Dün başladığımız bu yazı dizisi, bir bakış değişikliği, pembe gözlük takma veya özden uzaklaşma değildir. Bu yeni okuma, bir gömlek çıkarma veya Atatürkçülükten sıkılanların yaptığı gibi yeni bir hava akımına girmek, liberal demokrasi rüzgârıyla uçup gitmek de değildir. 

     Sadece artık şunu görmeliyiz: İktidar el değiştirmiş; kendi derin statükosunu kurmak üzeredir ve siyasi partilere mahsus "demokratik manevra" kabiliyeti şimdi bizim elimizdedir.

     Geçtiğimiz 10 yıl içinde liberal demokrasini bütün nimetlerinden yararlanan ve hürriyeti, kılcal damarlarına kadar içine çeken ciddi bir rakiple karşı karşıyaydık. Sivile iktidar, askere muhalefet olmanın bütün avantajlarını kullanan Erdoğan, üstün manevra kabiliyetiyle kendisini en tepeye taşıdı.

     Bu dönemde bütün medya, popüler kültür, iş ve  finans  çevreleri, arkalarındaki global bağlantılarla birlikte "yeni Türkiye"yi kurmaya, böylece  kazanımlarını  kalıcı kılmaya çalıştılar; çalışıyorlar.

     Bu şartlarda Türk Milliyetçilerinin yapması gereken, zayıf bir "etnik muhalefet" çizgisine mahkûm edilmek yerine onları iktidara getirecek oy potansiyeline, "kitleye doğru" radikal hamleler yapmaktır.

     Çünkü görülmüştür ki; Türkiye'de herhangi bir etnik gruba mensup olmayan vatandaşların önemli bir kısmı da "şuurlu Türk" değildir. Bu durum, milletleşme sürecindeki aksaklıkların bir sonucudur.

     Öyleyse "bayrak-vatan" uyarılarının bu kitleyi etkileyeceğini düşünmek hatadır.

     Dün, ABD'nin Türkiye'yi bölmek yerine taşeron bir Türkiye'yi federal balkon ve konfederal bahçelerle genişletmek isteyebileceğini ifade etmiştik.

     ABD için Dünyayı, hangisinin gelecekte Çin'le, hangisinin Rusya'yla, hangisinin İran'la derin işbirliğine gideceğini bilemeyeceği çok sayıda devlete bölmek yerine ufak ve denetimi güç parçaları müttefiklerine bağlayarak pazarlaştırma siyaseti, Neo-con mantığı açısından daha gerçekçidir.

     BOP ve AKP projesi de bu politikanın uygulandığına işaret etmektedir. Amerikan politikasının merkeziyetçi, üniter devletler için hiçbir değişiklik getirmeyeceğini düşünmek de saflık olur. 

     Mesela, BOP şantiyesi bir Türkiye'nin Kürtlerle federe, Araplarla konfedere, İsrail'e de entegre olması, ABD'nin Ortadoğu'daki inşaat çalışmalarını rahatlatacaktır.

     PKK ve Kürt siyasetçileri bunu gördükleri için "bağımsızlık" gibi etnik gruplar için modası geçmiş belalı bir kavram yerine kültürel haklar ve "özerklik" gibi sempati edebiyatı yapmaktadırlar. 

     Tabii ki, ABD'nin ülkelerin içini karıştırmaktan vazgeçtiğini, İsrail'in Arapları parça parça etme zevkinden mahrum kalacağını söylemiyoruz. 

     Tam tersine diplomasi yapabilecek BM'ye üye olacak, AB'nin veya diğer büyük bir devletin himayesine sığınabilecek küçük devletler yerine, iç karışıklık halindeki büyük devletler ABD için daha kolay denetlenebilir düşmanlar olacaktır.

     Bu yüzden biz, PKK'nın batıya doğru siyasi huruç hamlelerinde açığa çıkan, "Türkiye'de bir süre daha barış içinde yaşama ve güçlenme stratejisini" dikkate alan bir siyaset izlemeliyiz.

     Buna göre önce şunları değerlendirelim: 

     1- PKK, artık eski günlerine dönmeyecektir, çünkü -AKP'nin onay vermesi sayesinde- silahlı mücadele ile alacağından fazlasını almıştır. Şimdiki siyasi gücü, batıdaki "Hepimiz Ermeni'yiz!" korosunun da desteğiyle ülke barajını aşacak seviyededir.

     2- Kürtler, için "bağımsızlık" provakatif bir edebiyattan ibarettir. Amaç, 19. Yüzyıl Osmanlı isyanlarında olduğu gibi bir "kopuş" rüzgârı yaratarak etnik bilinci uyanık tutmaktır. Oysa İmparatorluklarda görülen dış destekli kopmalar süreci bitmiştir.

     Bu durumda ilk yapmamız gereken, Kuzey Irak'taki Kürtlerin Misak-ı Milli merkezli "kimlik tanımlarını" yeniden gözden geçirmektir. 

     Sonra da Tarihin ve Coğrafyanın emirlerini, ABD'nin ve İsrail'in emrivakilerine tercih ederek, demografik ve jeopolitik gerçeklere uygun hareket etmektir.

     Kimse bizden "Apocu Kürtleri" affetmemizi beklemesin. Güneydeki tek Kürt de Barzani değildir.

     Eğer biz, 1926'da İngiltere marifetiyle bizden ayrı düşmüş Ülkerci, Arçelikçi, Bekocu Kürtleri, Apocu Kürtlerden ayıramazsak içerdeki bin yıllık kardeşliği savunmamız gün geçtikçe zorlaşacaktır. 

     Köyü, İngiliz-Fransız süngüsüyle bölünmüş kardeşlerimizi, ABD'nin ve İsrail'in etki alanından korumak adına "Bin Yıllık Kardeşliği Yaşa ve Yaşat" sloganının içini cesaretle doldurmak, "Ülkücü" olmanın bize yüklediği yeni bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor.

 

     Yarın: Ortadoğu'yu Yeniden Okumak - III "Sapı Samandan Ayırma Zamanı"