***
Allah Allaaaah...
Sanırsın, İmralı’da Öcalan’a teslimiyet görüşmesi...
Bir siyasi parti genel başkanı, zaten üzerine haftalardır yazılıp-çizilen ve artık kitlesel talep/beklentiye dönüşen, üstelik de davul-zurnayla ilan edilse muhtemelen ayakta alkışlanacağı bir eyleme neden “gizlice” dahil olsun ki! Ayıp değil, günah değil, suç değil neticede.
Aklın ve mantığın sınırlarını zorlayan bir senaryo.
Ve fakat ülkemiz siyasetinin akıl ve mantıkla imtihan karnesi de ortada.
Dolayısıyla...
Kurt bu; durur mu, düştü içime. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ı aradım:
-Böyle bir görüşme oldu mu?
Kısa, net:
-Olmadı!
***
Her şey sizi yanıltmamak için;
Orasından eğdim, burasından büktüm, bir iki takla attırarak tekrarladım soruyu.
Hatta...
Bu “ittifak” söylemi nasıl bir baskı/şartlanma yarattıysa artık bilinçaltımda, abartmışım “gerçekten mi” diye üstelemeye kadar vardırdım bir an olayı:
“İnanmıyor musun” dedi bu sefer Yalçın.
-İnanıyorum daa...
Hıh işte, sizin de kafanızda oluşabilecek/oluşturulabilecek bu “daa” şüphesini/merakını gidermek üzere, “bir bilen” olarak tane tane anlattı:
-Değil gizlice, bu üç genel başkanın herhangi bir zamanda, herhangi bir sebeple biraraya geldiği vaki değil. Sonra bir şey yanlış anlaşılıyor. “İttifak” diye yapılan basın toplantıları, verilen demeçler hep “temenni”den ibaret. Kendi adıma söyleyeyim, benimle görüşmeye gelen arkadaşlarımız da oldu “böyle olmalı, şöyle olmalı” ... İyi hoş “olmalı” da, bugüne kadar, bu konuda, bizim partimize gelen hiçbir resmi talep yok. Ne BBP, ne SP Genel Başkanları, parti organları resmi olarak böyle bir girişimde bulunmuş değil...
Yalçın anlatırken, birçoğunuzun kafasında beliren o soru işaretini tahmin etmek mümkün:
-İyi ama MHP Genel Başkanı “Milliyetçi Hareket Partisi ittifak düşünmemektedir” diyerek bu kapıyı kapatmadı mı?
Yalçın devam ediyor izah etmeye:
-O cümlenin devamında da “Ancak (MHP) kapısını herkese açmıştır. Aday olmak isteyen partimizle seçime girmek isteyenler gelir başvurularını yapar...” dedi Sayın Bahçeli. Genel Başkanımızın bu ifadeleri hâlâ geçerli.
***
MHP’de 12 Mart 2015 günü başlayan milletvekili aday adaylığı başvuru süresi 18 Mart 2015 günü sona erdi. Ancak “yasal olarak” siyasi partilerin, aday listelerini YSK’ya teslim edecekleri ana, yani 7 Nisan 2015 günü saat 17.00’ye kadar, müracaat kabul etmelerinin yahut gelen talepleri değerlendirmelerinin önünde hiçbir engel de yok.
Benim Semih Yalçın’la yaptığımız sohbetten, özellikle de “sesli düşünürken” seçtiği ifadelerden anladığım:
Mesela...
Büyük Birlik Partisi ve Saadet Partisi “temenni” beyanı yerine, “Memleket elden gidiyor, içinde bulunduğumuzun koşulların yüklediği sorumluluk gereği 7 Haziran 2015’te parti olarak seçime girmeyip, MHP’yi destekleme kararı aldık” gibi bir kurumsal açıklamada/ilanda bulunsa, hiç de soğuk bakmıyor MHP Mustafa Destici’yi yahut Mustafa Kamalak’ı, veya bu partileri “sembolize edecek güçte” herhangi başka bir ismi aday yapmaya!
Bu olmaz da başka bir formül üretilir; orasını mevzu bahis siyasi partilerin yöneticileri bilir. Ama belli ki, bütün bunların vücut bulabilmesi için her şeyden önce geçilmesi gereken bir “samimiyet testi” var;
MHP açısından şu andaki manzaranın özeti:
Ortada fol yok, yumurta yok...
MHP’nin -yine benim anladığım- konuyu “değerlendirmek üzere gündemine alması için” en azından bugüne kadar yapılan açıklamaların “samimi” olduğunu gösteren bir “adım” atılmış olması gerekiyor.
NOT:
Siyasi sebepleri-sonuçları-amaçları bir yana bizim en çok “gazetecilik ahlakı” açısından tartışmamız gerekiyor şu “MHP lideri Devlet Bahçeli, kurultay öncesinde BBP lideri Mustafa Destici ve Saadet Partisi lideri Mustafa Kamalak ile gizli bir görüşme gerçekleştirdi...” satırlarını aslında.
“İddia” dese neyse... “Söyleniyor”, “konuşuluyor” filan dese, hani kulis tadında yazsa, hadi yine neyse... Ama MHP’nin halihazırdaki en yetkili ağızlarından birinin, üzerine basa basa yalanlamasından sonra, bu haberi kendisi gözüyle görmüş, kulağıyla duymuş, bizzat tanık olmuş gibi “kesin” ifadelerle yayan kalemşor “yalan yazmadığını” kanıtlayamazsa, bizim “meslek örgütü” kılıklı kurumlarımızın en azından birinden bir “kınama” bekliyorum ben.
Bir “Cami bombalayacaklardı”, “52 saniyede devri-alem” yahut ABD’li düşünce kuruluşlarıyla “hayali röportajlar” çapında değil belki ama oturduğun yerden doğru olmayan, hatta hiç olmayan bir şeyi Zati Sungur’luğa soyunup “var” etmek, gazetecilik mi?
Bu da kumpas! Üstelik de seçim öncesi dozu giderek artaracağa benzer bir kumpas!