Onlar analarımız, bacılarımız, eşlerimiz… Onlar Anadolu’nun tüm cefasını omuzlarında taşıyan kadınlarımız…
Yüzyıllardır yok sayılan, bir hayvan kadar değeri olmayan, padişahları bile doğurup yetiştirdiği halde kıymeti bilinmeyen kadınlarımız…
Barış zamanında sabahtan akşama kadar tarlada çalıştılar. Savaş zamanında kınalı elleriyle cepheye mermi taşıdılar.
Bu vatan için çocuklarını, eşlerini şehit verdiler. Arkalarından ağıt yaktılar ama hiçbir zaman şikâyet etmediler. Vatan sağ olsun dediler.
Her türlü sıkıntıyı çektiler. Tarlada, cephede her yerde çalıştılar, vatan için en büyük fedakârlıkları yaptılar ama kıymetleri hiçbir zaman bilinmedi.
Yüzyıllarca erkeklerin egemenliği altında ezildiler, çarşafa sokulup hayattan koparıldılar, okutulmadılar, erkeklerin kölesi haline getirildiler.
Öylesine yok sayıldılar ki ilk nüfus sayımında erkekler ve hayvanlar sayıldı, kadınlar sayılmadı. Yani bir hayvan kadar değerleri yoktu.
Ta ki 1923 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’i ilan edene kadar…
Yüzyıllardır unutulan, ezilen, yok sayılan Türk kadınına hak ettiği değeri verdi. İslam öncesinde devleti erkekle beraber yöneten Türk kadını Atatürk sayesinde hak ettiği değeri kazandı. Çünkü Türk kadınının karakterindeki cevheri biliyordu. Kurtuluş savaşında Türk kadınının nasıl savaştığını görmüştü.
Önce 1926 yılında medeni kanunun kabulüyle kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını sağladı. Artık bir erkek dört kadınla evlenemeyecekti, mirasta kadınla erkek eşit haklara sahip olacaktı. Mahkemede kadının şahitliği erkeğin yarısı sayılmayacaktı. Erkekler eşlerini istediği gibi boşayamayacaktı.
Medeni kanunun kabulü Türk kadınının özgürleşmesinde önemli bir adımdır. Çünkü medeni kanunla bir anlamda şeriat kanunları toplum hayatından çıkarılmıştır. Çünkü şeriatın temelinde erkeği kadından üstün gören anlayış vardır. Erkekle kadın eşit haklara sahip olması demek ayrıca laikliğe geçiş demektir.
Medeni kanunun kabulünden sonra Türk kadınının toplumsal hayatta rol alması hızlandı. Artık erkeklerin köleleri değillerdi. Erkeklerle eşit haklara sahiptiler. Onlarla beraber okudular. Ancak bir eksik vardı.
Kanun önünde erkekle eşit haklara sahip olan Türk kadını devletin yönetiminde söz sahibi değildi. Meclis milletin meclisiydi ama milletin yarısını oluşturan kadınlar mecliste yoktu. Önce 1930 da mahalli yönetimlerde seçme ve seçilme hakkına sahip oldular sonra 1934 yılında TBMM de milletvekili seçme ve seçilme hakkı kazandılar.
Tarihi açıdan değerlendirildiğinde 10 yıl gibi kısa bir sürede erkeğin kölesi olan Türk kadınının milletvekili olma hakkı kazanması bir mucizedir. Çünkü Türk kadınının 10 yılda kazandığı hakları Avrupalı kadınlar elde etmek için 200 yıl mücadele ettiler.
Türk kadını seçme ve seçilme hakkı kazandığında Avrupa’nın birçok ülkesinde kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Laikliğin ve özgürlüğün anavatanı Fransa’da 1944, Ceza kanununu kabul ettiğimiz İtalya’da 1945, medeni kanununu kabul ettiğimiz İsviçre’de ise 1972 yılına kadar kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu.
Fransız ihtilalını başlangıç olarak kabul edersek Avrupa’da kadınlar yaklaşık 200 yıl sonra erkeklerle eşit haklara sahip oldular. Türk devrimi ise 11 yılda kadınlara eşit haklar verdi.
1923 yılında Mustafa Kemal’in eşi Latife hanım’ın mecliste misafir olmasından bile rahatsız olanlar varken 10 yıl sonra Türk kadını mecliste vekil olmuştur. Bunun adı kim ne derse desin mucizedir. Bir milleti 10 yılda dönüştürmek imkânsız gibi bir şeydir.
Peki, bugün kadınlarımız Atatürk’ün kendilerine verdiği haklara yeterince sahip çıkabiliyorlar mı? Maalesef Hayır.
Belki çok mücadele edilmeden kazanıldığı için pek kıymetinin bilinmediğini düşünüyorum. Özellikle Atatürk’e düşman olan kadınları gördüğümde bir şeylerin eksik yapıldığını görüyorum.
Kadını erkekle eşit görmeyen, kadın için en önemli meslek anneliktir, kadının iş yeri evidir diye düşünen bir zihniyet devleti yönetirken kadınlarımız, haklarına daha çok sahip çıkmalıdırlar.
Nereye gittiğimizi iyi görün.
Kadınlara şiddet, tecavüz gittikçe artıyor ama caydırıcı bir ceza yok. Yobazın biri şort giyen kadına tekme atıyor, dinim öyle emrettiği için uyardım dinlemeyince vurdum diyip çıkıyor. Başka bir ruh hastası kadına saldırıyor ben akıl hastasıyım diyerek kurtuluyor. Kadına şiddet caydırıcı şekilde cezalandırılmıyor.
Çocuk yaşta evliliklerin önü kanunla açılıyor. Sübyancılar cezalandırılmıyor.
Kimliği, uzmanlığı, ne olduğu bilinmeyen tipler devletin kanalına çıkıp hamile kadınlar sokağa çıkmamalı diyor.
Atatürk’ün özgürleştirdiği Türk kadını yavaş yavaş tekrar köleleştirilmeye çalışılıyor. Kadınlarımızı uyarıyorum. Uyanık olun, haklarınıza sahip çıkın ve Atatürk’ün şu sözünü asla unutmayın
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
Barış Atagün