"Adalet" ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra ilk önce yoğun bir kadrolaşma hareketine girişmedi. Adeta bir saha araştırması ve karakter ölçümü yaparak bekledi. 

     Kimler "midesiyle" düşünüyor. Kimler inancını ve ideolojisini adaletin ve kalkınmanın önünde tutuyor. Kimlerin ruhundaki veya genetik derinliklerindeki ihanet ne kadar açığa çıkıyor inceledi.

     Çünkü insanlar karakterli, kişilikli olduğu sürece bu "tebâ sistemini" kalıcı kılmak mümkün değildi. O nedenle ben, Milli Eğitim'deki son idareci kıyımını, insan karakterine yapılan toplu bir saldırı olarak görüyorum.

     Ben de eğitimciyim. Kamuda fazla çalışmadım ama "Ülkücü idareci" tipini ve kaynaklarını bilirim. Ülkücüokul müdürü, yemez, yedirmez, çalmaz çaldırmaz. Hele de sendikalıysa, titrine, davasına, kurumuna laf söz getirmek istemez ve idealist şahsiyeti, kurumsal bir karakterle taçlanarak ortaya ideal bir yönetici profili çıkartır.

     Eğer bir okulda sendikalı kimliğiyle kendini ifade etmekten çekinmeyen bir Ülkücü müdür varsa o okula bayraktan namusa, evlattan yeni bir okul parasına kadar her şeyinizi rahatlıkla emanet edebilirsiniz.

Başbuğ'un "Ülkücülük bir kadro hareketidir" sözünden ve "Ocaklılar yetişin" çağrısından beri,      Türk Eğitim Sen'in yıllara ve baskılara inat dimdik ayakta durmasının sebebi budur.

     Bir Öğretmen Liseli ve Tarihçi olarak bunun sebeplerini en iyi bilenlerden biriyim. Bu bilgi, beni AKP'nin eğer "gizli Kürtçülük" yapmıyorsa "bindiği dalı kestiği" gerçeğine de götürüyor.

 

    "27 Mayısçı AKP!.."

 

     Türk Eğitim sisteminde İslamcı Sağ, 1940'larda Köy Enstitüleriyle başlayan Sol kadrolaşmanın karşısına hiçbir zaman cepheden çıkamadı. Öyle ki Türkiye'de Sağ ve Sol kavramlarının keskinleştiği 70'li yıllarda "Sağcı" demek Ülkücü demekti.

      Bunun sebepleri şunlardı: 27 Mayıs askeri darbesini yapanlar, 1950'li yıllardaki Demokrat Parti kâbusunu bir daha yaşamamak için Ordudan başka Yargının, Üniversitenin, Üniversite Gençliğinin hatta Memurdan sonra İşçinin de "Sola yatkın" olması gerektiğini görmüşlerdi. 

     Ülkenin geleceği, kadrolara ve onların yetişme ortamı olan "Üniversitelere" bağlı olduğu için 1961 Anayasası, solcu karakterinin yanından "üniversite özerkliği"ne de özel bir ihtimam göstermişti.

     Bu nedenle 1960'lı yıllar, önce Kemalist, sonra da Sosyalist solun üniversitelerde örgütlenme yılları oldu. 

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan… Fraksiyon, falan filan ve nihayet Abdullah Öcalan'ın ortaya çıkış süreci bu şekilde başladı. Bunların,Sarp Kuray ve Perikçek misaliderin BAAS'çı askeri yapılarla ilişkisi de o zaman başladı.

    Bu arada, % 70 Sünni sağ çoğunluğa karşı % 30 CHP'li sol + Ordu-Gençlik destekli BAAS arayışını en yakından gören önemli bir isim vardı. 

 

Alparslan Türkeş!..

 

     Başbuğ'un 14'ler hareketinden sonra MBK tarafından gönderildiği Delhi sürgününden döner dönmez "3. Yol"dan yani Mareşal Çakmak çizgisinden siyasete atılmasının "birinci sebebi" buydu.

     MHP'nin kurulduğu 1969 yılı itibariyle ve henüz Ülkü Ocakları tam olarak faaliyete geçmemişken üniversitelerdeki sol örgütlenme büyük ölçüde tamamlanmış, boykotlar başlamıştı.

     Öyle ki ilk Ülkücü şehidimiz, Osmaniyeli İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran'ın şehadet haberi, Ülkücü bir gazeteden önce, Din Görevlileri Federasyonu tarafından çıkarılan Hakses Mecmuasında yayınlanmıştı. Çünkü 1968'de henüz Ülkücü bir gazete yoktu.

     Siyasal, Hukuk gibi mülkiye kadroları yetiştiren okullardan başlayarak bütün Mühendislik, İşletme ve İletişim Yüksek Okullarında 1960'larda başlayan sol örgütlenme, bu okullara Ülkücü öğrencilerin girmesini ve okumasını imkânsız kılmıştı. Yıldız Teknik, Erzurum Atatürk gibi bazı istisnalar dışında Ülkücülere örgütlenebilecek tek bir hâkimiyet alanı kalmıştı. Yüksek Teknik Öğretmen, Dil Tarih ve 70'lerde açılacak olan Eğitim Enstitüleri... 

 

     İşte bugünkü Milliyetçi kadroların yetişmesinde Başbuğ'un "Ülkücüler yetişin" komutuyla birlikte özellikle "Komando" lakaplı Ayvaz Gökdemir'in Öğretmen Okulları Genel Müdürü iken yaptığı BAAS karşıtı olağanüstü çalışmaların büyük katkısı olmuştur.

     Okullarda Marks'ı Lenin'i ve Allahsızlığı öğreten Devrimci öğretmenlerin karşısına bir iman ve ahlak abidesi olarak bayrak gibi dikilen Ülkücü öğretmenler olmasaydı bugün Türkiye'de ne sağın esamesi okunabilir ne de AKP kendi kıytırık kadrolarıyla iktidar olabilirdi.

     Sayın Milli Eğitim Bakanı, ya isteyin bunları size anlatalım ya da hemen şimdi kendiliğinizde çekin elleriniziMilliyetçi öğretmenlerin yakasından!..

     Uzun ve çileli bir yoldan geliyoruz biz… Başkasına benzemeyiz!..