyetçilik yapması hangi düşüncenin iflas ettiğini gözlerimizin önüne sermektedir. Çünkü bizim Cumhurbaşkanımız, biten bir ideolojiye devam edip kendisini bitirecek bir siyasi geçmişe sahip değil…

Hülasa, sahte ümmetçiler bile milliyetçi noktaya geldiklerine göre milliyetçiler haklı çıkmakla gururlanabilirler, ama bu onların haklı görüşlerini iktidara getirmeye yetmez.

Zira takiyeciler, bu işin uzmanıdırlar.