Başbakan’ın PKK ile pazarlıkları şekerleme ambalajına sarıp yutturmaktan sorumlu danışmanı  “Görmezden gelen, yok sayan, unutturmaya çalışan bir anlayışın ‘helalleşelim’ demesi ile, tanıyan, kabul eden, sorgulayan, hesap soran, yanlış gidişatı değiştiren bir anlayışın ‘helalleşelim’ demesi bir değildir” diyor.
Güya onlarınki “şehitlerin ve gazilerin hakları üzerinden bir helalleşme, teröristle kucaklaşma, akan kanı unutturma” değilmiş. Bu kavrama başvurmaları sırf  “terör ve şiddet sarmalının toplumsal etkilerini onarmak, sosyal restorasyonu sağlamak” içinmiş.
 

***
 

Ne yani;
Siz Abdullah Öcalan’ın devlet korumasında terör örgütü yöneticiliği yapmasını görmezden gelmiyor musunuz şimdi?
PKK’nın tehditlerini, onları yakalamakla görevli personelinizin önünden ellerini kollarını, silahlarını sallaya sallaya neredeyse törenle geçişlerini “Yarabbi şükür”deyip yok saymıyor musunuz?  “Suç”a göz yummuyor ve hatta terör suçlusuna, teröriste “yardım ve yataklık” etmiyor musunuz?
Aşırı dozda ayran yüklemesinden sebep uykuya daldık da rüya, pardon kâbus mu görüyoruz biz yine?
Pazarlık yaptıklarınızın “bebek katili” olduğunu unutturmaya çalışmıyor musunuz?
Bu yüzden mi icat ettiniz  “barış dili” denen ve teröriste terörist demeyi yasaklayan ucubeyi?
Daha dün, sizin seçtiğiniz akil  “Öcalan’a bebek katili denmemesini”  istemedi mi?
Başbakan medya patronlarına, medya patronları genel yayın yönetmenlerine, genel yayın yönetmenleri köşe yazarları ve editörlere ayar vermedi mi; İmralı’daki caniyi layığı olduğu sıfatlarla yazıp çizenler sansürlenmedi mi? 
 

***
 

 “Sosyal restorasyon”muş;
 “Toplumsal etkileri” onardığınız için mi, o Muşlu genç geçenlerde Abdullah Gül’ü  “Barış süreci bitince sevdiğimle evlenebilecek miyim”  pankartıyla karşıladı?
Bir de utanmadan “güzel şeyler” den biri olarak çarşaf çarşaf yayınladınız. 
O pankart “isyan”dı; “bu milleti böldünüz, parçaladınız, bölgelerin, şehirlerin, mahallelerin, sokakların, evlerin, velhasıl insanların arasına, derme çatma bile köprüsü olmayan derin uçurumlar açtınız, sizin saçtığınız nifak tohumları kök saldı, nefret açtı, bu yüzden doğulu ben, batılı sevdiğimle evlenemiyorum”  isyanı... Bunu sakladınız! 
 

***
 

İstediğiniz kadar laf cambazlığı yapın;
 “Restore”  dediğiniz buysa, depreme de gerek yok; yel değse çöker bu  “toplum yapısı”  üzerinize...
 

“Böyle vicdansız siyaset olmaz olsun!”
 
Bu şekilde devam ederse kafa bulduğunu düşünmeye başlayacağım milletle. 
Bebek katili Abdullah Öcalan’la “barışan”  kendisi değilmiş gibi  “bebek katili” olduğu gerekçesiyle Esad’a savaş açılmasını istemesiyle oluşan garabeti,  “yaptık bir gaf işte”  kavlinden unutturmaya çalışacağına, dünkü grup toplantısında üzerine üzerine gitti:
 “Ağzında emzik olan bebeğe kurşun sıkılıyor... Ben o fotoğrafta yavruların üst üste şehit edilmiş halini görünce adeta çılgına dönüyorum... Batsın sizin uluslararası siyasetiniz. Böyle vicdansız siyaset olmaz olsun...” 
 

***
 

Sen tutup beyaz kundakları kan kırmızısına boyayan katillerle aynı masaya oturacaksın...
Meydan, 3-4-5 yaşındaki çocukları paramparça eden, ikiye ayrılmış kafataslarından akan beyinlerini kurda kuşa yem eden canilere kalsın diye kendi ordunu tasfiye edeceksin, askerini ülkenin dağlarından çekip zindanlarına hapsedeceksin...
Bedenleri çırılçıplak soyulmuş, gözleri oyulmuş kadınların tecavüzcülerini, işkencecilerini, gencecik kızları dağa kaldırıp mağara yaratıklarına yem edenleri  “adam” saydırmaya kalkışacaksın...
Musalla taşlarına sığmayan şehitlerin kanı üzerinde zılgıt çektirecek, halaya durduracaksın...
Sonra da o vampirleri değil de insanların yüreklerini kanırtan bu zülme itiraz edenleri  “terörist” ilan edeceksin...
Bir de dalga geçer gibi, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, zeytinyağı gibi üste çıkıp başka bir devletin liderini, senin verdiğin silahlarla isyan edenleri bastırıyor diye ayıplayacak, kınayacak, işi “insanlık”  dersi vermeye vardıracaksın.
Doğru valla;
“Böyle vicdansız siyaset olmaz 
olsun!” 
Haklı;
“Kalbinde zerre kadar insanlık olan bunu yapamaz!” 
Katılıyorum;
Yezit’tir bunu yapanlar da!
 
Toplumu bilmem ama millet affetmez
 
Marmara Bölgesi akillerinin ziyaret ettikleri şehit aileleri,  “Başka ocak yanmasın, ama affetmek başka...” demişler... 
Ali Bayramoğlu “Böyle acılar kişilerde kalıcı olabiliyor. Toplum açısından durum farklı. (...)Toplumlar yüzleşebilir ve affedebilir...”  diye cevap veriyordu dün köşesinden bu tepkilere.
“Toplum”  bir toprak parçasında yaşayan insanlar arasındaki ilişkilerden, çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri  “işbirliği” nden ibarettir; bireylerin acılarına karşı refleksleri farklılık gösterebilir.
Ama  “millet”, Atatürk’ün ifadesiyle  “ortak bir hatır mirası” na sahiptir, devamlılığını  “o mirasın muhafazası”yla sağlar.
Ziya Gökalp’in dediği gibi “Bir adamın kendisinin keyfine göre ve yararını düşünerek bağlı olduğu bir topluluk değildir”  millet. “İnsanlar bir millete ancak hisleriyle bağlı olabilir” .
 -Bayramoğlu bilmeyebilir ama- devlete kast etmiş bir terör örgütünün pususunda şehit düşmüş vatan evladının acısı  “kişisel” değil  “milli”dir  “millet”ler için. Dolayısıyla, toplumu bilmem ama milletler kendilerine bu acıyı yaşatanları affetmezler...
 
GÜNÜN SORUSU
 
 “Kendi içindeki direnişe karşı ayakta durmakta zorlanan”  Esad’ın kendisine muhalefeti ortadan kaldırmak ve bir “Arap kahramanına dönüşmek” için 
İsrail’e savaş ilan ettiğini savunan 
Abdülkadir Selvi bilir belki;
Davos’ta  “One minute” derken veya “inanmış” insanları İsrail’in uyarısına rağmen Mavi Marmara ile ölüme sürerken Erdoğan da benzer hesaplar içinde miydi?