24 Haziran 2014 Salı günü meclisteydim. Sabah 10.30'da MHP Grup toplantısı vardı. Zalim mahkûmiyetlerin dik duruşlu kahramanı Engin Alan Paşa, ilk kez grup toplantısına katılacaktı. Programa göre "yemin" öğleden sonra 3'teydi.

     Bir gün önceki yarışmayı konu alan "Samsun Ocak Kürsü'de…" yazımı erkenden bitirip 9.15'te postaladım. Sabah 6.30'da makine başına otururken bir yandan da içimdeki şeytan uyku sersemi konuşuyordu: "İki elin kanda olsa yazıyorsun ama!.." diyordu… 

     Bulanık sulara mı, taş duvarlara mı, puslu havalara mı, berrak gönüllere mi, yorgun beyinlere mi?..

Ben yazmayı görev bellemiştim; besmeleyi çekiyordum, gerisini duymuyordum. Yine öyle yaptım.

     Yasama yılının son grup toplantısıydı ve kapı girişlerinden bahçeye ve grup salonuna kadar Mecliste MHP rüzgârı esiyordu. MHP, Alan Paşasıyla hasret giderecekti…

     21. Dönem MHP İstanbul Milletvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu için yapılacak resmi törenin de aynı güne denk gelmesi, bir tarihçi olarak bende farklı duygular uyandırmıştı.

İki MHP İstanbul Milletvekili, Murat Sökmenoğlu ve Engin Alan iki yiğit insan iki kahraman oğlu kahraman… 

     İki vatan sevdalısı güzel insandan biri giderken biri geliyordu. Rabbime şükürler olsun ki; "ÖSYM Sayısal ve Sözel  Türkiye  Birincilerinin bizim köyden çıkması gibi" Hatay Kuva'y-ı Milliyesinin evladı Murat beyle, Özel Kuvvetler Komutanı Engin Paşa, bizim partiden çıkmıştı. 

     En az yirmi tane kamera, "bir eğik çizgisi yakalasak da Engin Paşa'nın dik duruşunu karalasak" der gibi merakla MHP grup toplantı salonuna üşüşmüş ve paşanın karşısında mevzilenmişlerdi.

     Tek kare teslimiyet resmi alamadılar ve yavaş yavaş dağıldılar. Bu kadar dirayet, ancak özel harp eğitimiyle mümkündü; bir kez daha gururlandık. 

     Tam aksine O, bulduğu ilk fırsatta, Ocak seminer salonunu selamlayan Liseli bir Bozkurt gibi parmaklarını birleştirmiş ve Ülküdaşlarına Bozkurt selamını çakmıştı.

     Devlet Beyin tarihi konuşması bittikten ve merhum Sökmenoğlu'na Ankara'daki son vazifemizi ifa ettikten sonra Grup Kaleminden Engin Alan'ın oda bilgilerini aldım. Elime de bir kartvizit hazırladım. 

     İstanbul'da merhum validelerinin cenazesine katılmış; ancak kendisiyle yüz yüze tanışmamıştım. 

Eğer oda kalabalıksa kartviziti uzatıp, "geçmiş olsun paşam" deyip kaçmayı bile göze almıştım. 

     Odanın kapısına geldiğimde içeriyi bir kolaçan ettim. Kapıda bizim Çayyolu'ndan Mehmet Gürbüz'ü, içerde Bengütürk TV takım kaptanı Murat İde'yi gördüm. Mekân gitgide tanıdıklaşıyordu. 

     "Belki röportaj filan vardır" diye düşünüp paşamızı görüş mesafesine alarak odasının kapısında hazırola geçtiğim anda içeriden:

     "Şükrü hocamm!..." diye bir ses yükseldi. Ben 40 yıllık arkadaşımı görmüş gibi odadan içeri dalarken... "Her gün seni okumaktan!.." dedi; arkasını getiremedi.. Daha önce de "okuyan, takip eden vekil" görmüştüm; ama anladım ki en değerli okumalar, "mahpushanede" yapılmıştı. 

     Hasretle kucaklaştık. Şaşırmıştım, bu kadar sağlam bir tanıma, bu kadar sıcak bir karşılama beklemiyordum. Anladım ki; paşamızın şahin gözleri, karanlığa rağmen siperdeki kardeşini seçmişti.

     "Seksendörde kırkbeş deniz yedeksubay Şükrü Alnıaçık emredin komutanım!.." dedim. 

     Yüzündeki bir kurmay haritasını andıran savaşçı karakter çizgileri belli belirsiz şenlendi, gülüştük.

Bir yazımdaki "mahkûmsa Engin Alan; bu işler tümden yalan!" sözünü hatırlatan bir espriydi bu.

     "Ne yaptık ki Paşam?.." dedim. Hiçbir şey bizi, bir 'Bastille baskını' kadar teskin edemezdi. Ama bunu memleketin selameti için yapamazdık, yapmadık da… Ama bir gün mutlaka bugünü yaşayacağımızı adımız gibi biliyorduk."

     Engin Alan Paşamızın bu fevkalade sevincinden şunu anladım ki; "Ülkücü Basın" evet bir "medya gücü" değildi belki; ama bizim özel moral depomuz, muhabere ağımız, mukavemet kaynağımızdı
.

     Bir Ülkü gazetesinin, kaç renkte yazıldığı değil, yazılanları kimin, nasıl okuduğu önemliydi.

     Engin Alan Paşa'nın, dün siperden fırlayan bir asker gibi, ciğerinden gelen "Şükrü Hocam!.." çığlığı, "neden yazmamız gerektiğini" bize derin derin anlatan, çok kısa fakat çok değerli bir dersti.

     Sayı ne olursa olsun "okuyan adamlar" olduğu sürece "yazan adam" olmak bizim için "görev"di.

     Geçmiş olsun Paşam… Siz dün "Büyük Türk Milleti" önünde yemininizi ettiniz ben de gönül selamınızı Ortadoğu okuyucusuna ilettim. Şu anda üzerinize yağmur gibi selam ve dua yağdığından eminim. Ailece mutluyuz…

     Bize bir kahraman kazandıran bilge lider Devlet Bahçeli'ye de gönül dolusu teşekkür borçluyuz.