Berkin’in öldüğünü öğrendiğim sabah siyasi olarak kim, nerede, nasıl konumlanacak beklemeden isyan ettim; annesi meydanlarda yuhalatıldığında da öyle...

Bir cemevinin avlusunda cansız yatan Uğur Kurt’un resmini gördüğümde de...

Ali İsmail’in linç görüntülerini izlediğimde, Gezi, saflar hesabı yapmadan, abilerin, ablaların pozisyonlarına bakmadan lanetledim...

Benden(!) ya da değil; bir 1 Mayıs sabahı Kabataş’ta, bir 5 Ağutos günü Silivri’de; Kızılay’da, Ulus’ta, Taksim’de Kadıköy’de; Fenerbahçeliler yürürken, çArşı yargılanırken, TEKEL işçileri ’zatürre çadırları(!)’nda haklarını ararken de...

Adaletsizliğin karşısında durup da “öteki” olamaz kimse!

Cılız bedenleri tazyikli suyla yerden havalandıktan sonra küt diye zemine çakılanların ellerinden tutup, ayağa kaldırmaya yarar ümidiyle yazdım birçok yazımı. Sonra birçoğunu biber gazından göz gözü görmez olduğunda, bir nefeslik de olsa oksijen niyetine... Kimi sözcüklerin TOMA’lara geçit veremeyecek güçlü barikatlar inşa edebileceğine inandım etrafımızda; kale gibi öreceğini, bağlayacağını bizi birbirimize... Kimilerinin umutla döşeyeceğini bu haksız-hukuksuz tutsak edilenlerin rutubetli, ’ölüme tahliye’den öte kurutuluşun olmadığı sanılan hücrelerini.

Öyle bir yalan-dolan-iftira-itibarsızlaştırma cenderesinde mahsur kalmıştık ki; “haysiyet” in yaralarını sarmak için, “şeref” in ve “onur” un canını kurtarmak için yargısız infazcı cellatlardan, kalemimden ne gelirse yazdım... Onun için -konjonktürel
demokratlar, konjonktürel liberaller, konjonktürel milliyetçiler, konjonktürel muhafazakarları bilmem- benim hakkım, Fırat’ın katlinden sonra sorabilirim:

İnsan mısınız?

İktidardasınız tamam da sahi iktidar mısınız? Kılıçdaroğlu “Molotof”, Bahçeli “Bonzai”, peki siz?

Mücadele etmeniz gerekirken müzakere ettiğiniz PKK’nın üniversitelere yerleştirdiği katiller can aldı aldı. Düne kadar “okulundan sağ salim eve dönemeyen” Özgecan’a ağlıyorduk, şimdi “sağ salim okuluna-sınavına giremeyen Fırat” sızlatıyor içimizi! “Palalı Davutoğlu” mu, “Kılıç Ala” mı; nasıl ansın bu millet şimdi sizi?

Doğru olduğuna zerre ihtimal vermediğim “Sümeyye’ye suikast” senaryosu yüzünden, kızının saçının teline zarar gelmemişken -ki gelmesin de- yeri göğü yakıp yıkan ey Erdoğan, git şimdi sen izah et Fırat’ın ailesine, oğullarını hangi “paralel” cani, hangi “paralel” düzeni kurmak için “kurban” etti; “Tanrı” ları kim?
* * *
Hesap sorabilirim, hakkım:

Devlet misin sen şimdi?

Bir milletvekili, eski bir bakan, TBMM kürsüsünden “geliyor” diye bas bas uyardığı halde, gencecik bir vatandaşının, bir “kamu kurumu” nun sınırları içerisinde katledilmesinin önüne geçemeyen “devlet” olur mu?

Pırıl pırıl bir çocuk, geleceği bu ülkenin, ümidi, kapına gelip de “beni koru” dediği halde -arkadaşları anlatıyor bir değil hem de kaç kere gitmiş Fırat rektöre- evladını koruyamayan “devlet” olur mu?

Ege Üniversitesi koridorlarından yansıyan işgal edilmiş koridor, amfi fotoğrafları, duvardaki “PKK burada”, “Ege faşistlere mezar olacak” yazılarını gördünüz değil mi; okullarını bunlardan “temizleyemeyen” devlet olur mu?
* * *
Dumlupınar Üniversitesi öğrencisi Hasan Şimşek -Fırat gibi Ülkü Ocakları mensubuydu- kampüste otobüs beklerken “Ülkücüler bu okulda okuyamaz” naralarıyla -Fırat gibi bıçaklanarak- öldürüldüğünde sene 2010’du; aradan geçen 5 yılda ’bir daha olmasın’diye ne yaptınız?

Çok acı tecrübe ettik ki hiçbir şey!

Kendi öğrenciliğimden (2002-2006 arası) hatırlıyorum; okula asılan Öcalan posterini indirmek isteyen arkadaşımın kafatası parçalanmıştı; çünkü asanlar tepesine koca bir taş bağladıkları o tuzak pankartı oraya milli hassasiyet sahibi biri indirsin, mümkünse ölsün, ortalık karışsın, kan gövdeyi götürsün diye asmıştı zaten. Diyorlar ya hani:

PROVOKASYON!

10 yıl olacak neredeyse ve aynı tuzaklar kuruluyor gençlere yine!

 “Tedbir alın” denmesine rağmen tedbir almıyor polis. Tarih bölümü son sınıf öğrencisi olan Fırat bıçaklanıyor ve İzmir’de, kendi Tıp Fakültesi de olan Ege Üniversitesi’nde 45 dakika gelmiyor ambulans; okula geliyor Fırat’ın yanına gidemiyor, engelleniyor! Ve belki de şu an hayatta olabilecekken, kan kaybından ölüyor Fırat!

 “Yöntem” tanık değil mi; tıpkı 1970’de İstanbul Üniversitesi’nde -Fırat gibi mezun olmasına günler kala- saldırıya uğrayan ve ambulansın okula girişine izin verilmediği için yaşama ihtimali varken, göz göre göre son nefesini vermesi beklenen Yusuf İmamoğlu gibi!

H  H  H

Ya katillerin hedefleri?

1970’lerde “toplumu birbirine kırdırmak” tı niyetleri, Türkiye’nin idari şeklini değiştirmek için “şartları olgunlaştırmak” tı. “Sağduyu” demek istiyorum; duyularınızın bir kısmının nasıl köreltildiğini, bir kısmının ise nasıl bilendiğini görüyorum. Ama bunu söylemek bir “abla” olarak diyeyim artık, görevim:

Derin bir nefes alıp düşünün derim, Türk Gençliği’nin kanına girenlerin yöntemleri kadar, -PKK ve Öcalan’ın talepleri doğrultusunda, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin, ’Yeni Türkiye Federasyonu’na dönüştürülmesi ’süreci’nin yürütüldüğü ve bunun için en çok ihtiyaç duydukları ’ortam’ın da ’iç savaş’olduğu şu günlerde- niyetleri/hedefleri de benziyordur belki!

Bir düşünün mesela, bayrağımız neden Mersin’de yakılmıştı, neden “Türklük” hassasiyeti yüksek, halkının HDP’lileri şehre sokmadığı İzmir’de yaşandı bu saldırı?

Not: Dün açılış sayfasında Fırat’ın katlini değil de hâlâ “kadına şiddet” i kınayan; Oktay Vural ve Fırat’ın arkadaşlarının anlattıklarına göre üniversitenin bilim yuvasından terör yuvasına dönüşmesine seyirci kalıp, dün de yüzleri kızarmadan sağduyu çağrısı yapan Ege Üniversitesi Rektörülüğünü kınıyor, kendilerini “açılım” ikliminden “vicdan” iklimine davet ediyorum!