Miladi 680'de yani Hicretten 61 yıl sonra Hz. Hüseyin Kerbela'da şehit edildiğinde Türk Devleti, Göktürk prenslerinin Çin esaretiyle meşguldü. Kürşat'ın 40 kişiyle Çin sarayını bastığı yıllardı.

     Yani Türklerin siyasi fetret yaşadığı yıllardı. Boylar konfederasyonu başsız kalıp dağılmış; Araplar 650 yılı itibariyle İran'a en yakın Batı Türkeli boyları olan Türgişlerle ve Hazarlarla çatışmaya başlamışlardı. 

     İşte bu savaşlar sırasında karşılıklı esirler alınıp verilmiş, Türkler, Müslüman esirlerden fert fert İslam'ı öğrenirken "Gulam-ı Türki"ler de İslam dünyasında savaşçılıklarıyla göz doldurmaya başlamışlardı.

     661'den 750'ye kadar Halifeliği elinde bulunduran Emeviler döneminde kendi "Gök Tengri"sine inanan Türklerin kanının dökülmüş olmasına bakarak Emevi, hatta İslamlaşma karşıtlığı yapanlar vardır. Ancak bu gereksiz tartışma, daha önemli soruların gözden kaçmasına yok açmaktadır:

     "Sünnilik neden böyle? Türkler neden ve nasıl Sünni oldu?.. Yani biz Kerbela'nın neresindeydik?"

     Sünnilik böyle çünkü tarihte bir "İslam devleti" var. Din devletleri, zaman içinde dini kurumsallaştırırlar. Herkese göre değişmeyen akideleri ve amelleri okullar vasıtasıyla öğretirler. Camilerde ve medreselerde siyasi otoritenin sağladığı şekilde itikat ve ibadet ederler.  Aslına bakarsanız Sünniliğin tam karşılığı "Resmi İslam"dır.

     İslam Devleti Hz. Hüseyin'in hâkimiyetinde kalsaydı muhtemelen Suriye ahalisi, yani Şam Valisi Muaviye'nin adamları resmi ibadetten uzaklaşacak ve camiye, medreseye gitmeyecekti. 

     Kendinizi, Kerbela'dan önce Müslüman olmuş bir Türk olarak düşünün. Araplarla kabile bağınız, bir iç çatışma sebebiniz yok. Onlar gibi cahiliye zeminine de sahip değilsiniz. 

     Peygamberinizi görememişsiniz ama damadı ve amcasının oğlu Hz. Ali'nin oğluna yani Peygamber torununa zulüm yapıldığına tanıklık etmişsiniz. Sizin Emevi veya Muaviyeci olmanız mümkün müdür? 

      Muaviye, 661'de Sıffin'de Hz. Ali'ye denge sağladığı ve 680'de Kerbela'da O'nun oğlu Hüseyin'e üstünlük kurduğu askeri gücü, Şam Valiliği zamanında toplamıştır. Emevilerin 90 yıl süren hakimiyeti, 750'de Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin amcası Abbas'ın torunları tarafından sona erdirilmiştir. Ancak resmi İslam'la uğraşmak kimsenin aklına gelmemiştir. Çünkü devlet hayatında ibadet disiplinine, birlik ve beraberliğe ihtiyaç vardır.

     İslam Tarihinde görülen bu iç çatışmaların hiç birinde, Emevi zulmünün ve mezheplerin oluşmasında Türklerin bir katkısı veya cürümü yoktur. Tam tersine Kerbela'da Hz. Hüseyin'in "bırakın beni sınır boylarına gidip kafirlerle savaşayım" diyerek Türk illerine gitmek, zaman ve güç kazanmak istediğine dair güçlü rivayetler vardır. 

     O'nun baba (Hz. Ali) tarafından dedesi Ebu Talip'in ise "Kaside-i Lamiyye" adlı şiirinde Mekkelilerin İlk Müslümanların davalarından vazgeçerek "Türk illerine sığınması" yönündeki teklifini reddettiği görülmektedir. 

     Konuyu Hz. İbrahim'in Sümer kökenine ve Sümerlerin Türklüğüne kadar götürmek niyetinde değilim, ancak şu IŞİD ortaya çıktığından beri, Hz. Muhammed'in ve Ehl-i Beyt'in Türklüğü konusunda eskisine göre çok daha şüpheciyim.

     Ben çok daha somut bir "milli temsil"den bahsedeceğim. Kerbela'da Hz. Hüseyin'in yanında savaşırken şehit düşen "Eslem-i Türki"den…

     Basra Şiilerinin Hz. Hüseyin'i yalnız ve savunmasız bıraktıkları bir ortamda kanının son damlasında kadar onun uğrunda mücadele etmiş bir yiğitten… 

     Bazı kaynaklarda "Gûlam-ı Türk" yani Türk köle olarak anılmıştır. Bir savaşta esir düştüğü ve Müslüman olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Hz. Hüseyin'in katipliğini de yapmıştır.(*)

     Kerbela'daki Türk, yiğitçe düşmanın üzerine atılırken şöyle haykırıyordu:

"Benim emirim Hüseyin'dir. O peygamberin kalbinin sevincidir."

 Eslem-i Türki, düşmanın hileleri ve aldığı sayısız yaralar yüzünden atından düştü. Hz. Hüseyin, hemen başucuna yetişti. Yüzünü onun yüzüne yasladı. Eslem-i Türki, ölürken sevinçliydi.

"Kimdir benim kadar yeryüzünde mutlu olan… Peygamber evladıdır, yüzünü yüzüme yaslayan…"

     10 Muharrem günü biz, Kerbela'da Hz. Hüseyin'in dizinin dibindeydik. Azrail'le göz göze geldiğimizde bile sadece geride kalanlar için hüzünlüydük. 

     Çünkü biz muhteris Araplar gibi üç halifeyi, binlerce sahabeyi ve Ehl-i beytin yarısını katletmemiş, Kufeliler gibi mal mülk kaygısıyla, Hz. Hüseyin'i korumaktan vazgeçmemiştik. 

     10 Muharrem günü Kerbela'da biz, "o mazlum"la yan yana, omuz omuza, hatta… Yüz yüzeydik!

 

     (*)Ali İRFAN, "Ali'ye Selman Olasın" s. 141: Kerbela'da Bir Türk, Velayet Yayıncılık, ADANA