"Töre" deyince bizim aklımıza acayip bir disiplin, uymayanı kesip doğrayan bir
kurallar
manzumesi
gelir
. Gerçekten de "siyaset" istisna olmak üzere durum böyledir. Toplum, önceden belirlenmiş
kurallara
göre yaşar.
Ancak "siyaset kültürümüzün derinliklerinde" durum biraz
farklıdır
. Tahta çıkacağı önceden belirlenmiş bir "veliaht prenslik"
kurumunun
olmaması, bugünkü
yaşam
şeklimize de yansıyacak şekilde kültürümüzü
etkilemiştir
.
Bu tür işlerin kitabı olmadığı için de siyasi hâkimiyet anlayışımızdaki "kaostan
düzene
geçiş
" geleneğinin üzerimizdeki
etkisi
fazla sorgulanmamıştır.
Eski
Tarihçilerin
"siyasi hâkimiyet telakkisi" dedikleri Türk egemenlik anlayışı, baştan beri "kaos"u sever,
uygulamada
ise biraz kavgalı ve "anarşik"tir.
O anlayış şudur: "Ülke hanedanın ortak malıdır; sonucuna katlanmak, yani yay kirişiyle boğulmak pahasına hanedanın her
üyesi
pay-i tahtta hak iddia edebilir."
Bu anlayışın kaynağı "
doğadaki
ekolojik
denge
"dir. Hasta doğmuş kedileri, bizzat
annesine
boğazlatan, zayıf kurtları çakallara yem yapan "
doğal
eliminasyon" Türklerin
başarılı
liderler yetiştirmesine
fırsat
veren "hakimiyet anlayışı"na ilham kaynağı olmuştur.
Yani hiç kimse "kut sahibi olduğunu ispat etmedikçe" kutsanmayacak, hiçbir genç, ciddi bir başarı göstermedikçe "Boğaç" gibi, "İl-teriş" gibi, "Yağı basan" gibi itibarlı
isimler
alamayacaktır.
Alırsa ne olur?.. Yay kirişiyle boğulmasa bile
gün
gelir
, masa başında oklanmaya mahkûm olur.
Osmanlı Türklerinin, 1839
tarihli
Tanzimat'tan beri Japonlar veya Koreliler gibi bir türlü "tanzim" edilememesinde bu
geçmişin
rolü olduğu konusunda ısrarlıyım.
Sadece biz değil, Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler, Kazaklar, Çeçenler, hatta İran'daki Azeriler bile aralarındaki Rus veya Fars köylüleriyle kıyaslandığında birer "Jeronimo" gibi daima aykırı duruşlu olmuşlardır. Bu durumun "gayri medenilik" olarak vasıflandırılması
kolaycılık
ve cahilliktir.
"Kıldan ince, kılıçtan keskin köprüler yaratmışsın… Yiğitsen, sen
geç
a Tanrı!.." ifadesi, işler ters gidince "aykırılık"
boyutuna
varan bu ruh halinin, "mukadderata teslimiyet" konusunda da
etkili
olduğunu
gösteriyor
.
Konu uzayıp gidebilir…
Biz şimdi "
Bireycilik
-Toplumculuk" sorgulamasının yapıldığı ve
bireyin
öneminin
giderek
arttığı bu yüzyılda
bireyi
toplumdan
soğutmadan
nasıl geliştirebiliriz? Buna
odaklanmalıyız
.
Türkiye'nin kalkınması ve bizim ülkülerimize
ulaşmamız
için bu maziden çıkaracağımız
ders
ne olmalıdır?..
Tarihten
çıkacak esas
fayda
, siyasi yiğitliğin sırları, bu sorunun cevabında saklıdır.
1- Ciddi işleri, mezhep imamlarının bile ortak bir tanımını yapmakta
güçlük
çektiği "kadere" veya torpile değil, "yetenek,
eğitim
ve gayrete" emanet edebiliriz.
Yani hiç kimse ilkokul dörtten beri "Vahhdettin'lik kâğıt veren" çocuğundan,
üniversiteyi
bitirince "Fatih Sultan Mehmet olmasını" beklememelidir. Aynı şekilde Fatih olacak çocuğun da fıtrattan gelen mukaddes taht hakkını gasp etmemelidir. "0-6 yaş
eğitimi
" bu konuda belirleyicidir.
Bu bağlamda, pek çok
üniversite
mezununun yıllarca işsiz gezmesi veya mesleğinde mutsuz olması, "Türk Kaosu"na
uygun
bir "yay kirişiyle boğulma" hadisesidir.
2- Siyaset başta olmak üzere bir alanında
ileri
gitmek isteyen Türk, hiç kimsenin gözetimine, merhametine,
yardım
ve torpiline sığınmadan kendini iyi tanımalı, iyi hazırlamalı; eğer
kardeşleri
tarafından boğulmak istemiyorsa birikimine
uygun
olan işlerin en yükseğine talip olmalıdır.
3- Aklından, yüreğinden, bileğinden, adaletinden, dürüstlüğünden, cömertliğinden, gayretinden sabır ve merhametinden şüphesi olanlar, siyasi görevlere talip olmamalıdır.
Bu alanda bizim "rüştiye"miz, yani rüştünü ispat merciimiz, gençlerin "kendi göbeklerini keserek"
hayata
hazırlandıkları Ülkü Ocaklarıdır.
Bizim her Ocak Başkanımız, "kaostan" aldığı
dersler
ve
tecrübelerle
, birer Göktürk Prensi gibi yetişmektedir. Diğer teşkilat mensuplarımız için de buna benzer durumlar
geçerlidir
.
Sistemsizlik
gibi görünen bu durum, aslında
doğal
ve kültüre
uygun
bir yetişme biçimidir. Yiğit, kimseden himmet, Çin'den prenses filan beklemeyecek; töreyi ise asla ihmal etmeyecektir.
Dede Korkut'taki Boğaç Han Destanında olduğu gibi meşru
zeminde
kalarak "boğanın alnının çatına yumruğu vuracak" ve kendi ismini kendi alacaktır.
Bu Kül Tiginlerin, İstemi Yabguların, kut sahibi olduklarını ispat etmeleri halinde kendi alanlarında birer Bilge Kağan olacaklarından şüphemiz yoktur.
Bu vesileyle "11 Ayın Sultanı" olmak için Kur'an mucizesine
ev
sahipliği yapan
Ramazan
-ı şerifiniz mübarek olsun. Allah, nefeslerinizi ibadet eylesin.