Çocuklara kıymayın efendiler”  dedi;
Doğru bir şey söyledi.
Kıymayın!
Ülkenin yöneticileri süt kuzu tandır, Selçuklu çömleğinde enginar, pazıda jumbo karides, Girit pilavı, vezir parmağı, dilber dudağı, -sıra Maun’a geldiğinde boğazlarına duracağından bi haber- bol kremalı Kur’an-ı Kerim dilimlerini hüpletirken -helvadan put yapıp, acıkınca tanrılarını(!) yiyenler gibi-;
Onlar -ülkenin çocukları yani- otopsisinde  “midesinin boş olduğu” tespit edilen 2.5 aylık Kübra gibi açlıktan ölmesinler;
“Şeker de yiyebilsinler”!
*  *  *
Kıymayın çocuklara... Her vatan evladı 1100 odalı sarayda, ayda 1.6 milyon liracık faturayla ısınacak diye bir kaide yok ama, camları naylon kaplı tek göz odada donmasın çocuklar. 40 günlük yavrusunu ısıtamadığı için kendini asan annelerin havada sallanan ayaklarının altındaki ‘cennet vatan’ olmasak da olur; eksik kalsın!
*  *  *
Ha mızraklarının ucuna Kur’an sayfaları takan Muaviye ordusu; ha cinayetlerini tekbirle imzalayan IŞİD, El-Nusra ve öteki sakalından utanmaz sapkın taşeronları“Haçlı”nın;  ben babalarının, bunların yataklarına yem olmasınlar diye Telafer’den kaçırdığı, 7, 8, 9 yaşında yaprak gibi titreyen kız çocuklarını gördüm... Bir hafta gece gündüz, yalın ayak, yağmur çamur yürüyen ve bebekleri “durmak ölmek”  demek olan yolculuğa dayanamayıp kucaklarında ölen, onları bilmedikleri bir yolun, bilmedikleri bir kilometresinde, başında bir kere dahi Fatiha okuyamayacakları mezarlara terk etmek zorunda kalan annelerle konuştum... Reva değil bu zulüm, kıymayın!
Günahı beş yaşındaki bebenin kolunda, bacağında değil, okul bahçesindeki oyunlarda değil gün görmemiş zihniyetinizde arayın!
*  *  *
Bakın, bugün  “her şeye rağmen”  nasıl da umut yayıyorlar etraflarına;
Kimileri için “bulaşıcı bir hastalık gibiler(!)”  ay yıldız taşıyorlar, sarı saçlı mavi gözlü değil belki her biri, ama işte ruhları, duyguları, ülküleriyle Atatürk’ler; zinhar  “talim terbiye”  ettirmeyin,  “ameliyat masası”na yatırmasın şuurlarını“millî”liği budanmış“bakan”lar.
Mustafa Kemal’in vasiyetidir:
-Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize ... her şeyden evvel Türkiye’nin istikbâline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzûmuöğretilmelidir.
“Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur”çünkü.
TOMA’ylaçalışacaklar belki zapta, belki ekmek almaya giderken plastik mermi patlayacak kafalarında, belki ’çocuk işçi’ olarak gömülmek layık görüldü fıtratlarına; kömür gibi yanmak yerin metrelerce altında; Berkin, Burak, Yasin demeyin hepsinin eksilttiği senin geleceğin, benim, bizim, hepimizin;
Ne  “diyet”  olarak, ne “kurban”, ne  “bedel”, ne  “berdel”; sımsıkı sarılın, çocuklarınızı bu milletle gen/kan uyuşmazlığı olan hiçbir  “töre”ye satmayın...
*  *  *
Çocuklara kıymayın...
“Vatanı korumak” oradan, onlardan başlar.
Kaderlerini bir zalimin insafına bağlamayın;  “... bu devletin ve bu milletin başında ... yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”
“Tarihimizi tetkik edin. Türk’ün çektiği bütün felâketler(...) hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.”
7 Haziran 2015 fırsattır;
“Şuursuz birer vasıta”  olmadığınızı kanıtlayın...
Yoksa bugün şanlı tarihimizden vereceğiniz veciz örneklerin hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz;
“Geleceğin” mayası olamayan  “geçmiş”i kim, neylesin!
“23 Nisan” sizin  “ehliyetiniz”;
“Fani” dünyada  “mutlak ve sınırsız egemenlik erki”nin sahibi -ne padişah, ne başkan, ne başka bir makam- yalnız sizsiniz!
Atatürk’ün -bugünkü gibi ballı vekil maaşları, ömür boyu ihya garantisi vs.. yok o zaman tabii- Ankara’da umduğunu bulamayan süngüsü düşük vekil adaylarına rağmen  “Hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ınaçıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm”  diyerek sizin için söke söke aldığı vekaleti,  “düşmanı”na kaptırmayın, zira bu, Atatürk’ün ifadesiyle  “toplu halde kendinizi satmanız”ndan başka bir şey olmayacaktır!