Yazılabilir bir gün değil; Kusulabilir ancak bugün! Ürperir  “insan” ... İki elini sıkı sıkı bastırır şakaklarına, sağ beyni eriyip gitsin ister, silinsin hafızası, unutsun nasıl bir şeydir “acı” ; nasıl açılır bir yara, nasıl sızlar... Nasıl kıvranır insan sancıdan, nasıl duramaz, çıldırır, aklını yitirmenin eşiğinde debelenir... İki elini sıkı sıkı bastırır  “insan”  kulaklarına; sesini hiç bilmediği, tanımadığı bir genç kızın -Çığlık atabilmiş midir, sesini birine duyurabileceği umuduna kapılmış mıdır ki? Bir an bile  “kurtulabilme”  ümidi doğmuş mudur içine?- iniltilerini duymamak için sesini kısmak ister dünyanın; aklının ve vicdanın!

Çünkü duyarsa... Hayal edebilirse çünkü; gözünde canlanırsa...

Sığamaz hiçbir yere “insan” ; öğürür... Çıkarmak ister bütün kirini insanlığın içinden, safrasına kadar...

Yazıyorsam;

Bunu bile yapamadığımızdan!

Katledilmiş bir kız çocuğunun etnik köklerini didikleyebilecek, katleden caniye  “ideoloji” yükleyebilecek kadar uzağında kaldığımızdan  “insan”lığın!

13 yaşında kızın tecavüzden zevk aldığına hükmedebildiğimizden; 6 yaşındaki çocuğun kadınlık yapabileceğini hayal edebildiğimizden... İlkokul öğrencisinin kolundan tahrik olabildiğimizden...  “Kız”ların erkeklerin skor yarışındaki  “gol”lere indirgeyen o yere göğe sığdıramadığımız yüksek ahlağımızdan... Daha neler...

Geçenlerde de yazmıştım; son dönemde -ki bizim kuşağın benliğini keşif/anlamlandırma çağına denk geliyor- en büyük yanlışımız “toplum”  dediğimiz ilişkiler ağını fazla kutsamamız. Düşünü kurduğumuz “ideal bütünlüğü”  gerçekte de var sanmamız.

Yok halbuki.

En basit hesapla, düz mantıkla “seçmen kitlesi”nin yüzde 50’si  “çalıyorlar ama çalışıyorlar”  meşrebinde!

Sandığa gittiklerinde hangi partiye meylediyorlar bilemem; coğrafi dağılıma bakınca AKP de, CHP de, MHP de, HDP de olabilir ama işte siyasilerin TBMM’deki varlığında söz sahibi olanlar arasında azımsanmayacak kadar çoluğumuza-çocuğumuza meyleden sapık da var, psikopat da, katil de!

Bir yılda 25 ile 30 bin arasında “vatandaş” cinayetten hüküm giyiyor; hepsi  “kader mahkumu”  mu? İçlerinde bilerek, isteyerek, planlayarak ve hatta zevk alarak öldüren yok mu?

Bir yılda üç aşağı-beş yukarı ortalama 10 bin kişi  “cinsel suç”lardan hüküm giyiyor...

Bunlar sadece yakalanan ve yargılananların sayısı. Bir de hiç yargıya intikal etmeyen/ettirilmeyenler var; aile içinde ört bas edilenler. Utançtan, korkudan, çaresizlikten, güvensizlikten tekerrüre mahkum birer  “sır” olarak saklananlar; mağdurun intiharıyla sonuçlanan ve sonsuza kadar kapanan dosyalar.

Nerede yaşıyor bunca fail; Mars’ta mı?

Aramızdalar! Kiminin kendini emniyette hissettiği tek yere  “aile”ye sızmışlar, kiminin en mahremine; yatağına!

Kavun değil koklayarak anlayamıyoruz;  “yozlaşmak” gene hal ve gidişi halini almışken toplumun; her yerden çıkabilir insanlıktan çıkmış salyalılar; okuldaki öğretmenin içinden, servis şoföründen,  “enişte bey” den, minibüsçüden, mahalle bakkalından, parlamentoya yolladığın  “vekilin”den, namusunu emanet ettiğin askerinden, polisinden; hepsinin içinde gizleniyor olabilir!

Özgecan’ın 40’ı çıkmadan Gül’ler, Gizem’ler, Gamze’ler, Elif’ler, Ayşe’ler, Zeynep’lerin Azrail’i olma potansiyeline sahip  “sindirim”  sistemimiz;

Soysuzlaşıyoruz!

Kendi adıma bolca sosyal-psikolog görmek istiyorum siyasilerin yeni dönem kadrolarında; tedaviye muhtacız.

Bir de  “adalet savaşçısı”  formunda hukukçular girsin TBMM’ye; bir cezanın “ölümden beter” olması tesellisi hikaye; intikam duygusuyla bilenerek daha da vahşileşerek, ilk özgür günlerinde aynı suçu bir öncekinden de canavarca tekrarlamak üzere çıkıyorlar işte dışarıya. Ölümcül cezalar lazım böylelerine, hani şu  “sallandıracaksın Taksim Meydanı’nda üç tanesi” klişesiyle özetlenenlerinden;

Bakın bir daha yapıyorlar mı!