Bilenler bilir, askerlikte "geri çekilme" esnasında istihkâmın ve mühimmatların imhası önemli bir işlemdir. Yani düşmana hazır yollar, köprüler, mevziler, silah ve cephane bırakarak geri çekilemezsiniz.
Artçıların bir görevi de bunları imha ederek; "düşman tarafından kullanılamaz hale getirmek"tir.
     12 Eylül'ü yapan generallerin, halkıyla ne kadar barışık olduğu tartışmalıdır. Ben Kenan Evren'i herkes gibi ekrandan, konuşmalarından tanıdım.
     Zaten ondaki entelektüel zafiyeti görmek için yanına kadar sokulmaya gerek yoktu. Halk düşmanı değildi elbet… Ancak sağcısıyla solcusuyla uçlara savrulmuş milyonlarca insanı stratejik hedef olarak gördüğünden hiç şüphem yoktu.
     Evren ve arkadaşları, "tel örgü kopukluğu" diyebileceğimiz bir cehaletle stratejik hedefleri birbiriyle harman edip işkenceden geçirirken niyet ve ideolojiden çok kriminolojiyi esas aldılar.
     Yasaları çiğnemiş bir Ülkücüyü, Komünistten ve Akıncıdan ayırt etmediler.
     Güya anayasa yapacak bir siyasi vizyonun sahibi, içinde Atatürk de olan ideolojik bir misyonun sahibiydiler; ancak fikri yetersizlik ve cehaletten dolayı aslında "kocaman bir polis"tiler.
     Bugünkü AKP'nin nüvesini oluşturan Akıncıların Erbakan'ın emriyle silahtan ve suçtan uzak durması, onları bu "kocaman polis"in önünden kaçırdı.
     Devrimciler ve Ülkücüler işkenceden geçirilirken, teşkilatları yok edilirken Akıncılar ve aralarında Gülen cemaatinin de olduğu diğer rejim karşıtı gruplar, 12 Eylül'ün sağladığı apolitik alanı da kullanarak serpilip büyüdüler. Konsey, adeta meydanı onlar için boşaltmıştı.
     Bazıları bu sübvansiyona "yeşil kuşak teorisi" gibi isimler de buldu. Ancak bu yazının çerçevesi içinde bizim asıl göstermek istediğimiz nokta Evren ve arkadaşlarının yaptığı, ihanet seviyesindeki stratejik hatadır.
     12 Eylül 1980 itibariyle Türkiye'de rejim düşmanı iki unsur vardı:
     1- Devrimci Komünist fraksiyonlar, 2- Akıncılar ve diğer fundamentalist İslamcı gruplar…
     Bu unsurlardan askere ve polise düşman unsur gözüyle bakarak sıcak savaş açmış olanlar, Devrimci sol fraksiyonlardı.
     Akıncılar, İran'daki Humeyni devrimini örnek almakla birlikte sessiz ve derinden gidiyorlardı. 
     Yani Konseyin, kendisini "ortada" göstermek için "ne sağcıyız ne solcu" diyebilmek için Mamak'ta Ülkücü kesmek yerine; eğer Ulusal Devleti, Laik Cumhuriyeti ve Atatürk ilkelerini korumak için yola çıktıysa, rejim düşmanlarına karşı yeterli tedbirleri alması, kışlasına çekilirken de stratejik köprüleri ve cephanelikleri imha etmesi gerekirdi.
     Geride bırakılan ve bugün Akıncıların eline geçen savaş mühimmatı: "1982 Anayasası"dır!..
     Kenan Evren'in, 1982'den sonraki 7 yılına göre stratejik bir silah olarak dizayn edilmiş olan 82 Anayasasının bir gün rejim düşmanlarının eline geçeceği hiç düşünülmemiştir.
     Bugün anayasanın tarafsızlık ilkesini çiğnemekten çekinmeyen bir karşı darbeci çıkmış: "Ben anayasanın bana verdiği yetkileri kullanıyorum!" diyebilmektedir.
     Mesela 1982 Anayasasının Cumhurbaşkanına verdiği  "TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verme" yetkisi, Sultan II. Abdülhamid'in 1876 Anayasasına koydurttuğu 35.  Maddeden farksızdır.
     İttihat ve Terakki'nin kuruluş gayesinin özü olan bu maddeden kuvvet alan Padişah, 1877'de meclisi feshetmiş ve 1909'daki anayasa değişikliğine kadar da ülkeyi tek başına idare etmişti.   
     Ülkedeki silahlı-silahsız bütün dinamik unsurları düşman ve tehdit olarak gören 12 Eylül Generalleri, yaptıkları tarihi hatalarla ülkenin bugünkü durumunun mimarı olmuşlardır.
     PKK terörünün bu noktaya gelmesinde ve Cumhuriyet düşmanı kadroların devleti ele geçirmesinde en büyük rol darbeci paşalara aittir.
     1987'de veya en geç 1990'larda 1982 anayasasının Cumhurbaşkanına verdiği yetkiler geri alınmalıydı.
     Stratejik derinlikten uzak olan "nasılsa bir asker bulunur" düşüncesi ve Özal, Demirel, Ecevit gibi tekaüt siyasetçilerin kızakta beklemesi Cumhurbaşkanlığı makamının elindeki diktatöryal yetkilerin gözden kaçmasına sebep olmuştur. 
     1982 Anayasası, devletin başında sürekli askerler olacakmış gibi, Cumhurbaşkanına yetki verme konusunda bir önceki 1961 anayasasına bile rahmet okutacak kadar "darbeli"dir.
     Böyle bir anayasanın "rejimle problemi olan" sivillerin eline geçeceği ise hiç düşünülmemiştir.
     İşin garip olan tarafı, 82 Anayasasında bugüne kadar 18 kez değişiklik yapılmış ve 112 maddesiyle oynanmış olmasına rağmen "Cumhurbaşkanının yetkilerine dokunulmamış olması"dır.
     Türkiye'nin önündeki en önemli sorunlardan biri, Anayasa'nın Cumhurbaşkanına  verdiği "fiili başkanlık" yetkileridir.
     Bundan da önemlisi, yetkileri krallardan fazla olan Evren'in yerinde bugün bir "Ak Genç'li"nin oturmasıdır.